Salman Rüşdi vesilesiyle

İbrahim Beyazoğlu Independent Türkçe için yazdı

Salman Rüşdi / Fotoğraf: Christopher Anderson/Magnum

Salman Rüşdi ABD'de bir konferansta bıçaklandı. Ben şimdi bu satırları yazarken Ruşdi boynundan, gözünden ve karnından aldığı yaralar yüzünden hâlâ yaşam mücadelesi veriyor. Koşulsuz, şartsız Rüşdi'nin ifade özgürlüğü ve yaşam hakkını destekliyorum.

Bu korkunç ve aptalca saldırıyı takriben aklıma takılan ilk düşünce şu oluyor: Nasıl olur da, Rüşdi gibi, mutadı olduğu üzere, tehdit altında yaşayan bir kişilik kamusal alanda korumasız boy gösterir, bir türlü anlamıyorum.

Nitekim, Rüşdi'nin defalarca bıçaklandığı saldırının görgü tanıklarından Mary Newsom da, yazarın yanında koruma olmadan Chautauqua Enstitüsü'ne konferans vermeye geldiğini dile getirdi. 1
 

the satanic verse.jpg
Salman Rüşdi / Fotoğraf: PA

 

Malûm, Rüşdi 1989'da Şeytan Ayetleri (The Satanic Verses) adlı postmodern romanını yayımlandıktan sonra ölüm tehditlerine maruz kaldı ve sonraki on yıl boyunca - deyim yerindeyse - saklanarak yaşadı. 

Romanın yayımlanmasını müteakip günlerde, İran İslam Devrimi'nin lideri Ayetullah Humeyni, hem Rüşdi hem romanı yayımlayanların öldürmeleri için çağrıda bulunur ve Hintli yazarın başına 3 milyon dolar (o zamanın parasıyla 2,5 milyon pound) ödül koyarlar. Birçok Avrupa ülkesi, geçici de olsa, Tahran'daki elçiliklerini geri çekmek zorunda kalır İran ve ile ilişkilerini askıya alır. 

Çok geçmeden, Şeytan Ayetleri'nin Japon tercümanı Hitoshi Igarashi, 1991 yılında Tokyo'da faili meçhul bir cinayetin kurbanı olur. Igarashi, Tsukuba Üniversitesi, Karşılaştırmalı Kültür Bölümü'nde Asistan Profesör'dü. Kitabın Norveçli yayıncısı William Nygaard da 1993'te evinde vurularak ağır yaralanır. 2 

Fetvadan sonra, Rüşdi'nin hayatı korkunç bir cehenneme döner ve Hint asıllı İngiliz yazar son derece temkinli bir hayat sürmeye devam eder. Öyle ki, fetva süresince, yazı yazarken sevdiği iki yazar Joseph Conrad ve Anton Chekhov'u onore etmek için Joseph Conrad mahlasını kullanır. 3 

Rüşdi'nin, fetvadan sonraki altı ay içinde 56 kez adresini değiştirdiği söyleniyor. 4 Hatta zehirlenir korkusuyla dışarıda/n yemek yemediği günler geliyor aklıma.
 

Sipa PressRex Features.jpg
Fotoğraf: Sipa PressRex/Features

 

14 Ocak 1989'da Bradford ve Oldham'daki bir grup Pakistan asıllı Müslüman, Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri'ni alenen yakarlar. Bu bağlamda, Robert Young'un yorumu dikkat çekicidir, çünkü: 

İngiltere'nin Bradford kentindeki Müslümanlar, batıdaki 'köktenci' Müslümanlığın genel (generic) bir tanımı haline gelirler. Kimi yorumcular, Bradford ve Oldham'daki olayları, 1933 Almanya'sında kitap yakan Nazilere benzetmek için vakit kaybetmez. Bradford ve Oldham olayları ile karşılaştırıldığında, J. K. Rowling'in Harry Potter romanlarının ABD'deki köktendinci Hıristiyanlar tarafından yakılması uluslararası basının pek ilgisini çekmez. 5 


Rüşdi ise kitap yakma eylemlerinden dolayı duyduğu hayal kırıklığını aşağıdaki sözlerle dile getirir:

Bir süre, Şeytan Ayetleri'ni okumadan kitaba dair fikir sahibi olmuş insanların hâlleri beni üzmüştü. Ancak, görünüşe göre, bu tarz sansür, kitap yakma ve benzeri eylemler, neredeyse, kitabı okumamış kişiler tarafından gerçekleştiriliyor hep. Belki de bir kitabı yakmak için o kitabı gerçekten de okumamak lâzım. 6


İran 1998'de fetvayı resmi olarak kaldırınca, Rüşdi bir nebze de olsa rahat bir nefes alır ve görece özgürlüğün tadını çıkarır. Ta ki birkaç gün önce New York'ta bıçaklı bir saldırıya uğrayana dek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Öte yandan dünya kamuoyu, 75 yaşındaki yazar Salman Rüşdi'ye Kırmızı Pazartesi kabilinden yapılan saldırıyı kınarken, hâkim İran medyası ölüm fetvasından 33 yıl sonra gelen bu saldırının 24 yaşındaki failini övdü.

Yukarıda da belirttiğim gibi, İran 1998 yılında resmi olarak fetvayı kaldırsa da, öyle görünüyor ki, ülkede Rüşdi karşıtı kızgınlık bir türlü dinmemiş. Ancak, bütün toplumlar gibi, İran da birçok farklı kişiden oluştuğu için, bazı kesimlerin yaşanan bu saldırıdan ötürü esef duyduğunu belirtmek gerekiyor . 8

Komplo teorisine yatkın kimi İranlılar ise, bu saldırı ile İran'ın uluslararası itibarının hedef alındığına inanıyor. 

Nereden bakarsanız bakın, İslamofobinin ekmeğine yağ süren bir saldırı. 


***

Rüşdi ile kişisel tanışıklığım yok ama yaşanan saldırıdan sonra, adet olduğu üzere, ben de onun şu "meşum" kitabı ve eleştiri yazılarına dair, bugün bile zihnimde hâlâ taze ve canlı, şu iki anıma yer vereyim. 

İlk anım: Hayfa'da gezerken bir kitapçıya girdim. Massada Strasse'de, ufak ama gayet göze çarpan bir yerdi. Hatta çalışanlardan biri de Amir adında sarışın, gözlüklü bir gençti. 

Neyse içeride biraz dinlenip kitaplara bakarken, birden gözüm Rüşdi'nin Satanic Verses'ına takıldı. Ciltli, mavi, oylumlu bir kitaptı. Malûm, bizim buralarda romanın İngilizcesini bulmak da zor. Merakım üstün gelince dayanamayıp kitabı satın aldım. Hatta onunla birlikte, Umberto Eco'nun siyah ciltli Foucault's Pendulum'unu da aldım. 

Ben Gurion Hava Limanı'ndan çıkış yaparken Rüşdi'nin kitabı, dillere destan o rutin İsrail güvenliğine takıldı. Yuval diye bir İsrailli güvenlik görevlisi -nedense adı aklımda kalmış- Satanic Verses'ı görür görmez "Konusu ne" diye kibarca sorunca, ben de daha önce okumadığım kitabı ayak üstü açıklamaya çalışmıştım. Dediklerimden bir şey anladı mı emin değilim. Bugünkü aklım olsa, görevliye meram anlatmak yerine, "Daha okumadım, bilmiyorum" der geçerdim.

Neyse, adaya dönünce, bütün dikkat ve tecessüsümle kitabı okumaya başladım. Gelin görün ki, kitaba ancak birkaç sayfa dayanabildim ve bir daha açıp bakmamak üzere romanı kapadım. 

Konu açıldı diye söylüyorum, Eco'nun Foucault's Pendulum'u 9 nefes kesiciydi. İlerleyen zamanlarda Rüşdi'nin başka romanlarını da denedim ama nedense hiçbiri beni açmayınca en sonunda pes ettim. Belki bir gün tekrar denerim.
 

Dave Caulkin AP.jpg
Fotoğraf: Dave Caulkin/AP

 

İkinci anım: Sene 2013. Leeds'teki ilk günlerim. Rüşdi'nin kitaplarının yakıldığı Bradford'un hemen dibinde bir şehir. Sık sık şehir merkezindeki Waterstones'a gider, ilerleyen zamanlarda müdavimi olacağım kitabevinin ikinci katında kahve içerdim. Yarı kitabevi, yarı kafe bir mekândı. Tipik Costa ve Waterstones ortaklığı yani.

Imaginary Homelands.JPG

2013 sonhaharında, burslar henüz yatmamıştı. Cebimde az para olduğundan kitap falan satın alamadığım günler. İyi ki gediklisi olduğum Waterstones'da oturup kitap okumak, hatta raftan aldığın kitabı götürüp Costa'da okumak serbest. Rüşdi'nin Imaginary Homelands'ını kahve zinciri Costa'da okuyup bitirdim. Hem de kitabın üzerine kahve dökmeden. 

O güne dek okuduğum postkolonyal denemeler bütününden daha güzeldi. Kesinlikle, göz açıcı denemelerden mürekkep, fevkalade silkeleyici, ayıltıcı bir kitaptı.

Bu kitabı, ne yazık ki, ancak Kıbrıs'a döndükten sonra, içimde ukde olduğu için, satın alabildim. 


Neden Rüşdi?

Birçok okurun aksine, ben Rüşdi'nin denemelerini tavsiye ederim. Imaginary Homelands iletişimden siyasete uzanan, oldukça geniş bir yelpazeyi kapsayan, birbirinden zihin açıcı denemelerden peyda olmuş bir Rüşdi derlemesi aslında. 

Özellikle sömürgesonrası söylem üzerine kafa yoran birisi olarak, Imaginary Homelands'ın örgüsünü dokuyan, onu boydan boya kateden iplikleri takip etmek, bugün bile bana nefes kesici bir deneyim gibi gelir. 

Çünkü, Rüşdi'nin katmanlı ve kıvrak eleştirileri, kitapta dokuduğu postkolonyal örgünün, zengin ve renkli bir deseniydi. İngiliz sömürgesonrası iklimine sirayet etmiş çelişkiler, tereddütler, kültürel melezlik, özcülük, ikili zıtlık uğrakları, ırkçılık, eklemlenmeler, kendi ve öteki ilişkisindeki etik sorunsal, iktidar ilişkilerinin karmaşıklığı, gerilim düğümleri, kozmopolit deneyimler, diyaspora ve kimlik sorunu gibi kavramları bu denli incelikle – ve yer yer mizahla – ele alan başka kaç eser sayabilirsiniz ki? 

Zira, eski Rüşdi, postkolonyal metinselliğin bağlantı ve dikiş yerlerini bizler için koyarken, bunu fevkalade insani, ırkçılık ve özcülük karşıtı, bir dille aktarmıştır. Toplumun kenarındaki çatlaklarda yaşayan mültecileri desteklemiştir.

Farklı düşünüp, meseleleri olabildiğince özgülleştirdiği için de metinlerin kalıplaşmış, katı, değişmez, dolayısıyla da "harfiyen" yorumlarına hiçbir zaman eyvallahı olmamıştı. 

Ama bütün bunların ötesinde, çok az kişi, sadece sıfır ve birlerden oluşan bir örgünün ipliklerinin eğreti ve geçici dünya ahvalinin yükünü kaldırmakta yetersiz kalıp çözüldüğünü, Rüşdi kadar rafine biçimde gözler önüne serebilmiştir. Waterstones'da okuduğum denemeleri özel yapan işte bunlardı.
 

AFP-.jpg
Fotoğraf: AFP

 

Rüşdi ve sömürgecinin seçici hafızası

Az önce de değindiğim gibi, Rüşdi'nin postmodern yaftası ile kitapçılarda sınıflandırılan romanları oldum olası beni etkilemedi. Imaginary Homelands ise bende bunun tam tersi bir etkiye yol açtı.

Sebebi - kısmen de olsa - şu: Ben de Rüşdi gibi eski bir İngiliz sömürgesinde doğup büyüdüm. Kıbrıs'ta yaşam - başka şeylerin yanı sıra - postkolonyal ilmek ve düğümlerin bir parçası olduğundan, Rüşdi'ye haiz sıradışı, komik ve akıllıca imgeler kolayca zihnime yerleşmişti. 

Rüşdi, Homi Bhabha'dan Gayatri Spivak ve Edward Said'e - ki bu düşünürler R. Young'a göre sömürge sonrası çalışmaların Kutsal Üçlüsü'dür - kültürel teorinin anıtsal isimlerini derinden etkilemiştir. 10 Bu Anglofon isimler de, benim gibi, eski İngiliz sömürgelerinde yaşamışlardır.

Kısacası dışlayıcı olduğu kadar amnezik de olan sömürgeci ilişkinin ahlâken çelişkili doğasına dair Rüşdi'den öğrenebileceğimiz birkaç şey var. 

Rüşdi her şeyden önce sömürgeci refleksin özellikle oryantalist ve modernist varyasyonlarına dikkat çeker. 

Oryantalist söylem, hepinizin bildiği gibi, modern Batı efsanesini kurgularken, Doğu'yu Batı'nın zıddı ve Batı'nın tamamen dışında bir varoluştur. 

Bu kuruntunun en belirgin uğraklarından biri de Medeniyetler Çatışması senaryosudur ki bu tasarımda "Doğu", "modernite"den nasibini almamış, modern Batı'dan "büsbütün farklı" bir medeniyet olarak "dışarıya" yansıtılır. 11 

Bu tahayyül de bizi sömürgeci söylemin modernist bir varyasyonuyla karşı karşıya bırakır. Modernist kafa yapısına göre, Batı, Birinci Dünya'yı temsil ederken, Doğu ise, batının zıddı ve onun, yani metropolün, dışında kalmış, sözüm ona Üçüncü Dünya'dır. 

Bu tipik ilerlemeci modernist yaklaşım, başka bağlamlarda, merkez - çeper ikili karşıtlığında da karşımıza çıkmaktadır.

Dolayısıyla, modernist tahayyüle göre, Batılı Birinci Dünya, Doğu'nun geleceği, başka türlü söylersek, Üçüncü Dünya'nın kaçınılmaz kaderidir. Çünkü, Üçüncü Dünya'nın Batı gibi "çağdaş" olabilmesi için, Batı'nın uzun zaman önce geçtiği yoldan geçmesi gerekir. 

Bunu yapabilmesi için de, Üçüncü Dünya, her şeyden önce, kendisini, Batı'nın tekeline aldığı modernist "tarih", "insanlık", "ilerleme" ve "kalkınma" gibi güya "evrensel" değerlerin indirgemeci skalasına vurarak ölçmek zorundadır. 

Hâl böyle olunca, "merkez"dekilerin marjinallerden veya çeperden öğrenecek hiçbir şeyleri yoktur. Batı, Doğu'dan ders almaz. Ama Doğu Batı'dan ve kendi hatalarından ders alır. 

Sömürgesonrası muhayyilenin seçici hafızasının bizden saklamak istediği emperyal tarih yazımı tam da Salman Rüşdi'nin ipliğini pazara çıkardığı zihniyettir.

Zira, bizi uyaran Gayatri Spivak'ın da dediği gibi, "Avrupa'nın kendine referanslı bir temsili" iddiasına aldanmak "Avrupa'nın emperyalist proje tarafından" hayata geçirildiği gerçeğinin üstünü örtmeye, dolayısıyla da, Batı ile el ele giden modernleşme ve sömürgeci tarihi temize çıkarmaya yarar. 12 

Spivak'ın bu ifadeyle demek istediği aslında şudur aslında: Hiçbir uygarlık - ki Batı da buna dahildir - öteki uygarlıklarla ilişkiye girmeden, bugünkü haline gelemez.

Bu nedenle bugün "Batı""Birinci Dünya" sayıp "merkeze" yansıtmamızı sağlayan tarihsel gerçek esasen Batı'nın denizaşırı sömürge faaliyetleridir. 

Bugün metropollerdeki göçmenleri dışlayan şu ırkçı zevatın dillerine pelesenk ettiği "Batı", "Birinci Dünya", "merkez", "metropol" kavramsal kurgulardır ve hiç de ötekinden, yani "Doğu", "Üçüncü Dünya" ya da "çeper"den tamamen ari ve bağımsız bir tarih değildir. 

Bu anlamda, göçmen mağdurların "Siz orada olduğunuz için biz buradayız!" 13 tepkisi, son derece yerinde ve manidardır. 

Frantz Fanon, daha 1963 yılında "Avrupa, kelimenin tam anlamıyla Üçüncü Dünya'nın eseridir" derken, bu modern sömürgeci inkâr siyasetinin anıtsal mantıksızlığını dile getiriyordu. 14

Bugün bile Fanon'un içgörülü uyarısının anlaşıldığından pek emin değilim. 
 

Reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters

 

Salman Rüşdi'nin bize en büyük katkısı budur. "Üçüncü Dünya"nın modern "Birinci Dünya"dan bağımsız, gelenek içinde donmuş, bir tarihin ürünü olmadığı, bilakis, "Üçüncü Dünya"nın sömürge-karşıtı bağımsızlık savaşı verip kendi haklarını kazanan eski sömürgelerden doğduğunu hatırlatmak 15 etik bir sorunsaldır. 

İşte Salman Rüşdi'nin alkolik Whisky Sissodia adlı kurmaca karakteri "İngilizlerin sorunu, kendi tarihlerinin denizaşırı gerçekleşmiş olması, onun için ne anlama geldiğini bilmiyorlar" derken anlattığı da budur. 

Sömürgelerinin, yani ötekilerinin, tarihinden bağımsız bir "İngiliz" tarihi olmadığı gibi, öyle bir modernlik tarihi de bugün yoktur. 16


Yazıyı noktalamadan önce ufak bir not düşmek istiyorum. Yazının girişinde Rüşdi'nin yazma ve yaşama hakkını sonuna kadar desteklesem de Rüşdi'nin her fikrini savunmuyorum. 

Bana göre yekpare bir Rüşdi olmasa da Rüşdi okuduğum süreçte en çok onun sömürge-karşıtı ve postkolonyal teoriye dair fikirlerinden istifa ettim. 

Ancak bugün, Rüşdi'nin, 70'ler ve 80'lerdeki vicdanlı, eleştirel-sol tandanslı konumundan uzağa savrulduğunu da belirtmekte yarar var. 

Sarah Waheed'in neredeyse 10 yıl önce yazmasına karşın bugün bile geçerliliğini koruyan yazısında, Waheed, Rüşdi'nin 1990'ların başından itibaren siyasi anlamda değiştiği hususunda bizi uyarır. 

Çünkü, Waheed'e göre gelinen noktada, Rüşdi muhalefet yapmak yerine artık neoliberal siyasetin idealleri ve İslami görüşlere kapılır. 

Dahası, bu değişim ünlü olmanın getirdiği statü ve ve kendini beğenmişlikle iç içe geçer. 

Defalarca Batılı izleyiciler tarafından Üçüncü Dünya hâllerinin simgesel bir temsilcisi olarak celbedilen Rüşdi, bu platformu, Şeytan Ayetleri tartışmasından devşirdiği özel ve kişisel deneyimlerini genelleştirerek geniş bir halk yelpazesine yaymak için kullandı. 

Bu bakımdan Rüşdi, onu içgüdüsel olarak iktidarın öteki tarafında gördüğüne dikkat çeken, merhum Edward Said'den, daha farklı bir perspektif sunmaya başlar. 17


Rüşdi, 11 Eylül sonrası iklimde "Teröre Karşı Savaş" yanlısıydı ve bu yüzden Arundhati Roy'la canlı yayında bir tartışma yaşamıştı. 

Roy, bu yaşananların kaynağı olarak - kısmen de olsa - Müslümanların uğradığı haksızlıklara işaret ederken, Rüşdi, tüm bu olup biteni dini fanatizme yordu. 

Ve Hintli yazar, bu tartışmada, sıkı fıkı olduğu Martin Amis, Philip Pullman, Ian McEwan gibi sağcılarla aynı nakaratı tekrarladı:

Din bütün kötülerin kaynağıdır.

 

 

***

Dr. İbrahim Beyazoğlu Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ), İletişim Fakültesi'nde Öğretim Görevlisi'dir. Lütfen görüş ve önerileriniz için şu adresten ona ulaşmakta tereddüt etmeyiniz: [email protected] 

Bu yazıyı sevgili dostum Yetin Arslan'a ithaf ediyorum ... 


Kaynakça kabilinden

Rüşdi'nin geçirdiği dönüşüme ve söz konusu The Guardian yazısına dair beni kibarca aydınlatan Ian Almond'a müteşekkirim. Onun uyarısı olmasa yekpare ve ideal bir Rüşdi portesi çizecektim. bir  Ian Almond'ın İbni Arabi, Derrida, Tasavvuf ve Yapısöküm (Ayrıntı Yayınları), Yeni Oryantalistler: Nietzsche'den Orhan Pamuk'a İslam'ın Postmodern Temsilleri (Pinhan), İki Din Tek Bayrak (Doğan) gibi üç ufuk açıcı kitabı dilimize çevrilmiştir. Rüşdi'nin 11 Eylül sonrası The Guardian'da yayınlanan yazısı için Paranoid Muslims are the problem, says Rushdie'yi okuyabilirsiniz: https://www.theguardian.com/uk/2001/nov/03/september11.afghanistan  

Postkolonyal teoriye giriş için Robert J. C. Young'ın Postcolonialism: A Very Short Introduction kitabını öneririm. Bir postkolonyal teoriye başlangıç kitabı bu kadar mı güzel olur? Ancak bu kitap maalesef Türkçeye çevrilmemiş. Dilerseniz Young'ın Postkolonyalizm & Tarihsel Bir Giriş (Matbu) ve Beyaz Mitolojiler (Bağlam) çevirilerini okuyabilirsiniz. Ama İngilizce biliyorsanız Young okumaya kesinlikle Postcolonialism: A Very Short Introduction adlı minik kitabıyla başlamanızı öneririm. 


1.  Rushdie remains in surgery as stabbing suspect named. BBC. 12 Ağustos 2022. Yazının alındığı kaynak https://www.bbc.com/news/live/uk-62524833 
2.  Who is Salman Rushdie? The writer who emerged from hiding. BBC News. 13 Ağustos 2022. Yazının alındığı kaynak https://www.bbc.com/news/entertainment-arts-62523259 
3.  Will Gompertz. Meeting Salman Rushdie. 17 Eylül 2012. Yazının alındığı kaynak https://www.bbc.com/news/entertainment-arts-19621386 
4.  Salman Rüşdi, Humeyni'nin ölüm fetvasından 33 yıl sonra saldırıya uğradı. Euronews.  12 Ağustos 2022. Yazının alındığı kaynak https://tr.euronews.com/2022/08/12/salman-rusdi-humeyninin-olum-fetvasindan-33-yil-sonra-saldiriya-ugradi 
5.  Robert J. C. Young. Postcolonialism: A Very Short Introduction. Oxford University Press. 2003, s. 24. 
6.  BBC English Magazine. February. 1996. 

7.  Rushdie's attacker hailed by Iran's media. Hindustan Times. 13 Ağustos 2022. Yazının alındığı kaynak https://twitter.com/htTweets/status/1558457527381413888?t=MIE5zOUs_tJkDIuAuyXaYw&s=19 
8.  Martin Chulov. Salman Rushdie attack: Iranians react with mixture of praise and concern. The Guardian. 13 Ağustos 2022. Yazının alındığı kaynak https://www.theguardian.com/books/2022/aug/13/salman-rushdie-attack-iranians-react-with-mixture-of-praise-and-concern 
9.  Bu romanın Can Yayınları tarafından yapılmış harika bir çevirisi vardır.
10.  Robert Young. Colonial Desire: Hybridity in Theory, Culture and Race. Routledge. 1995, s. 163. Young’ın bu kitabı da maalesef Türkçeye çevrilmeyi bekliyor.
11.  Tuğrul İlter. “The Framing of 11 September in The Turkish Media: Moder(n)ating Turkey's
Oriental Identity”. Arab Studies Quarterly, 25, ½. 2003: (179-196), s. 182-183.
12.  Tuğrul İlter & Sevda Alankuş. 'The changing configurations of self-(m)other dialogue in North Cyprus', Social Identities, 16: 2, 2010: (261-284), s. 262.
13.  Tuğrul İlter. “Turkey: Modern or Postmodern? The Genealogy and Ecology of Kemalist Modernization and a Democracy to Come”. Culture & Communication.  5, 2, 2002: (97-133), s. 124.
14.  Tuğrul İlter. "Is it Good to Become the Master of One’s Home?". Tuğrul İlter ve diğerleri [Der.] içerisinde, If You Wish Peace, Care for Justice (s. 121-129), Eastern Mediterranean University Press. 2014, s. 124.
15.  A.g.e., s. 124.
16.  Tuğrul İlter. “Modernizm, Postmodernizm, Postkolonyalizm: Ben-Öteki İlişkileri ve Etnosantrizm” Küresel İletişim Dergisi (Global Media Journal Turkish Edition) Cilt 1, Sayı 1, 2006: (1-14), s.9.

17.  Sarah Waheed. Salman Rushdie, Edward Said, and Moral Courage: The legacy of an intellectual friendship in an age of Islamophobia—on the 10-year anniversary of Said’s death. AAWW. 26 Eylül 2013. Yazının alındığı kaynak https://aaww.org/salman-rushdie-edward-said-and-moral-courage/?fbclid=IwAR2g9EdS_d8EHfYKdH7wt2mR7x2tL4_nL8w8ExD_fRlazxtSfhHl3rY48I8 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU