Türk-Rus ilişkilerine dair tespit ve öneriler: Bal porsuğuyla bal kuşunun işbirliği perspektifleri

Dr. Mehmet Perinçek Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Geçtiğimiz günlerde Moskova’daki Darwin Müzesi’ni gezerken bal porsuğuyla (mellivora capensis) bal kılavuzu kuşunun (indicator conirostris) hikâyesini öğrendik:

Bal kılavuzu kuşu, arı larvalarıyla beslenmektedir, ancak arılardan dolayı kovana yaklaşamaz. Arı kovanını bulan kuş, hemen bir bal porsuğu arar, onu çıkardığı ses ve yaptığı hareketlerle bal kovanına yönlendirir. Aç dolaşan, ancak arılara karşı dayanıklı olan bal porsuğu, kovanı dağıtır, içindeki balı yer, tabii ortağı bal kılavuzu kuşunun payını da bırakır. Bal kılavuzu kuşu da kurtlu bal petekleriyle güzel bir ziyafet çeker.

Bu iki hayvan arasında tam anlamıyla doğal bir “müttefiklik” söz konusu. Birbirlerine muhtaçlar ve biri olmadan diğeri karnını doyuramaz, hayatta kalamaz. İkisi arasında karşılıklı bir bağımlılık vardır. Doğayla mücadelelerinden ancak birlikte hareket ederek galip çıkabilmektedirler.

Türk-Rus ilişkilerinin tunç yasası

Kimin bal porsuğu kimin bal kılavuzu kuşu olduğundan bağımsız Türkiye-Rusya ilişkileri de tam anlamıyla böyledir. Bu tezimize temel olması bakımından iki ülke ilişkileri tarihinin tunç yasasıyla başlayalım.

Tarih boyunca, Osmanlı-Çarlık’tan Cumhuriyet-Sovyet dönemine, Soğuk Savaş’tan günümüze, Türk-Rus savaşının/çatışmasının/gerginliğinin taraflar açısından kazananı olmamıştır. Başka bir ifadeyle her iki taraf da bu çatışmanın kaybedenidir. Tek kazanan ise Batı’daki yayılmacı/emperyalist güçlerdir.

Hatta Batı’nın bölgedeki planları, devamlı surette Türk-Rus çatışmasına dayanmıştır. İki ülke arasındaki savaşlar veya dışardan kışkırtılan çatışmalar, bir taraftan yabancı bir gücün bölgeye müdahalesini kesinlikle mümkün kılmayacak Türkiye ve Rusya arasındaki olası ittifakı önlemiş, diğer taraftan da iki ülkenin birbiriyle savaşırken zayıf düştükleri ve dikkatlerini birbirlerine yönlendirdikleri zamanda Batı’ya bölgede istediği gibi planlarını gerçekleştirme imkânını vermiştir.

Tabi bu tunç yasasının tam tersi bir denklem de söz konusudur. Türk-Rus işbirliği, geçmişten günümüze her iki ülkenin kendi menfaatlerini hayata geçirmesinde tarihi rol oynamış, Batı’nın planlarına ket vurarak bölgeye huzur, barış ve istikrar kazandırmıştır. İki taraf da bu durumdan kârlı çıkarken, kaybeden Batı olmuştur.

Çanakkale Direnişi-Ekim Devrimi-Kurtuluş Savaşı denklemi

Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse; Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan süreç öğreticidir. Savaşın en kanlı muharebeleri, Türk-Rus Kafkas Cephesi’nde yaşanmıştır. Bölgenin hâkimiyeti için Mehmetçik ve İvan kanını dökmüş, bir de buna sivil kayıpları eklenmiştir. Ancak savaşın sonunda Güney Kafkasya ne Rusya’ya ne de Türkiye’ye kalır. Bölgeye İngilizler, Fransızlar, kısmen Amerikalılar ve onların işbirlikçi hükümetleri yerleşir.

Süreci tersine Mustafa Kemaller ve Leninler çevirecektir. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Çanakkale’de direnmesi, İtilaf emperyalistlerinin Çarlık Rusyası’nın yardımına yetişmesini engellemiş ve Ekim Devrimi’nin koşullarını doğurmuştu.

Böylece, Türkiye’yi paylaşmak için savaşa giren büyük devletlerden Çarlık Rusya’sı yıkılmış ve yerini Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen Sovyet Rusya almıştı. Bu durum da Kurtuluş Savaşı’nın başarısının uluslararası koşullarını yarattı.

Çanakkale Direnişi-Ekim Devrimi-Kurtuluş Savaşı denkleminin Güney Kafkasya ayağını ise Türk-Kızıl Ordularının işbirliği oluşturdu.

Ankara-Sovyet hükümetlerinin işbirliği sonucunda Türk Orduları güneyden, XI. Kızıl Ordu ise kuzeyden düzenlediği harekâtlarla Batı’nın ve işbirlikçi hükümetlerin hâkimiyetlerine son vermiş, böylece iki devrimin ayakta kalmasını sağlamış, bölgeye huzur ve refah getirmiş, bölgenin sınırlarını aşan sonuçlar doğurarak sosyalist devrimler ve milli kurtuluş savaşları çağını başlatmıştı.

İki ülke, Batı’nın işgal ve kuşatmasını omuz omuza savaşarak kırmıştı. İki ülkenin işbirliği haricinde başka bir seçenekleri de bulunmuyordu. Ankara ve Moskova arasında doğal müttefiklik vardı.

Toplumsal gelişim süreçlerinde paralellikler

İki ülke arasındaki bu kader birliği, tarihteki toplumsal gelişim ve ilerleme süreçlerinde de görülür. Tarihte Türkler ve Ruslar, benzer sorunlarla karşılaşmış ve bu sorunlara benzer çözümler üretmiş, benzer tepkiler vermiştir. Toplumsal gelişim süreçlerindeki bu paralelliklere şu örnekleri verebiliriz:

  • 19. yüzyılda iki ülkede yaşanan reform hareketleri
  • Özüne yabancılaşan çarpık Batılılaşmanın yarattığı aydın ve aristokrat tipleri
  • Devrimci hareketlerdeki benzerlikler ve etkileşimler
  • Rusya’da 1905 Devrimi – Türkiye’de 1908 Jön Türk Devrimi
  • 1917 Ekim Devrimi – 1920 Kemalist Devrim
  • Sovyetler’de 1921 yılında devlet kontrolünde kapitalist ilişkilere izin veren NEP’in kabulü – İzmir İktisat Kongresi’nde görece daha liberal politikaların benimsenmesi
  • SSCB’de 1928’de kolektivizme geçiş – Türkiye’de 1930’ların başında uygulanmaya başlanan devletçilik politikaları
  • Aynı dönemde her iki ülkede planlı kalkınma modellerinin benimsenmesi
  • SSCB’de 1950’lerin ikinci yarısından itibaren baş gösteren revizyonizm – Türkiye’de özellikle 1950’lerle Kemalist Devrim’den geri dönüş
  • Sosyalizmden geri dönüşün 1990’ların başında SSCB’nin dağılmasıyla sonuçlanması ve Rusya’nın küreselleşme karşısında diz çökmesi –  Türkiye’de Kemalist Devrim’in yıkıma uğratılmasıyla 12 Eylül 1980 ve sonrasında Yeni Dünya Düzeni’ne teslimiyet ve milli devletin yıkılma tehdidiyle karşı karşıya kalması
  • 2000’lerin başında Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın yeniden ayağa kalkması – Türkiye’nin son dönemde Batı tehdidine karşı verdiği tepkiler

Masaya eşit seviyede oturmanın zemini

Türkiye ve Rusya toplumsal gelişimlerindeki paralelliklere bağlı olarak bugün de 20. yüzyılın başındakine benzer bir süreçten geçmektedir. İki ülke, Batı tarafından kuşatma altındadır, milli güvenlikleri ciddi tehditlerle karşı karşıyadır ve ekonomileri boğulmak istenmektedir. Dolayısıyla aynı 20. yüzyılın başında olduğu gibi doğal bir müttefiklik söz konusudur. Her ikisi de bal porsuğu ve bal kılavuzu kuşu kadar birbirine muhtaç durumdadır. 

İki taraf açısından da geçerli olan bu mecburiyet, ilişkilerin sağlıklı bir temelde tesis edilmesi ve eşit ağırlığa sahip olan ortakların karşılıklı çıkarları çerçevesinde gelişmesine olanak vermektedir. Türkiye’nin Rusya’ya olduğu kadar, Rusya’nın da Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Masaya her iki ortak da eşit seviyede oturabilecektir.

Türkiye ve Rusya’nın doğal müttefikler olarak hâlihazırdaki ve potansiyel işbirliği alanlarını ve buralarda atılması gereken adımları şu başlıklar altında ele alabiliriz:

İdlib ve Fırat’ın doğusu tek bir cephedir

Suriye: Suriye sorunun çözümündeki yegâne ilke Suriye’nin toprak bütünlüğüdür. Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozacak her alan, ABD’nin Rusya’ya karşı bir sıçrama tahtası olacaktır. 

Bu bakımdan iki ülkenin nesnel çıkarlarının hükümetlerine yüklediği askeri ve siyasi görev oldukça nettir: Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozan her unsurun tasfiyesi. Bugün bu unsurların kim olduğu gayet açık: İdlib’te üslenmiş olan HTŞ gibi yobaz terör grupları ve Fırat’ın doğusundaki bölücü terör grupları. Her ikisi de ABD desteklidir ve her ikisi de birbiriyle işbirliği halindedir. 

Dolayısıyla Türkiye ve Rusya açısından İdlib ve Fırat’ın doğusu tek bir cephe olarak ele alınmalıdır. Birinin varlığı diğerini beslemektedir. Tersten ifade edecek olursak birinin çökertilmesi diğerinin çökertilmesinin ön koşuludur. Türkiye ve Rusya, bunlardan birini kayırma hakkına sahip olamaz. Kanserli hücrelerden bir kısmını temizleyip, diğerine dokunmamak hastalığı tedavi etmeyecektir. Hatta ileride başka yerlere sıçraması tehlikesini doğurur.

Bu sebeple İdlib’teki terör gruplarının tasfiyesi, en az Suriye kadar, Rusya’dan da fazla Türkiye’nin çıkarınadır. İdlib’teki hâlihazırdaki durum Türkiye’nin müttefiki Rusya’yla ilişkilerine zarar vermesinin ötesinde, doğrudan Türkiye düşmanı ve PKK/PYD’nin gizli ortağı HTŞ’nin güç kazanmasına yol açmaktadır. Bu terör gücünün temizlenmesi her şeyden önce Türkiye’nin sorunudur. 

İdlib’teki diğer grupların silah bırakması ve karşılığında Şam’ın ilan edeceği afla HTŞ ve bu gruplar birbirinden ayrıştırılabilir ve sonrasında buradaki terör odakları, Türkiye-Rusya-İran-Suriye işbirliğinde tamamen ortadan kaldırılmalıdır. 

Buna paralel olarak bu dört ülke, Fırat’ın doğusundaki bölücü terör odaklarının (PKK/PYD/YPG) tasfiyesinde de ortak hareket edeceklerdir. 

Buradaki durum, Türkiye ve Rusya’nın karşılıklı taviz vermesi değildir. İdlib ve Fırat’ın doğusu tek bir cephedir, buralardaki terör odakları her iki ülkenin de çıkarlarına terstir, bunların yok edilmesi her iki ülkenin de lehinedir. 

Çıkarlar ortaktır, çözüm basittir, ayrıntılar ve zamanlama oturup konuşulur. Konu acildir, yobaz ve bölücü terör odaklarının güçlenmesine ve ABD’nin Türk-Rus ilişkilerini sabote etmesine fırsat verilmemelidir.

Doğu Akdeniz ve Karadeniz tek bir cephedir

Doğu Akdeniz-Karadeniz: ABD’nin Türkiye ve Rusya’yı kuşatma stratejisinde Doğu Akdeniz ve Karadeniz birbirinden ayrılamaz. Diğer taraftan Türkiye ve Rusya’nın özel durumu (Kıbrıs ve Kırım meseleleri) da jeopolitik açıdan önem taşıyan bu iki bölgeyi Türk-Rus ilişkilerinde birlikte ele almayı gerektirmektedir. 

Doğu Akdeniz’de ABD-İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs bir blok oluşturdu. Bu blokun düzenledikleri tatbikatlarla ve yaşanan gaz arama kriziyle Türkiye’yi hedef aldığı açık. Ancak bu blok, sadece Türkiye’yi değil, Rusya’yı da tehdit etmektedir.

ABD, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den kuşatırken Rusya’yı da kuşatmaktadır. Washington, Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırırken Rum yönetimini basına yansıdığı üzere Moskova’ya karşı da kışkırtıyor.

Rum Kesimi’nde bulunan İngiliz üslerindeki savaş uçaklarının sayısının artırılması bölgedeki Rus varlığını da tehdit ediyor. Toptan olarak değerlendirecek olursak Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kuran ABD, Karadeniz’e çok daha rahat girme imkânı buluyor. Ayrıca Doğu Akdeniz’in güvenliğinin Suriye sorununun nihai çözümünün de garantisi olduğu unutulmamalıdır.

Aynı durum Karadeniz için de söz konusudur. ABD’nin Karadeniz’e girme çabaları, sadece Rusya’yı kuşatma stratejisinde değil, Türkiye’yi çevreleme planında da rol oynuyor. 

Dolayısıyla iki ülkenin ABD’nin Doğu Akdeniz ve Karadeniz’den kuşatma stratejisine karşı ortak çıkarları bulunmaktadır ve bu kuşatmanın yarılmasında ortak hareket etmeye ihtiyacı vardır. Bu işbirliği, zeminini Kıbrıs ve Kırım meselelerinde bulabilir. Rusya’nın KKTC konusunda atacağı adımlara karşılık Türkiye de Kırım konusunda adımlar atabilir. Bu karşılıklı adımlar, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’in güvenliği açısından zorunludur.

Diğer taraftan Rusya’nın “sıcak denizlere inme” hayali, tarihin öğrettiği üzere Türkiye’yle çatışarak değil, ancak Ankara’yla işbirliği halinde gerçekleşebilecektir.

Putin’in Erdoğan’ı Kırım’daki cami açılışına daveti bir başlangıç olabilir. Buna karşılık KKTC de bir Rus heyetini kabul edebilir. Kırım’ın Türk işadamları için sunabileceği olanaklar, KKTC’nin de Rus iş çevrelerine açabileceği kapılar da ekonomik kriz koşullarında altın değerindedir.

Karabağ sorununa Astana modeli

Güney Kafkasya: ABD’nin Avrupa’daki en büyük büyükelçiliği Ermenistan’da bulunmaktadır. Buna bağlı olarak Ermenistan’da çok ciddi bir Amerikan etki alanı ve ajan ağı oluşturulmuştur. Paşinyan’ın iktidara gelmesinde bu ağ, önemli rol oynadı. Rusya da Paşinyan iktidarının Batı yanlısı politikalarından oldukça rahatsızlık duyuyor.

Bu durum, Güney Kafkasya’daki güç dengelerinin ve ittifakların yeniden belirlenmesinde Türkiye ve Azerbaycan lehine önemli seçenekler sunuyor. Kremlin’den bunun işaretlerini şimdiden görüyoruz. 

Karabağ meselesinde Minsk Grubu’nun bir çözüm sunamayacağı herkes tarafından görülüyor. Suriye konusunda Astana sürecinin sağladığı başarı, bölgedeki çatışmaların, özellikle Karabağ meselesinin çözümü açısından örnek teşkil ediyor. Türkiye, Rusya ve İran, Karabağ sorununun çözümüyle Batı ülkelerine oranla hem coğrafi, hem jeopolitik, hem de tarihi açıdan çok daha fazla ilgilidir. Astana sürecinin Karabağ sorununda ve Güney Kafkasya meselelerinde işletilmesinin nesnel bir zemini bulunmaktadır. Türk-Rus işbirliği, ABD’nin Güney Kafkasya’daki planlarını boşa çıkartacak ve yukarıda işaret ettiğimiz üzere tarihte olduğu gibi bölgeye adil bir barış getirebilecektir.

Rusya’yla işbirliğiyle Turan

Orta Asya: Orta Asya enerji kaynakları ve yollarının, yani “heartland”in kontrol altına alınması ABD’nin stratejik hedefidir. Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Kafkasya, Doğu Avrupa’daki ABD planları, bu ana hedefin ön adımlarıdır. Orta Asya’da da Türk-Rus ve tabii ki Çin işbirliği ihtiyaçtır. 

Türkiye’nin 1990’ların başından itibaren bölgeye ABD projeleri çerçevesinde girme çabaları hüsranla sonuçlandı. Hatta bugün o girişimler bölgedeki bazı ülkelerin FETÖ üssüne dönüşmesiyle Türkiye’ye karşı bir tehdit olarak geri döndü. 

Nasıl Rusya’nın Türkiye’yle çatışarak “sıcak denizlere inme” imkânı yoksa, Türkiye’nin Rusya ve Çin düşmanlığıyla kurabileceği bir “Turan” da olamaz. Ancak Türk-Rus-Çin işbirliği, Türkiye’nin Orta Asya’daki Türk uygarlık ve halklarıyla bütünleşmesinin önemli aracı olabilecektir.

NATO’dan bağımsız silah teknolojisi

Savunma ve Silah Sistemleri: Türkiye, fiili olarak NATO üyesi olmakla birlikte özellikle Suriye ve Doğu Akdeniz’de NATO tehdidiyle karşı karşıya. Olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin NATO’ya bağımlı silah ve savunma sistemlerini kullanması mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’den gelen tehdidi dengelemek için silah-savunma sistemini çeşitlendirmeye ihtiyacı var. 

S-400’lerin alımı bunun ilk önemli adımı. Bunun sadece S-400’lerin türünün en iyi örneği olmasından kaynaklanmadığını, bunun stratejik bir tercih olduğunu da söylemek gerekir. Türkiye, Batı’dan gelen tehdidi, Avrasya’da konumlanarak göğüslemektedir. 

Silah ve savunma sanayii alanındaki işbirliğinin daha da derinleştirilmesi önümüzdeki süreçte kaçınılmaz görünüyor. Tabii ki Türkiye’nin nihai hedefi bu sistemleri kendisinin üretmesi olmalıdır. Ancak bu alanda Rusya’yla işbirliği bu hedefi de desteklemektedir. Birçok silah ve savunma sisteminin ortak üretilmesi ve teknoloji transferi iki ülkenin işbirliği ajandasında yer almaktadır.

Atatürk’ün Kurutuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sovyet Rusya’dan cephane ve silah temini, bu işbirliğinin tarihsel temelini de oluşturmaktadır.

Siyasi irade ve birikim ihtiyacı

Türk-Rus stratejik ittifakının sağlam bir zemini var. Çünkü mecburiyetlere dayanıyor. Devletlerin stratejilerini mecburiyetler belirliyor. Sağlam devlet geleneğine sahip bu iki ülkenin, bu mecburiyetleri görmezden gelmesi mümkün değil. Ancak zaman kısa, vakit kaybetme lüksü yok. Konu, iki ülke ilişkilerinin ötesinde, ülkenin doğrudan beka sorunuyla ilgili. Pragmatik adımlar, yerini daha ciddi, uzun vadeli ve tutarlı stratejik planlara bırakmalıdır. Türkiye, yukarıda belirtilen işbirliği alanlarında inisiyatif alabilir ve süreci yönlendirebilir. İhtiyaç, bu süreci yönetecek siyasi irade ve birikimin harekete geçirilmesi ve bu yönelimin önündeki engellerin kaldırılmasıdır.

20. yüzyılın başında Türk-Rus işbirliği, sosyalist devrimler ve milli kurtuluş savaşları çağını açmıştı. İki ülke, “Sadece kendi nam ve hesabına değil, tüm mazlumlar dünyası adına” kan ve ter dökmüşlerdi. Bugün de iki ülkenin stratejik işbirliği, Avrasya çağının perdesini açacak ve yine tüm mazlumlar dünyasına umut olacaktır.

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU