İyimser Olmayan Umut ve umut etmenin yorgunluğu

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Görsel, Terry Eagleton'ın "İyimser Olmayan Umut" adlı kitabının kapağından alınmıştır

Şimdiki anda bekleyişi geleceğe yönelten ve umudun gerçekleşmesini arzu eden bir insan kalabalığıyla yaşıyoruz.

Kimi zaman bizlerin de o kalabalığın içine girip kimi zaman da dışına çıktığı ömrün bekleyiş anları.

Olmamış bir gerçeğin olması istenciyle tahayyülünde türlü türlü yollara giren insan, hayatın özünü bekleyişe sarmaladığı umutla vakf etme hayaliyle yaşar.

Bir yerden başka bir yere giden tren vagonlarında yolculuk edenin ulaşma arzusuna benzer umut etmek. 


Beklemekle geçen bir ömür. Umudu bekleyen anlar. Anların içinde yorgun düşen insanlar. İnsan, ömrünün yarısından fazlasını beklemekle geçirir.

Bu bekleyiş bazen yıkıcılıkla bazen de yalancı bir sarhoşlukla sürer.  Yeni dünya, yeni ülke, kanlı dünya, kanlı ülke; gözyaşına dönen insan, evini bulmaya çalışan insan, hiçbir yere ait olmayan ve ait olmadığını beyan eden bir insanlık gösterisinde bile bir şeyin gerçekleşme arzusunun umudu yatar.

Böylece sonsuz bir gösteriye dönüşür elden ele geçen umut. Görüntülerin gösterisinde umudun pohpohlandığı bir zemine rağbet eder insan kalabalığı. Tüketenlerin ve kahredenlerin gösterisi.

Hakikatin baltayla ikiye ayrıldığı, gözyaşıyla zalimliğin ayırt edilemediği bulanık suların aktığı, bakarken sadık bir vicdan beyanı, içine dönerken gösterişin uçuculuğu sertçe düşer insanlık denen gürültüye.

Söylemin ve eylemin birbirine yaklaşmadığı uluorta yerde, umut eden kim? 

Tarihin ve politikanın ortaklığıyla insanın ölümü, insanın insanı öldürdüğü mekanların ve dünyaların içinde kılavuzluk eden bir yaşam, bir bekleyişin ve çürümenin adı oluverir.

Temizlendiğini sanmış, paklığını gözlere iliştirmiş, temelinde riyayla kuşanmış her şeyin yoksunluğa koşturduğu, yoksunluğu yok etmek istediği yerde başlıyor umut; ister somut, ister soyut olsun yoksunluk, o azaptan kurtulmak ister insan. Arzuladıklarının kollarında varolmak ister. 


Umut eden insan, umut etmek üzerine düşünmeyi süreklilikle savsaklar. Umut, bireyi bütünüyle çepere aldığında, düşünce melekeleri yok olur. Hatırlamaz.

Sarhoşluk ezberini de beraberinde getirir. Hatalar tekrar eder, hatalardan ders alınmaz, umutla bakılır yaşama.

Düşünce devreye girdiğinde, hakikat bireyin etrafını ördüğünde, düşünceyi dağıtır, yerle bir eder, rahatsız eder.

Edimlerin kıyısında insanlık adına başka bir bakış gelişir. Bu bakış, hakikatin gösterdiği ve öğrettiği bir uyanıştır: Tarih öldürür. Politika öldürür. İnsan hep kendi başına kalır.

İnsan, insan olmanın vaciplerinden uzaklaşır ve yaralanır. Köşeye sıkışır. Birkaç adımla, birkaç sendelemeyle eski yerine dönüş yapar.

İnsanı yaşatan ve hayata bağlayan doğayı da insan öldürür. Başlangıçların hevesi, istatistiğin verileriyle ölmeye başladığında, soyut olana yaklaşma arzusu yerle bir olduğunda, bakış yalnızca hareket etmeyen, donan şeylere odaklanır.

Ölüm bırakır baktığı yere. Süründüğü şeylerin peşinden gider. Kesinliği sevmez. Belirsizlikte debelenmek ister. Birey debelendiği yerden çıkmak ister. Tıpkı umut eden kalabalık gibi.

Umut etmeyi elden bırakmadan yaşamı sürdürür. Çelişkinin doğuşuna zemin hazırlar. Çünkü bireyin etrafına örülmüş hakikat çemberini görmezden gelmesi, onun azabını uzattıkça uzatır.

Bilinçten uzak, düşünceyi savsaklayan ve varoluşsal olarak sadece duygusal yönüne sıkı sıkıya bağlı olan kişi, çelişkiler yumağıyla buluşur.

Fakat bir felaketin ortasında her yer alev alev yanarken, her yer yıkıntılarıyla görünürken, ölüm ve kan insanın dünyaya olan bakışını kirletirken, insan yine de umut etmekten vazgeçmez.

İnsanı insan yapan en can alıcı nokta burada başlar, kendi çelişkilerine bürünürken bile yaşamda gerçekleşmesini istediği birçok olay ya da duruma dair çıkış noktasını es geçmez.


Hakikate yaklaşan umuttan, umuda yaklaşan da hakikatten uzaklaşır

Terry Eagleton, umuda yönelik eleştirel tutum geliştirdiği İyimser Olmayan Umut kitabında umut etmek yerine umut etmenin gerekliliği üzerine eğilir.

İnsanın çelişki yumağından Terry Eagleton da kendi silahıyla bundan payını alır; mutlak muğlak olana, yer yer mutlak kesinlik yaklaşımlarıyla yegane tutarsız alanın içinde bir anda görülebilir.

Ama bu yaşamın içindeki her bir olgunun kesişimiyle oluşur. Hakikate yaklaşan umuttan, umuta yaklaşan da hakikatten uzaklaşır, fikrini metnin içinde görürüz sıklıkla.
 

eagleton.jpg
Terry Eagleton

 

Eagleton, tutarlı görünen bilinçsiz bir umutla baş başa kalan bireye, umudu eleştirel bir zemine çekerek cevap vermeye çalışır.

Yarattığı bu bakışla görmeye çalıştığı kavramları zıtlarıyla yan yana getirir. Bu bakış ne iyi olanla ne de kötü olanla uğraşır, sadece umudun genel hatlarındaki çıkış noktalarıyla bütünleşen bir deneyim ya da yeni bir kapı aralar.

Ne iyimsere ne de kötümsere sınır çizer, umut meselesindeki kördüğüme yaklaşmaya çalışır:

Suratsızlığının maskeleyemediği hazdan beslenen bir kötümserlikte kendini hastalıklı biçimde duyuran bir konformizmin olması gibi, iyimserlikte de katlanılmaz bir kırılganlık vardır.

Kötümserlik gibi iyimserlik de nüanslara kör, tek renkli bir cila atar dünyaya. Bütüncül bir zihniyet olmasından ötürü, iyimserlikte tüm nesneler bir tür ruhsal mübadele içinde birbiriyle sorunsuzca yer değiştirebilir hale gelir.

Müzmin iyimser, aynı katı şekilde programlanmış tarzda karşılık verir her şeye; bu bakımdan da rastlantı ve olumsallığı safdışı bırakır. İyimserin belirlenimci dünyasında şeyler olağandışı bir kestirilebilirlik çerçevesinde, ortada herhangi bir geçerli neden olmaksızın iyi gitmektedir.


Terry Eagleton, net sınırlarla ve net hükümlerle geliştirilen eleştirel bakış ya da yorumların tam manasıyla meselenin kavranmasına yardımcı olmadığını, her şeyi kendi doğrultusunda yürüten ve buna dair bir yaşam çizenin yanlışlığını özellikle belirtir.

Yaşamın kötü içinden iyi şeyler çıkarma, iyi şeyler içinde kötü şeyler çıkarma eğiliminde olacağı ihtimalini gözeterek, ne her şeyin tamamıyla kötü ne de iyi olduğunu söyler.

Vaatler noktasından beklentiler kapısına dek görülen, karşılaşılan ve özümsenen her şey Eagleton'ın umut üzerine düşünme pratiklerini yansıtır.

Şüphe etrafında inanç, iyimserlik ve umut pratiğini kaynaştırır, "İnanç, umut ve yardımseverlik: Teolojik olarak nitelendirilen bu üç erdem, anlamından saparak yozlaşabilir. İnanç bönlüğe, yardımseverlik aşırı duygusallığa ve umut kendini kandırmaya kayar" diyerek her kavramın kendi oluş süzgecinden uzaklaşarak anlamını yitirdiğini belirtir.

İyimser kişiyi umut etrafında dolandıran bekleyişteki net sonuç görme arzusunun bir mizaç olduğunu anlatır.

Eagleton, bu mizacın da hayata karşı asi tutum sergileyen kötümserlerle iyimserlerde aynı oranda bulunduğunu söyler.
 

 

Öte yandan Terry Eagleton, politik zemine çekerek meseleyi daha derin kılar. Toplumsal normlar ve pratiklerin kitlelerle politik akıl arasında nasıl dönüşümlere uğradığını anlatır.

Buradan Walter Benjamin'e kulak kabartarak, "Politik değişimin olmazsa olmaz koşulu iyimserliğin reddidir" cümlesini anımsatır.

Güç ile gücü elinde bulunduranların ve aynı zamanda hakim toplumun fikrine dair bir pencere açar: 

İyimserler muhafazakârdır çünkü iyi bir geleceğe duydukları inanç, şimdinin özünde iyi olduğuna duydukları güvenden kaynağını alır. Zaten iyimserlik hâkim sınıf ideolojilerinin tipik bir unsurudur. Hükümetler yurttaşlarını korkunç bir felaketin pusuda beklediğine inanmaya teşvik etmiyorsa, bunun nedeni kısmen, neşeli bir yurttaşlığın alternatifinin siyasi hoşnutsuzluk olmasıdır.

Umutsuzluk ise, aksine, radikal bir tutum olabilir. İçinde bulunduğunuz durumu dönüştürmenin gerekliliğini, ancak ona eleştirel bir gözle bakarsanız fark edersiniz. Hoşnutsuzluk reform için  teşvik edici olabilir. İyimserler ise, aksine, düpedüz kozmetik çözümlerle idare etme eğilimindedir.

Gerçek umuda en çok, işler olabilecek en vahim halini aldığında, yani iyimserliğin genellikle kabul etmeye gönülsüz olduğu uç durumlarda ihtiyaç duyulur. Umut etmek zorunda kalmamak tercih edilebilir; çünkü umutlanma ihtiyacı, nahoş olanın çoktan gerçekleştiğinin işaretidir.  

Sözgelimi İbrani İncili'ne göre, umut kâfirlere karşı çıkmayı gerektirdiği için, iç karartıcı bir alt metne sahiptir. Kişi erdeme ihtiyaç duyuyorsa, bunun nedeni etrafında sayısız kötü insanın olmasıdır.


Terry Eagleton, dünyadaki toplumsal oluşumlar, siyasal iktidarlar ve hakim sınıflar üzerinden net bir portre çizerken, dünyanın korkunç felaketlerle uğraştığı yerde hâlâ durmadan umut enjekte edenlerin aynı hakim sınıfın ürünü olduğunu söyler.

İyimserlerin umuda yönelik tavırlarının yapmacıklığının ve çoğalışının bir kitle zehirlenmesiyle kaynaştığını ve bunu bir inanç hizasına getirerek kullanışlı bir argüman yapıldığından bahseder.

Umudun, kitlelere politikacılar tarafından salgılanan bir uyarıcı olduğunu belirten Eagleton, eleştirel düşünceyi sık sık devreye sokarak olayların düzelmeyeceğine dair görüş belirten birinin de umut besleyebileceğini söyler.

Son olarak da, "Boyunuzun kısa olması konusunda yapabileceğiniz bir şeyin olmaması gibi, iyimser olmanız konusunda da yapabileceğiniz bir şey yoktur" cümlesiyle umut ile iyimserlik arasında çelişkiyi daha görünür bir yere çeker. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU