Sahtekar aydın tipolojisinin kurucu figürü: Efruz Bey karakteri

"Efruz Bey" romanı, Ömer Seyfettin'in hikayecilik anlayışını zirveye çıkardığı ve gerçek/kendi kimliğini bulduğu 1911 yılı sonrası kaleme alınır

Ömer Seyfettin 1919 yılına kadar şiir ve hikayeleri ile bilinir. Ölümünden bir yıl önce, 8-9 Aralık 1919 tarihinde, Vakit gazetesinde tefrika edilen romanı Efruz Bey (1919) yazarın edebi tekamülünün de özetidir.

1908 yılında meydana gelen İkinci Meşrutiyet hadisesi ile başlayıp 1917 yılına kadar süren buhranlı yılların panoramasını çizen eser; aydın ve politikacıların değişen mizacını Efruz karakteri üzerinden hicveder.
 

Ömer Seyfettin 1.jpg
Ömer Seyfettin

 

Efruz, çoğunlukla ikinci şahısların ironisine dayanmakla beraber Ömer Seyfettin, bu karakter üzerinden kendi tekamülünü de çizmek ve kimi zaman da hicvetmekten geri kalmaz.

İkinci Meşrutiyet sırasında meydana gelen parti kavgaları, sonrasında ortaya çıkan savaşlar, isyanlar ve ekonomik buhranlar karşısında "Efruz Bey" (1919) yazarın hem kendisi ile hem de muhatapları ile yüzleştiği bir roman özelliği taşır.
 

1908 meşrutiyet.jpg
1908 Meşrutiyet

 

Eserin, müellifin son günlerinde meydana getirilmeye başlaması yazarın siyasi olaylara ve şahıslara daha eleştirel yaklaşmasını ve içtimai meselelere daha titiz ele almasını sağlar.

"Efruz Bey" (1919) eseri ilk defa Vakit gazetesinde tefrika edilmeye başlandığında "Fantezi Roman" türüyle okuyucunun dikkatine sunulur:

EFRUZ BEY

Fantezi Roman

Muharrir: Ömer Seyfeddin

Bir müddetten beri gazetemizde tefrika ettiğimiz (Küçük Lord) romanı yarınki nüshamızda hitam buluyor. Çarşamba gününden itibaren Ömer Seyfeddin Bey'in (Efruz Bey) ünvanlı romanını tefrika etmeye başlıyoruz. (Efruz Bey) memleketimize ait bazı tiplerin ve bazı meyil itiyatların, sanatkarane bir mübalağa ile çizilmiş bir karikatürü hükmündedir. Roman beş fasıldan ibarettir ki her biri uzunca bir küçük hikaye addetmek mümkündür. Bu fasıllar şunlardır:

-  Hürriyete Layık Bir Kahraman
-  Asiller Kulübü
-  Bilgi Bucağında 
-  Açık Hava Mektebi
-  Beyaz Serçe


Vakit gazetesinde beş bölüme ayrılarak verilse de Tahir Alangu "İnat" hikayesini, Cahit Kaçar da "Sivrisinek" hikayesini "Efruz Bey" romanın bir parçası şeklinde ele alır.

Alangu'ya göre yazar "Efruz Bey" romanı ilk kez 20 Mart 1914 tarihinde İzmir'de yayımlanan Safahat Mecmuası'nın ikinci sayısında "Gayet Büyük Bir Adam" ismiyle neşretmeye başlar; ancak bu çalışma yarım kalır. 

Ömer Seyfettin'in edebi tekamülü içerisinde değerlendirildiğinde "Efruz Bey" romanı, yeni bir roman tekniği ortaya koyması açısından, yalnızca yazarın edebi tekniği yönünden değil, dönemin edebiyat anlayışı açısından da büyük bir yenilik sunar.

Yaklaşık 194 sayfalık eser, kimi araştırmacılar açısından müstakil hikayeler şeklinde değerlendirilse de esasen yazar, yeni bir roman tekniği ortaya koyar.

Farklı hikayelerde değişen zaman ve mekan Efruz karakterinin etrafında birleşerek bir bütünlük oluşturur.

Bu bağlamda Ömer Seyfettin, döneminin hakim roman anlayışı olan zaman ve mekan birliğini değiştirerek romanda farklı bir edebi anlayış inşa eder.

Efruz Bey, farklı zaman ve mekanlar içerisinde hadiselerin havasına uygun olarak mütemadiyen kabuk değiştiren bir tip olarak okuyucunun karşısına çıkar.


"Hürriyete Layık Bir Kahraman"

"Efruz Bey" romanının ilk bölümü olan "Hürriyete Layık Bir Kahraman" hikayesi ilk olarak Vakit gazetesinde on üç parça olarak yayımlanır.

Birçok araştırmacı bu bölümü müstakil bir hikaye olarak ele alır.

Tahir Alangu ve Şerif Hulusi ise bu bölümün müstakil bir hikaye olmadığını, "Efruz Bey" romanının ilk bölümü olduğunu tespit eder. 

Eser 1911 yılı sonrası Ömer Seyfettin hikayeciliğine uygun olarak son derece açık ve akıcı bir dille kurgulanır.

Yazar, "Yeni Lisan" (1911) anlayışına uygun olarak yabancı terkiplerden kaçınır ve geniş kitlelerin anlayabileceği bir üslup ile eseri inşa eder.

Eser tematik olarak ele alındığında da okuyucuya bir mesaj verme kaygısı öne çıkar.

Efruz Bey insanları aldatan, kendisini mütemadiyen olduğundan farklı gösteren ve başarı merdivenlerini hızlı bir şekilde çıkmaya kararlı ve karikatürize edilmiş bir tip olarak okuyucunun karşısına çıkar. 

Efruz Bey, devlet görevine Padişah tarafından atanmış olması münasebetiyle önceleri çalıştığı dairede üstlerinin tedirgin olduğu bir karakterdir.

Ayrıca, İkinci Meşutiyet (1908) ilan edildiği sırada kendisini halka bir "hürriyet" kahramanı olarak takdim eder.

Esasen bizzat kendisinin çıkardığı şayialarla çevresini yönlendirmeyi iyi bilen Efruz Bey, yazara göre sadece sahtekardır:

Evvela boş bir tefahürden, dipsiz bir gösterişten ibaret olan 'hürriyetperverlik' iddiasını 'halk' halk denen yığın sahih sanmıştı. O şimdiye kadar bütün tanıdıklarını adeta bir sanat edindiği 'satışı' sayesinde aldatırdı.


Romanın devamında Efruz Bey karakterinin söylediği yalanlar birbirini izler.

Kurduğunu iddia ettiği gizli Jön Türk cemiyetleri, Yıldız Sarayı'nın altına kazdığı tünelle Sultan İkinci Abdülhamid'in alnına silah dayaması ve sakalını çekerek hürriyeti ilan ettirmesi gibi ifadeler ününün bir gün içerisinde tüm İstanbul'a yayılmasını sağlar.

Asıl adı Ahmet olan Efruz Bey, hadiselerin ruhuna uygun olarak ışık saçan anlamına gelen "Efruz" ismini alır. 

Ömer Seyfettin, kolay bir şekilde manipüle olan kalabalık üzerinden içtimai bir eleştiri getirerek İttihat ve Terakki Cemiyeti lider kadrolarına insan yığınlarının reflekslerine göre hareket etmemesi gerektiğini gösterir; çünkü kitleler Efruz Bey, gibi sahtekarları dahi kahraman olarak görebilir.

Yazar, Efruz Bey, gibi bir tipolojinin biranda kahraman olmasını ve itibar görmesi üzerinden İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimindeki isimlere de eleştiriler yöneltir.

Bu sebebe binaen; müellif gerçek hürriyetperverlerin öne çıkmasını Efruz Bey, tipi karakterlerin engellenmesi açısından yegane çare olarak görür.

Nitekim Efruz Bey'in yalanları gerçek halk kahramanlarının ortaya çıkması ile halk tarafından anlaşılmıştır.

Alangu, bu durumu daha mücessem açıklamak adına yazarın Efruz Bey karakteri olarak resmettiği kişinin Feylesof Rıza Tevfik olduğu iddiasını dile getirir.  

Ona göre felsefe hayranı ve her konuda uzman olduğunu iddia eden Efruz Bey, karakteri hürriyetin ilanından sonra İttihat ve Terakki'ye yakınlaşan Feylesof Rıza'dır. 

Sonuç olarak, yazar "Efruz Bey" romanının ilk bölümünde ana karakter üzerinden İttihat ve Terakki ileri gelenlerine su-i şahsiyetlerin parti içerisinde yer edinebileceklerine karşı uyarır ve halk yığınlarının reflekslerine uyarak hareket edilmemesi gerektiği ikazında bulunur. 


"Asilzadeler"

"Hürriyete Layık Bir Kahraman" bölümünde kendisini halk yığınlarına bir kahraman olarak takdim eden Efruz Bey karakterinin foyası gerçek hürriyet kahramanlarının ortaya çıkması ile anlaşılır. 

"Efruz Bey" romanının ikinci bölümü olan "Asilzadeler" kısmında ise Efruz Bey karakterinin bu kez "asalet/soyluluk" hasleti ile ortaya çıktığı görülür.

Yazar, Efruz Bey karakterinin bu girişiminden hareketle bu kez "milliyetçilik" ülküsünün altını boşaltan aydınları eleştirir. 
 

 

"Milliyetçilik" ülküsünü kendi çıkarına kullanmasına rağmen itibar gören kişiler "Asilzadeler" bölümünde yazar tarafından sert bir şekilde hedef alınır. 

Efruz Bey karakteri bu asalet arayışında kendisine "Prens Efruz dö Kızıl" unvanını verir ve dört arkadaşıyla beraber Prens Zırtaf'ın evinde toplanarak uzun saatler boyunca soy kütüklerini ve taşıdıkları asaleti tartışırlar.

Nihayet bir polis baskını gerçekleşir ve içlerinde en soylu olarak seçtikleri kişinin ahlaki problemleri olan bir kumarbaz olduğu anlaşılır.

İtibarını kurtarmak isteyen Efruz Bey bu kez soluğu Türk Bucağında alır.

Alangu'nun Ali Canip Yöntem'e dayandırdığı iddiasına göre bu bölümde Ömer Seyfettin'in hedef aldığı kişi Türk milliyetçiliği ile öne çıkan Yusuf Akçura'dır.  

Yazar, yarattığı Efruz Bey karakteri üzerinden bu kez dönemin hakim ideolojik cereyanlarından "milliyetçilik" akımını yanlış yorumlayan ve istismar ettiğini düşündüğü tipleri eleştirir. 


"Tam Bir Görüş"

Ömer Seyfettin, "Efruz Bey" romanının üçüncü bölümü olan "Tam Bir Görüş" hikayesinde bu kez gerçeklikten kopan ve Ziya Gökalp öğretilerinden uzaklaşan aydın tipini sert bir biçimde eleştirir. 
 

Ziya Gökalp.jpg
Ziya Gökalp

 

Gerçeklikten kopuk bir sosyolog tipinde gördüğümüz Efruz Bey hakiki bilginin kaynağı olarak hayatı gösteren ve tüm kötülüklerin kaynağını şehirliler olarak değerlendiren bir ilim insanı olarak okuyucunun karşısına çıkar.

Efruz Bey bir grup arkadaşı ile Alibeyköy'de bulunan bir köye gelirler. Köyün girişinde esmer ve yarı çıplak bir çocuk Efruz Bey ve arkadaşlarına refakat eder.

Çocuğun iyilik dolu kalbinden etkilenen karakter, uzun uzadıya köy ve köylülük söylevlerde bulunur.

Efruz Bey'e göre tüm kötülüklerin kaynağı şehirler olup erdemli Türkler köylerde yaşar. 

Efruz Bey ve arkadaşları köy kahvesine geldiklerinde ise hiç de hoş karşılanmazlar.

Kahve ve yoğurt değerinin çok üzerinde kendilerine satılır. Köylülerin durumlarına içerleyen Efruz Bey, köydeki tek gerçek Türk'ün kendilerine yol gösteren çocuk olduğunu iddia eder.

Oysa sonradan anlaşılır ki küçük çocuk bir Çingene'dir. 

Ömer Seyfettin, bu öykü üzerinden hayaller ve köy güzellemeleri yaparak gerçeklikten kopuk aydın tipolojisini sert şekilde eleştirir.

Efruz Bey'in fikri iflası ve gerçeklikle uyuşmayan görüşleri üzerinden Ziya Gökalp öğretilerinin önemini vurgular. 


"Bilgi Bucağı"

Hürriyet kahramanı, asalet sahibi bir aristokrat ve düşünür olarak dikiş tutturamayan Efruz Bey bu kez "Bilgi Bucağı" bölümünde okuyucunun karşısına bir ideolog ve dilbilimci olarak çıkar. 

Efruz Bey, Türk Ocağı'nı temsil eden Bilgi Ocağı'nda seri şekilde konferanslar verir.

Konuşmalarını yaparken asla hazırlık yapmaz ve gecede yirmi kitap okuyarak dinleyicilerin karşısına çıktığını söyler.

Efruz Bey'e göre ancak iptidai kişiler hazırlık yaparak gelir; ancak ona göre asıl hüner, kitaba bakmadan konuşabilmek olduğunu düşünür.
 

Türk ocağı.jpg
Türk Ocağı

 

Ömer Seyfettin, bu bölümde Türk Ocağı çevresinde meydana gelen kısır tartışmalar ve liyakatsiz aydınların itibar görmesini eleştirir. 

Osmanlı Türk'ünün dejenere olduğunu iddia eden Efruz Bey, Orta Asya Bozkırlarının kültürünü ve dilini gerçek Türklük olarak ele alır.

Ömer Seyfettin, "Yeni Lisan" makalesini ele alırken yaşayan dil ve İstanbul Türkçesini esas alır ve eski Türkçe sevdalıların dil ithal etmesini intihar olarak tanımlar.

Bu bağlamda Efruz Bey'in "Tatar kimliği ve dili" üzerinden yaptığı tartışmalar üzerine dildeki ıslah çalışmalarını yanlış yorumlayan aydınları sert bir şekilde eleştirir. 

Tahir Alangu, yazarın "Bilgi Bucağı" bölümünde bu kez hedefe koyduğu kişinin Hamdullah Suphi olduğunu iddia eder.

Yazar, Suphi'nin Türk Ocağı ve entelektüel çevreyi kendi şahsi çıkarları için yönlendirdiğini ve diğer meselelerde olduğu gibi dilin ıslahında da Ziya Gökalp öğretilerinden uzaklaştığını savunur.


"Açık Hava Mektebi"

"Efruz Bey" romanının beşinci bölümü olan "Açık Hava Mektebi" hikayesinde hürriyet kahramanı, aristokrat, sosyolog ve filolog olarak dikiş tutturamayan Efruz Bey bu kez okuyucunun karşısına pedagog olarak çıkar.
 

 

Alangu'ya göre; yazar, pedagog Efruz Bey karakteri üzerinden eğitim politikaları ile öne çıkan ve büyük itibar gören İsmail Hakkı Baltacı'yı hedef alır.  

Efruz Bey, Avrupa'ya gidip öğrenim görmesi gerektiğini düşünür. Bu sebeple "Tıfıl Kovuğu" müdürü ve Türklük düşmanı Müfad Bey'den akıl alır.

Müdür, Efruz Bey'e el işleri üzerine eğitim alması gerektiğini salık verir.

Avrupa'ya gidemeyen Efruz Bey evinde bir atölye kurar ve kitaplar getirir.

Bu şekilde yaklaşık üç sene evine kapanarak Batı tahsilini tamamlamayı arzular; ancak sıkılır ve iki ay içerisinde evden çıkar. 

Dışarıya adım attığında kendisini Batı'da yüksek tahsil gören bir pedagog olarak takdim eder ve eğitimcilere saldırır.

Hedefindeki ilk kişi de kendisine ilk akıl veren "Tıfıl Kovuğu" müdürü ve Türklük düşmanı Müfad Bey olur.

Bu hedefinde başarılı olan Efruz Bey İstanbul'daki mekteplere bir bir girip çıkmaya başlar.

Kasımpaşa'da görevli bir eğitimci olan Mehmet Mustafa Tahsin Nidai isimli bir eğitimci ile kafa kafaya vererek Hayırsız Ada'da bir açık hava mektebi kurmaya karar verirler.

Bu mektep ile çocukları hem özgür bir birey hem de pratik bilgiye haiz kişiler olarak yetiştirmeyi amaçlar; ancak Tahsin Nidai, bu fikirden cayınca Efruz Bey Hayırsız Ada'ya tek başına gitmeye karar verir.

Bindiği tekne yolda kaza yapınca karakter kendisini Bolu taraflarında bulur.

Eğitimcilik işinden vazgeçmeye karar veren Efruz Bey, Yunanistan'a gidip kadim Yunan kültürü ve sanatı ile iştigal etmeye karar verir.


"İnat"

Ömer Seyfettin "Efruz Bey" romanının altıncı bölümünü oluşturan "İnat" hikayesinde bu kez "ilimsiz alim" tipolojisini ele alır.

Alangu'ya göre çoğu araştırmacılar bu bölümdeki karakteri İttihat ve Terakki karşıtı "Bergsoncu Mustafa Şekip Tunç" olarak değerlendirse de 1917 tarihli anı defteri notunda kastedilen kişinin "Yahya kemal Beyatlı" olduğunu düşünür. 

Efruz Bey, bu bölümde kendisini büyük bir alim ve havarileri olan bir üstat olarak takdim eder.

Klasik ilim kurallarını, mantığı ve felsefeyi boş bir uğraş olarak görür.

Hayatında hiçbir eser yazmasa da büyük bir alim ve hiçbir şiiri bulunmasa da önemli bir şair olarak kendisini etrafına kabul ettirir.

Üstat Efruz Bey, halka tepeden bakar ve avamı ciddiye almaz. Kendi fildişi kulesine çekilerek topluma yabancılaşmış bir aydını temsil eder.

Batılı olmayı halktan uzak durmak olarak ele alan Efruz Bey, taklitçi ve kibirli bir karakter olarak öne çıkar. 

Alangu'nun yorumun dikkate alındığında; yazar, Efruz Bey karakteri ile Batı taklitçiliği yaptığını ve halktan uzak bir edebiyat anlayışı ile eser verdiğini düşündüğü Yahya Kemal Beyatlı gibi isimleri hedef alır. 


"Sivrisinek"

"Efruz Bey" romanının son bölümünü oluşturan "Sivrisinek" kısmında karakter artık yaşlı ve tüm girişimlerinde başarısız olmuş biçare bir karakterdir.

Hürriyet kahramanı olarak ortaya çıkar; ama sahtekarlığı anlaşılır. Pedagojik teşebbüsleri akim kalır.

Filoloji ile ilgili yaklaşımları itibar görmez, sosyolog olarak düşünceleri dikkate alınmaz.

Bir aristokrat değildir ve etrafında üstatlık yapacağı havarileri kalmaz.

Artık Efruz Bey gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır. Tüm numaraları bir bir ortaya çıkan bir sahtekar olduğunu artık karakterin kendisi de kabullenmek zorundadır. 
 

 

Yazar, Efruz Bey'e uzun uzun nasihatler verdikten sonra "hepimize değilse bile hepimizden bir şeyler bulundurduğunu" söyleyerek okuyucuya Efruz Bey karakterinin herkesten bir parça taşıdığı mesajını iletir.

Ömer Seyfettin'in edebi tekamülü içerisinde "Efruz Bey" romanının özel bir yeri bulunur.

Kimi araştırmacılar kısımlar halinde tefrika edilen bu eseri müstakil hikayeler olarak ele alsa da yazar; zaman ve mekan birliğini kırıp olay örgüsünü bir şahıs üzerine inşa eder.

Efruz Bey karakteri 1908 yılında meydana gelen İkinci Meşrutiyet'in ilanı ile başlayan süreçten 1917 yılına kadar devam eden önemli siyasi ve içtimai meselelerin göbeğinde bulunan bir tip olarak okurun karşısına çıkar. 

Efruz Bey karakteri tek bir kişiyi temsil etmediği gibi tek bir hadisenin merkezinde bulunmaz.

Yazara göre Efruz Bey herkesten bir parça taşır ve hakikati yanlış yorumlayan aydınların toplamını temsil eder. 
 

"Efruz Bey" romanı, Ömer Seyfettin'in hikayecilik anlayışını zirveye çıkardığı ve gerçek/kendi kimliğini bulduğu 1911 yılı sonrası kaleme alınır.

Birçok hikayesinde ayrı ayrı ele aldığı dil meselesi, aydın yabancılaşması ve ideolojik körlük gibi tematik konuları tek bir karakter olan Efruz Bey'in şahsında mücessem hale getirir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU