Göç devinimdir ve zekayı açar

Doç. Dr. Emel Topcu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Hangi ülkenin bir ya da birkaç şehrine beş altı yıl gibi kısa bir sürede nüfusunun dörtte biri kadar dışarıdan yeni nüfus gelse orada problem çıkar. Hele gelenler başka bir kültürden ise bu durum sosyal patlama seviyesine bile ulaşabilir. Türkiye’de birçok şehir bu durumda. Gaziantep’te beş yüz bin mülteci var. Başlı başına bir şehir. Şimdiye kadar münferit birkaç olay harici önemli sayılabilecek bir durum olmadı. Kilis’te kendi nüfusundan daha fazla mülteci var. Akıl almaz bir durum. Bütün bunları bu ülkede yaşayan yerli halk başardı. 

Diğer taraftan düşünecek olursak çok değil, yüz yıl önce, aynı imparatorluğun vatandaşlarıydı bu insanlar. 1917 yılında İngiltere-Fransa ve Rusya’nın yaptığı gizli Sykes-Picot ve Sazanova anlaşması ile Osmanlı toprakları parçalanıp bu ülkeler arasında bölünmeye karar verildi. Sonra Rusya’da devrim oldu ve Rusya çekildi. Lenin açık etti gizli anlaşmayı; ama devam ettirdi geri kalan iki ülke aralarındaki gizli anlaşmayı Sykes-Picot anlaşması olarak.

Suriye savaşı akrabaları yeniden kavuşturdu

Oturdular masa başına, böldüler ülkelere coğrafya topraklarını. Yeni yeni isimler verdiler her birine. Tarihte bu topraklarda yaşayan bir medeniyet olan Asurlulara izafeten Suriye dediler komşunun adına. Masa başında bölünce toprakları, akrabaların bir kısmı Suriye’de kaldı, diğer kısmı Türkiye tarafında. Suriye savaşı akrabaları yeniden kavuşturdu. Yardım ettiler insanlar akrabalarına. Hem Suriye’ye yakın olması hem de akrabalık bağları dolayısı ile büyük yığılma Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde oldu. 

Gaziantep’le Halep’in eski bağları var. Antep Halep Eyaletine bağlıymış Osmanlı zamanında. 2000 yılından sonra babasının ölümü ile başa geçen Beşar Esad’ın açılım politikaları ile iyi ilişkiler kuruldu Türkiye ile ve Gaziantep’e gelmeye başladı Halepliler. Alışverişlerini artık Antep’ten yapıyorlardı. Şimdi Gaziantep’in Suriyeli esnaf bakımından yoğunluğu dolayısı ile meşhur olan İnönü Caddesi, böylece halk arasında Arap Caddesi diye anılmaya başlanmış savaş öncesi. 

Suriye’den gelen dolmuşlar genelde İnönü Caddesi’ne yakın bir yerde indiriyormuş yolcularını. Merkezi de bir cadde. Ve şehrin diğer yerlerine kıyaslanınca fiyatlar da makul. Savaş sonrası bildikleri yerde dükkan açmak istemiş bir çok Suriyeli küçük ölçekli yatırımcı. Biz buna ağ teorisi diyoruz akademik hayatta. İnsanlar göç ettiklerinde, genelde, ya kendilerinden daha önce tanıdıkları insanların göç ettiği yerlere, ya da daha önce bildikleri, belirli bir iletişimlerinin olduğu yere göç ederler. 

Göç harekettir; hareket olan yerde canlılık vardır

Şu an İnönü Caddesi’nde kırk beş tane Suriyeli dükkan var. Küçük ölçekli işletmeler. Yerli dükkanlarla yan yana. Esnaf birbirini kolluyor. Suriyeli dükkanların bazılarında Türk ve Suriyeli işçiler birlikte çalışıyor. Özellikle lokanta, tatlıcı ve kuruyemişçi dükkanları başka bir kültür getirdi caddeye. Gerçi bu saydığımız kültür unsurları bakımından Türkler ve Suriyeliler arasında çok fark olmasa da, küçük nüanslarla bir hareket kattı. 

Göç harekettir. Hareket olan yerde canlılık vardır. Gelenler bir taraftan özellikle yeme içme konusunda kendi kültürlerini getirirken, bir taraftan da geldikleri kültürle haşır neşir olurlar. Bu kültürlerin birbirinden öğrenmesini sağlar ve zekayı açar. Çevrenizde ne kadar çok kültür ve dil varsa zekanız o oranda gelişir. 

Göçmenler sürekli çözüm odaklı düşünürler. Bu hayatta kalmanın en önemli unsurdur. Daha önce hiç tanımadıkları, yeni geldikleri bu yerde hayatta kalabilmek için esnek olmak zorundadırlar. Stephen Hawking zekayı çok basit ve çarpıcı bir şekilde; değişime açık olma, geçmişte takılı kalmama, esneklik olarak tarif etmektedir. İşte göç her iki toplum için de hem yeni gelenler, hem yerli halk için bunu sağlar. Her iki grubun da zekası, anlayışı artar, dünya görüşü genişler. 

Gaziantep’in sanayisine de iyi geldi Suriyeliler. İkili İş Piyasası Teorisine göre gelişmiş ülkelerde refahın artması ile yerli halkın eğitimi de artmakta, böylece halk daha çok kariyer odaklı işlerde çalışmak istemektedir. Bu yüzden, yükselme imkânı olmayan, herhangi bir eğitim gerektirmeyen temizlik, maden işçiliği, fabrikadaki basit rutin işlere yerli halk rağbet etmemeye başlar. 

Max Frish: Biz işçi istemiştik, insan geldi

Türklerin Almanya’ya işçi olarak gidişleri de böyle bir hikâyenin sonucudur. İkinci Dünya Savaşından sonra sanayisi gelişen Almanya, fabrikalarda ve madenlerde çalıştıracak işçi bulamamaya başladı. Yeterli işgücü olmadığı için değil. Yerli halk bu gibi işleri tercih etmediği için bulamadı. Bunun üzerine Almanya bu tür vasıfsız işler için başka ülkelerden kısa süreliğine işçi getirme kararı aldı. Gastarbeiter (misafir işçi) olarak adlandırıldılar bu göçmen işçiler. Bir süre çalışıp geri gitmeleri bekleniyordu. 

 

almanyaya giden türk işçiler 1.jpg
Almanya’ya çalışmaya giden Türk işçilerin Sirkeci Garı'ndan başlayan gurbet yolculuğundan bir kare (1965) / Fotoğraf: Twitter - Hans Rudolf Uthoff

 

En az dört kişi bir arada olacak şekilde ranzalı odalarda kaldılar. Vardiyalı çalıştılar. İş güçleri mümkün olan en üst seviyede sömürüldü. Ne Almanya, ne Türkiye ilgilenmedi bu insanlarla. Almanya için işgüçleri önemliydi, Türkiye için ise gönderecekleri para. Ama işin içinde insan olduğu için hiçbir şey planlandığı gibi gelişmedi. Sadece bir buzdolabı parası kazanmaya giden birçok insan, şimdi torunları ile orada başlı başına bir hayat kurmuş durumdalar. Bu durumu meşhur Alman yazar Max Frish, “Biz işçi istemiştik, insan geldi” diye çok çarpıcı bir şekilde özetlemiştir. 

Şimdilerde Almanların Türkler konusunda algısı hiç hoşumuza gitmeyecek boyutlardadır ve aslında gerçekleri de yansıtmaz. “Türkler pistir, düzensizdir, eğitimsizdir, kızlarına ve eşlerine baskı yaparlar, onların okumalarına izin vermezler, erken evlendirirler, kültür nedir bilmezler” gibi önyargılar daha çok uzatılabilir. Bunlar elbette ki gerçek değil ama algı şimdilerde her şeyin önüne geçtiğinden, insanlar algılarını gerçek olarak değerlendirmektedirler. Maalesef aynı tür önyargılar Türkiye’de de Suriyeliler için hızla yayılıp bu tür algılar oluşturuluyor.

Sanayinin gelişmesi ile Gaziantep, çalıştıracak işçi bulamamaya başlamıştı. Suriyeliler yetişti imdada. Yani iddia edildiği gibi Suriyeliler kimsenin işini elinden almadılar. Refah artan Türkiye’de, yerli halk artık, rutin, yükselme imkânı olmayan, daha az ücret ödenen işlere rağbet etmemeye başlamışlardı.

Bazı araştırmalarımız çerçevesinde görüşme yaptığım Sanayiciler; “İş ilanı verdiğimizde, Türkler gelseler bile çalışmak istedikleri şartları kendileri önceden belirleyerek geliyorlar. Şunu yaparım diğerini yapmam, şu kadar maaş isterim, çalışma saatleri şu şekilde olsun gibi önceden belirlenmiş bir ajanda ile geliyorlar” diye belirtmektedirler. Bu aslında ülke adına iyi bir gösterge. İnsanlar haklarını biliyorlar ama aynı zamanda ne yazık ki esnekliklerini de kaybediyorlar. “Ancak şu şu şartlarda çalışırım yoksa olmaz” anlayışı hızla yayılıyor.  

Gaziantep sanayisinin en önemli unsurlarından biri Suriyeli iş insanları

Gaziantep’teki mülteciler diğer şehirlerden farklılık arz ederek sanki küçük bir Suriye toplumu temsili gibi bir özellik yansıtmaktadır. İçlerinde çok eğitimsiz insanlar da var, ama diğer taraftan, sanatçısı, zanaatçısı, doktoru, avukatı mühendisi, akademisyeni ve sanayicisi de var. 

Gaziantep sanayisinin en önemli unsurlarından biri de şimdilerde Suriyeli iş insanları. Halep’e yakın olduğu için, ticaret ve sanayi bakımında hareketli olduğu için, düşünce olarak açık bir şehir olduğu için Suriyeli sanayiciler Gaziantep’i tercih etmişler. Şu an 1800 tane kayıtlı işyeri var. Birçoğu fabrika. Hepsi dışarıya ihracat yapıyor. İç piyasaya pek girmiyorlar. Bunun iki sebebi var: Birincisi, yerli sanayiciler ile rekabet etmek istemiyorlar, ikincisi ise, zaten var olan müşterilerine mallarını ihraç etmeye devam ediyorlar. Bu insanların geneli Suriye’de de sanayici olarak çalıştıkları ve orada da ihracat yaptıkları için aynı işi devam ettiriyorlar. 

Suriye’de bankacılık sektörü gelişmediği için genelde peşin para ile ve dövizle çalışıyor Suriyeli sanayiciler. Böylece kredi alarak herhangi bir risk altına da girmiyorlar. Bu yüzden iki yıl önce döviz fiyatları bir anda hızla artıp kriz yaşandığında Suriyeli sanayiciler bundan etkilenmedi. Bu yüzden Gaziantep Sanayisi de dolaylı olarak bu işten nispeten zararsız çıktı. Şu an Gaziantep ihracatının yüzde 20'si Suriyeliler tarafından gerçekleştirilmektedir. Mallarını Türkiye’den sattıkları için Türk Malı damgası altında ihraç edilmekte, böylece malın kalitesi konusunda bir güvence oluşmaktadır. İhracat yaptıkları ülkelerdeki tüccarlar, Çin malı yerine, kalitesinin yüksek olması dolayısı ile Türk malını tercih etmektedirler. 

Suriyeliler şu an bütün dünyaya dağılmış durumdalar. Hepsinin birbiri ile iletişimi var. Hollanda’daki Suriyeli bir iş insanı Rusya ile olan iş ilişkilerinde, onların istedikleri malları, Türkiye’deki Suriyeli tanıdığı sanayiciye iletiyor, böylece Suriyeli sanayici Türkiye’den Rusya’ya ihracat yapıyor. Bu durum Türkiye’nin küresel ekonomiye açılmasına da yardım ediyor. 

Göç yönetimi: Bu göç iyi yönetilirse Türkiye bu işten en karlı çıkacak ülkedir

Göç uzun sürede, genelde her iki ülkeye de, hem yeni gelinen hem de anavatan ülkeye, olumlu dönüşleri olan bir olgudur. Göçmenler yeni geldikleri ülkeye hareket, devinim, yeni bakış açısı getirirler. Bu insanların rutinini bozar. Önceleri insanlar bu rutin bozulmasından hoşlanmasalar da sonradan yavaş yavaş adapte olup yeni duruma sürekli çözüm bulmaya çalışırlar.

Stephen Hawking’in belirttiği gibi bu durum zekayı açar. Göçmenler belirli bir süre sonra anavatan ülkelerinin gelişimi için de katkıda bulunurlar. İki ülke arasında bir köprü vazifesi görüp iletişimi güçlendirir ve iki ülkenin birçok alanda beraber çalışmasını sağlarlar. Ama bütün bunlar iyi bir göç yönetimi sayesinde olur. Göç yönetimi hem yeni gelen insanların menfaatine, hem de ülkenin kendi menfaatine en uygun kanunları çıkarıp, bu doğrultuda eyleme geçmekle olur.

Türkiye’de şimdiye kadar halk, Suriyeli göçünü başarılı bir şekilde yönetti. Bundan sonra devletin bu konuda planlanmış adımlar atması gerekiyor. Ama maalesef halkın ilk başlardaki olumlu tutumuna rağmen yerli halk arasında şimdilerde hızla Suriyelilere karşı büyük bir önyargılı algı gelişmektedir. Bu önyargılar, yukarıda bahsettiğimiz, Almanların Türkler hakkındaki yanlış algıları ile paralellik göstermektedir. Bu yanlış algılar ileride büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkabilir. Makalenin başında belirttiğimiz, olmadı dediğimiz sosyal patlamalara yol açabilir.

Bir an önce yerli halkı, Suriyeliler konusunda gerçek bilgilere dayalı aydınlatıcı çalışmalar yapılmalıdır. Daha sonra öncelikle okullarda olmak üzere uyum çalışmaları hızlandırılmalıdır. Uyum tek taraflı bir durum olmayıp her iki toplumun birbirine uyumu faaliyetlerini içerir. Eğer bu göç iyi yönetilirse Türkiye bu işten en karlı çıkacak ülkedir. 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU