Vizyonda bu hafta: Bir teknoloji dramı “The Hummingbird Project”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Kanadalı yönetmen Kim Nguyen’in yönettiği, başrollerini Jesse Eisenberg, Alexander Skarsgård ve Salma Hayek'in paylaştığı Kod adı: Hummingbird (The Hummingbird Project) film afişinden bir kare

Satın alım gücünün her geçen gün düştüğü günümüz yaşam koşullarında bütçe yapmak zorunda kalan neredeyse herkes birer ekonomi uzmanı oldu. Hal böyle olunca “finans” kavramı da akademik tekdüzeliğinden çıkıp ekomomisini kendi elinde tutan sıradan insanların da ilgilendiği evrensel bir boyuta ulaştı. Ekonomistlerin temelde teşvikleri ve motivasyonları inceleyerek; insanlar istediklerini, özellikle de başka insanlar da aynı şeyi isterken ve aynı şeye ihtiyaç duyarken, nasıl elde ederler şeklinde sorgulayıp ekonomiye yön vermeye çalışırken, gelir düşüşü, kriz psikolojisi, gelecek kaygısı ile kendi ekonomisini korumuya çalışan sıradan insanlar da dünya gerçekte nasıl işliyor, bunu öğrenmenin yollarını arar oldu. Dolayısıyla bu kişiler artık teknolojiye dayalı finansal servislerin yaygınlaşmasıyla borçlanma ve yatırım konularında teknolojinin sağladığı imkanları da keşfedip kullanarak dünya piyasalarında ne olup bittiğini yakından takip eden; edilgen değil, etken bir rol alarak bu piyasalarda varlık gösteren bireylere dönüştü.

Bir teknoloji dramı; “The Hummingbird Project”

Yönetmen: Kim Nguyen / Oyuncular: Jesse Eisenberg, Alexander Skarsgård, Salma Hayek, Michael Mando, Jonah Heldenbergh, Sarah Goldberg, Ayisha Issa, Frank Schorpion / 111 dakika

 

 

Kanadalı yönetmen Kim Nguyen’in geçmişte yaşanan borsa kazalarından ilham alarak hem senaryosunu yazdığı hem de yönetmen koltuğuna oturduğu The Hummingbird Project (Sinek Kuşu Projesi) filmi, büyük bir hızla hayatımızda daha fazla etki alanına sahip olan dijital dünyanın acımasız taraflarını seyirciye göstermeyi hedefliyor. Film, Kansas ve New Jersey arasındaki 1600 kilometrelik bir mesafe boyunca yeraltından geçirecekleri düz bir fiber optik kablo bağlantısıyla milyonlar kazanmayı planlayan iki kuzenin, yüksek frekanslı ticarete adım atmalarıyla birlikte yaşadıkları süreci konu alıyor. Ani istifalarıyla kendilerini tehditkar bir hedefe dönüştüren kuzenlerin peşlerine takılan eski patronları olayların seyrine etki ederken, kuzenler psikolojik bir savaşın ortasında kendilerini buluyor.

 

 

İyi fikirleri olanlar, iyi şansı olanlar ve çok çalışanlar

Tüm dünyayı etkileyecek güce sahip Amerikan kapitalizminin finans merkezi Wall Street’te önemli bir yeri olan yüksek teknolojiye sahip bir iletişim firmasında çalışan kuzenler, günün birinde, zekaları ve yetenekleriyle patronu zengin etmek yerine kendi yollarında ilerlemeye karar verir. Çünkü bu hayatta elde etmek istedikleri şeyler çok çalışarak değil ancak iyi bir fikir ve iyi bir şans ile girişim yapanların sahip olabileceği şeylerdir. Çalıştıkları süre içinde bu niyetlerini saklayarak sistemde buldukları açık, piyasada gördükleri fırsat ve patronlarının rakiplerini cezbedecek bir fikir ile projeyi hayata geçirmeleri an meselesidir. Fakat öncesinde Kansas’tan New Jersey’e uzanacak olan fiber optik kablo hattı kurma fikri ile ortaya çıkan Vincent Zaleski’nin hisse senedi alım satım işlemlerini herkesten önce görebilecekleri ve borsa bilgilerini herkesten daha hızlı kaparak kayda değer miktarda para kazanacakları konusunda bulduğu yatırımcıyı ikna etmesi gerekmektedir.

 

 

Sinek kuşunun kanat çırpışı

 

 

Kuzenlerin, borsa başta olmak üzere Bitcoin, Kripto Para ve diğer tüm bankacılık sistemlerini ele geçirebilecek yüksek frekans ticaretinden yararlanıp onları hayallerinin de ötesinde bir zenginliğe ulaştıracağını düşündükleri projelerinin formülü; hızı ve manevra kabileyetiyle hayranlık uyandıran sinek kuşunun kanat çırpışında sakldır. Planlarına göre Apalaş Dağları ve diğer tüm zorlu arazilerden geçerek Kansas Borsası’ndan New York Menkul Kıymetler Borsası’nın merkezine doğru kesintisiz ve tamamen düz bir çizgide yeraltına döşeyecekleri sistem ile sinek kuşunun kanat çırpışı arasındaki süre kadar; yani 16 milisaniyeden daha az sürede elde edecekleri veri akış hızı onlara Wall Street’te milyar dolarlık bir avantaj sağlayacaktır.

 

 

Ancak Vincent bu iddialı projesini finanse edecek yatırımcısını ikna etmeye çalışırken paralelde onun bilmediği başka meselelerle de mücadele etmesi gerekecektir; toprak sahiplerinden izin almak, aşılması zor ormanlardan, bataklıklardan ve dağlardan geçmek için bir yol bulmak, bağlantı ile sağlayabileceklerini vaat ettiği hızı yakalayabilecek hesaplamaları tamamlamak ve zamanla yarıştığı böylesi bir sürecin onda yarattığı stres ve sağlık sorunlarıyla baş etmek gibi... 

 

 

 

Vincent’ın kuzeni Anton, hedefledikleri hızı sağlayabilmenin bir yolunu bulmaktan sorumlu bir matematik dehasıdır. Bu konu onun sorumluluğundadır fakat diğer lojistik ve operasyonel süreçleri bir sondaj uzmanıyla birlikte yönetmekte olan Vincent neredeyse tek başınadır.

Hızlı yaşarken genç ölmek

Yakın dönem finansal krizlerini kadrajlarına alan Para Avcısı (The Wolf Of Wall Street, 2013) ve Büyük Açık (The Big Short, 2015) filmlerinin izinden giden The Hummingbird Project ilgi çekici anlarla dolu. Büyük bankaların ve zengin yatırımcıların yüksek hızlı bilgisayarları nasıl kullandıklarını ve ekonomiye öz sermaye sağlayan küçük yatırımcılara kıyasla nasıl bir avantaj elde ettiklerini gösterme konusunda bir fikir veriyor. Wall Street'in entrikalarına ve karanlık tarafına oldukça yüzeysel bakan film, projelerini hayata geçirmek isteyen kuzenlerin süreç boyunca karşılaştıkları trajikomik hikayesinde de zaman zaman eğleneceli, zaman zaman sinir bozucu bir hal alabiliyor. Fakat asla konumlandırıldığı türe dair bir gerilimi asla yaşatmıyor. Zamana karşı yarışan temel bir komplo etrafında şekillenen filmde karakterler aynı yörünge içinde olmayı başaramıyor. 

 

 

Kanadalı yönetmen, inşaat mühendisliğine ve teknolojiye dair oldukça niş kalabilecek detaylar içinde seyircinin kişisel bir tutkunun yön verdiği karakterlerle empati kurabilmesi ve bu çılgın projeye dahil olabilmesi adına hırs, tutku ve açgözlülüğü açığa çıkaran insancıl bir hikaye anlatarak bir denge kurmaya çalışsa da konusu itibariyle filmi teknik jargonlara boğmaktan kurtaramıyor. Özellikle modern dünyaya yüz vermeyen ve insanların neden bu kadar hıza ihtiyaç duyduğunu anlayamayan Amish topluluğunda yakaladığı metaforik etki çerçevesinde yeni dünya ile eski gelenekler arasındaki mücadeleye odaklanmış olsaydı, belki daha iyi bir film ortaya çıkmış olabilirdi.

 

 

Süre olarak da gereğinden uzun bulduğum film sonuçta kendisine referans aldığı sinek kuşunun kanatlarının çırpışı gibi; bir şeyler yaşanıyor ama sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi hissettiriyor. İnsan çabasının çok daha karmaşık alemlerine derin bir dalış yapmaya çalışırken belki de, geleceğe yönelik sonsuzmuş gibi düşündüğümüz yürüyüşümüzde bir nefes almak için ara vermemiz gerektiğini bize hatırlatıyor. Nihayetinde Vincent'ın dediği gibi, “önemli olan hedef değil, karşılaştığımız insanlar ve öğrendiğimiz dersler” mesajı dışında etkili bir sonuç bırakmıyor.

 

 

 

Haftanın diğer filmleri

Cin “Aşk Büyüsü”

Battal Karslıoğlu’nun yönettiği Cin “Aşk Büyüsü”; Musa’nın, Esra’nın sevgisini kazanmak için yaptırdığı aşk büyüsünün felakete yol açan sonuçlarını anlatıyor. Sevdiği kadını elde etmek için aşk büyüsü yapan genç bir adamın hikayesini konu ediyor. Esra’yı elde etmek için türlü yollar deneyen ve hepsinde hüsrana uğrayan Musa, son çare olarak aşk büyüsünü denemeye karar verir. Son zamanlarda sosyal medyada da büyük yankı uyandıran Aşk Büyüsü’nü deneyen Musa, beklediğinden de iyi sonuç alır. Her şey onun düşündüğünden fazla yolunda gitmiştir. Ancak her büyüde olduğu gibi basit görünen bu büyünün de sonu felakettir.

El-Deccur

El-Deccur isimli filmde bir grup arkeoloji öğrencisi, öğretmenleriyle birlikte kazı için daha önceden belirlenmiş olan bölgeye giderler. Başlarda herkes iyimser ve mutludur. Ekipten bir öğrencinin kazı sırasında tılsımlı objeyi bulmasıyla işler değişir. Gecenin çökmesiyle beraber yedi kişilik grup Deccur ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Onlar için artık tek kurtuluş sabah olmasıdır.

Gaip

Kurtuluş Savaşı’nda göğsünden aldığı haçlı bir hançer darbesiyle şehit düşen askerin arafta kalmasını konu eden Gaip, gerçek olaylardan esinlenen gerilim dolu hikayesiyle cenneti arzulayıp bir nedenle arafta kalma halini anlatıyor.

Korkuluk

Louisa Warren yönetmenliğindeki Curse of the Scarecrow, çocukluğunda ebeveynlerinin sonrasında ise kardeşinin intiharının sır perdesini aralamak isteyen June’un intikam arayışındaki Korkuluk ile yüzleşmesini konu ediniyor. Ebeveynlerinin cinayetine tanık olduktan sonra June ve Carl bütün hayatları boyunca ölümcül bir sırrı saklamak zorunda kalır fakat hiçbir sır sonsuza kadar sürmez. Yıllar sonra June, kendisini terk eden kardeşi Carl’ın gizemli intiharının akabinde aile evini araştırmak için geri döner. Gizemli evin içerisinde bulunduğu günden beri sanki ev canlı gibidir. June olanları çözmeye geldiğinde Korkuluk’un bu kez daha kuvvetlenerek yürüdüğünü ve intikam arayışında olduğunu öğrenir.

Koruyucu

Julien Leclercq’in yönettiği The Bouncer, gece kulüplerinde çalışarak sekiz yaşındaki kızı Sarah’yı büyütmeye çalışan Lukas’ın, kendisini bir anda kızının hayatını da tehdit eden olaylar içerisinde bulmasını konu ediniyor. Lukas elli yaşlarında bir gece kulübü fedaisidir. 8 yaşındaki kızı Sarah’ı büyütmek için çabalamaktadır. Ancak bir gün işler değişir: Lukas, gece kulübün bir müşterisiyle yaşadığı tartışma sırasında kontrolünü kaybeder. Bu nedenle işinden kovulur ve polisle sorun yaşamaya başlar. Paraya ihtiyaç duyduğu için bir striptiz kulübünde yeni bir iş bulur. Lukas’ın bilmediği şey ise, striptiz kulübünün tüm Avrupa’da faaliyet gösteren tehlikeli bir çete tarafından yönetiliyor olduğudur. Ve çetenin bir üyesi olarak, bir şiddet sarmalına kapılacaktır. Lukas, kızının hayatını korumak ve hayatta kalmak için savaşmak zorunda kalacaktır.

Küçük Kahraman

Küçük Kahraman filminde; Bayu, çizgi romanlara bayılan ve süper kahraman olma hayali kuran bir çocuktur. Bayu ve kuzeni Raney ormanda keşfe çıkarlar ve gizli bir mağara bulurlar. Bayu mağarada taşa gömülü bir kılıç görür ve onu taştan çıkartır. Kılıcı serbest bıraktığında taşa dönüşmüş kötü canavar Asura’yı yanlışlıkla uyandırmıştır. Yüz yıllar sonra uyanan Asura kötü güçlerini kullanıp Bayu’nun babası dahil köydeki herkesi taşa dönüştürmeye başlar. Bilge maymun, Asura’ya karşı koymak için 6 antik şövalyenin bulunup, güçlerinin yeniden kılıçta birleşmesi gerektiğini anlatır. Bayu, bilge maymunun yardımıyla savaşma gücüne kavuşup babasını ve bütün köyü kurtarmalıdır. Film, yılın en iyi senaryo ödüllü animasyonudur.

Ritüel

Hereditary ile tanınan Ari Aster’in yazıp yönettiği Midsommar, İsveç'te izole bir kasabada yaz gün dönümünün belli ritüellerle kutlandığı Midsommar etkinliklerine katılan genç bir çiftin iyice sarpa saran hikayesini konu ediniyor. Genç bir Amerikalı çift Dani ve Christian, üniversite arkadaşlarıyla birlikte, geleneksel Midsommar festivaline katılmak üzere İsveç’in bir köyüne tatile giderler. Ayrılmak üzere olan çift, bu çılgın tatili ilişkileri için son bir şans olarak görür. Zamanla, huzurlu ve yemyeşil bir cennete benzeyen bu yerde, yerel kutlamaların ve pagan ritüellerin göründüğü kadar masum olmadığını anlarlar. 90 yılda bir gerçekleşen gizli bir ayin, onları kaçışı olmayan bir korku labirentinin içine çekecektir.

Tüylü Arkadaşlar

James Snider’ın yönettiği Feather Friends, kasabanın revaçta olan Tüy Kulübüne kabul edilen yavru kuşlar Mooky ile Kooky'nin serüvenlerini anlatıyor. Yavru Kuşlar, Mooky ve Kooky, gençlik hayatlarının en iyi haberlerini yeni alırlar ve her kuşun hayalinin gerçekleşmesinden daha az bir şey değildir bu: Bir gün kasabanın prestijli Tüy Kulübüne kabul edilirler. Sevgili Tüy Kulübü başkanı, bilge yaşlı Hoot-Hoot, onlara ilk görevlerini sunar. Küçük Mooky ve Kooky dokuzuncu bulutun üzerinde uçmaya başlarlar. Ancak, görevleri düşündüklerinden daha zor görünüyordur.

Yuli

Icíar Bollaín yönetmenliğindeki Yuli, Kübalı ünlü dansçı Carlos Acosta’nın hayatını aktarırken, bir yanıyla da hiç istekli olmayan bir çocuğun dansçı oluş hikayesini anlatıyor. Sokaklarda zaman geçirmeye alışkın, hür ruhlu Yuli’deki yeteneği sezen babası, çocuğu zorla Küba Ulusal Dans Okulu’na yazdırır. Zaman geçtikçe Yuli de kendi içindeki sese kulak verir. Afrika tanrısı Ogun’un oğlunun adını taşıyan Yuli, tabuları yıkarak Londra Kraliyet Balesi gibi saygın kurumlarda sahneye çıkan ilk siyah balet olur.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU