Krizlerin günah keçileri: Mülteciler

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Ruşen Takva

Zaman zaman yükselen, bazen de dinen bir fırtına gibi göçmenlere yönelik nefret dalgası özellikle 2019'da da artmış; o tarihlerde yine bu köşede "Muhacir" mi "kaçak" mı? Suriyeli göçmenler neyimiz olur? diye sormuştum.

Suriyeli sığınmacılar merkezinde ülkemizdeki genel sorununa değinen o yazı halen güncelliğini koruyor. Tekrara düşmemek için bu yazıda ise detaya girmeden yaklaşımları ele almaya çalışacağım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Göçmenliğin birçok çeşidi var. Türkiye'de ana öznesi Suriye'de yaşanan savaş ve savaşta can güvenliği kalmayan insanlar. Takriben 4 milyon sivile tekabül ediyor.

Bir de 1 ila 1,5 milyona tekabül eden işsizlik, kıtlık gibi sebeplerle Türkiye'ye gelen/geçen Afrika ve Asya kökenli insanlar var.

Öncelikle hatırlanması gereken husus, göçün Türkiye ile sınırlı olmadığı; küresel bir sorun olduğu gerçeği. Kaba hatlarıyla küresel kapitalizm nedeniyle dünyadaki kaynakların adil biçimde paylaşılmaması göçün temel sebebidir. 

Kuzey yarım küredeki (ABD, Batı Avrupa, Rusya ve Çin) süper güçler, sömürgecilik ve emperyalizm aşamalarında Latin Amerika, Afrika ve Asya'daki otoriter ve totaliter yerli rejimleri bekçiler olarak konumlandırdılar. 

Diktatörlüklere, despot rejimlere emanet edilen Güney Yarımküre 1945'ten bu yana kasıtlı olarak kurgulanmış sınır sorunları, iç savaşlara ayarlanmış anormal rejimlerle boğuşmak zorunda kaldı.

Kapitalist sanayileşmenin bir diğer "armağanı" da küresel ısınma ve iklim değişikliği oldu.

Dolayısıyla Fanon'un ifadesiyle "Yeryüzünün Lanetlileri" yeryüzünün kaynaklarında adil paylaşım yapılmayınca efendilik yapanların kapılarını çalıyorlar. Yetmiyor zorluyorlar olmadı bacadan giriyorlar. 
 

 

Küresel göç rotaları

Latin Amerika'dan Kuzey Amerika'ya Asya'dan ve Afrika'dan Türkiye ve Akdeniz üzerinden Avrupa'ya yönelen göç dalgalarının temel sebebi bu.

Dünyadaki göçün en önemli rotaları şunlar:

1.  Ortadoğu, Asya ve Doğu Afrika'dan Doğu Akdeniz ve Türkiye-Balkanlar üzerinden Batı Avrupa'ya yönelen hat: Doğu Akdeniz Rotası
 

 

2. Batı ve orta Afrika'dan Sahel Bölgesinden Libya, Tunus Cezayir ve Fas üzerindenBatı Avrupa'ya yönelen Batı Akdeniz Rotası:
 

 

3. Latin Amerika'dan Orta Amerika rotası ABD'ye yönelen hat: Orta Amerika rotası 
 

 

4. Ortadoğu'dan ve Hindiçin ülkelerinden Malezya, Endonezya ve Avustralya'ya yönelen hat: Güneydoğu Asya Rotası
 

 

Türkiye'nin jeo-stratejik konumu hep önemle ve övgüyle bahsedilir. Her sefanın bir de cefası vardır. Dünyanın ana yollarının üzerinde, bir köprü üzerinde yaşamak demek küresel göçle de yüzleşmeyi gerekli kılıyor.

"Gelmesinler", "gitsinler", "almayalım" demek de gerçekçi ve insani değil, ne yaparlarsa yapsınlar, zaten geçiciler misafirler demek de çözüm değil. 


Peki, çözüm nerede? 

Çözüm için sorunun ağırlığını ve kalıcılığını kabul etmekle işe başlamalı. 

Ardından da çalıştaylar, şuralar toplayalayarak uzmanlarla ortak bir göçmen politikası ve söylemi üretilmeli. 

Türkiye'de bir Göç ve Göçmen Bakanlığı kurulmalı. Bakanlık hem diasporadaki Türkiye vatandaşları için hem de ülkemize gelen göçmenler için çalışmalı.

Göçmenler toplumsal kültürle uyumu için çok sıkı kurslardan geçirilmeliler. Eğitim ve çalışma hakları sağlanmalı. 

Türkiye'de hukuk devleti yokluğu ekonomiden Kürt sorununa pek çok sorunu beslediği gibi göçmen sorununu da katmerleştiriyor. 

Devletin güvenlik için bir hakem olması gerekirken arandığı yerde olmaması ama olmaması gereken alanlarda hem de haddinden fazla müdahil oluşu göçmenlere yönelik yerli tepkileri de artırıyor.

Türkiye'de genel yaklaşım "Saldım çayıra, Mevlâm kayıra" deyimi ile özetlenebilir. Hukuk devleti yokluğu ve denetimsizlik ayrıca göçmenlerin pragmatik bir kart olarak kullanılması sorunun iktidar kanadında katmerleşmesinin nedenleri arasında. 

Oysa denetim ve demografik düzenlemeler ortalama olarak yapılsa faşizan popülizme de istismar alanı bırakılmamış olacak.

Sorunun en önemli noktalarından biri de Suriyeliler başta olmak üzere göçmenlerin güçlü STK'larının olmaması, onları yönlendirecek kanaat öncülerinden mahrum olmaları.

Yaşadıkları toplum ile uyuma yönelik bir eksiklik bu. Oysa böyle bir iç denetim de sosyal doku uyuşmazlıklarını aza indirebilir. 

Ana muhalefet kanadı ise iktidarın oluşturduğu boşluklardan yararlanıyor. Soruna gerçekçi ve insan hakları eksenli çözüm projeleri geliştirmek yerine popülizmin şehvetine kapılıyor.

Kestirme yoldan oy kazanmak gibi bir ranta talip oluyor. Göçmen karşıtlığını en çok dillendiren parti İYİ Parti ve ondan kopan Zafer Partisi.

CHP yönetimi daha sağduyulu davranmaya çalışsa da tabanından gelen baskıların da etkisiyle bu gruba katılıyor. Aynı baskılanma AK Parti yönetimi için de geçerli.

DEVA Partisi ve Gelecek Partisi gibi muhafazakar kökenli, EMEP ve DSİP gibi Marksist partilerin göçmen sorununda popülizmden uzak politikalar ürettiklerini görüyoruz.

Hepimiz Göçmeniz Platformu, ÖZGÜR-DER, Göç Araştırmaları Derneği (GAR), Mülteci ve Sığınmacılar Derneği, Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi, Göç Araştırmaları Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları göçmenler konusunda dayanışma içinde olsa da toplum nezdinde maalesef hem siyasal partiler hem de STK'ler azınlık durumundalar. 

 
Irkçılık nedir, ne değildir?

Peki, göçmen karşıtlığının haklı rahatsızlık mı, yoksa ırkçılık mı olduğunu nasıl ayıracağız?

Dünyadaki ırkçıların çok azı açıktan "Evet, biz ırkçıyız" der. Geneli vatanseverlik kendi halkını savunma gibi argümanlara hem kendilerini hem de çevrelerini inandırmaya çalışırlar. 

Irk ayrımcılığı yerel ya da göçmen herhangi birine sırf kendi ırkından olmadığı için ayrımcılık yapmaktır.

Yaşadığı topraklarda başka birinin yaşam hakkı olmadığına inanır. Bu sebeple kendi ırkı dışındaki birinin eşit haklardan yararlanmamasını ister. 


Peki, ırkçılık bu ülkede yeni bir şey mi?

Elbette hayır!

Sadece 6-7 Eylül olaylarına gitmemiz bile yeterli. Ülkede Türkçülük halen hakim ideoloji.

Ermenilere, Rumlara, Yahudilere yönelik düşmanca söylemlerin Hrant Dink cinayeti gibi saldırılara zemin oluşturduğu da ortada.

Tek tipçi tekçi tek renkli bir toplum kurgusunun isteği insanımızın büyük kısmına eğitim, medya ve siyaset yoluyla benimsetilmiş durumda.

Bu da zaman zaman kullanışlı bir provokasyon alanı oluşturuyor. 


Hatırlayalım 2000'li yılların başlarında ülkede üretilen Hristiyan Misyonerlere yönelen abartılı korku kampanyasını da Batı Anadolu'ya göç eden Kürtlere yönelik "istila ediyorlar" kampanyasını bu çerçevede hatırlayalım…
 

 

Bu linç ve galeyan iklimi Zirve Kitabevi katliamına ve Balıkesir gibi illerde Kürtlere ait iş yerlerine saldırılara yol açmıştı.


Şimdi de bu nefret söylemi göçmenlere yöneliyor. Irkçılığın kitleler arasında yukarıda da belirttiğim haklı rahatsızlıkları istismar ettiğini de unutmamak lazım.

Mevcut rahatsızlık sosyal doku uyuşmazlığından kaynaklanıyor ancak bu rahatsızlığı abartarak insanların can mal ve namus güvenlikleri gibi en hassas sinir uçları sürekli biçimde kışkırtılıyor ve galeyana getiriliyor.

Sorun bir ya da üç ise 100 gösteriliyor. İşte ırkçıların toplumsal manipülasyonu da burada!
 

 

Toplumsal gerçeklik ise göçmenlerin mülteci olanlarının yani Suriyelilerin geri dönebilecekleri bir ülkeleri kalmadığıdır.

Şam'daki rejim ağır devlet terörü uygulamaya devam ediyor.

Geri dönecekler dediğiniz insanların evleri, tarlaları, dükkanları ya tamamen yıkılmış ya da İran'dan getirilen milislere ve rejim yandaşlarına dağıtılmış durumda.

Ayrıca, varsayalım ki döndüler bu insanların çoğunu hapis, işkence vb. insan hakları ihlalleri bekliyor.

Siz olsaydınız döner miydiniz?   


İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ekim 2021'de yayımladığı "Hayatlarımız Ölüm Gibi": Ürdün ve Lübnan'dan Geri Dönen Suriyeli Mülteciler" isimli raporunda Suriye'nin ağır insan hakları ihlallerine sahne olduğunu ve geri dönüş için güvenli olmadığını tespit etti.

Yine Uluslararası Af Örgütü, Eylül 2021 tarihli "Eceline gidiyorsun" başlıklı raporunda ülkelerine geri dönen mültecilerin işkence ve tecavüze maruz bırakıldığını, zorla kaybedildiğini belgeledi.

Asya'dan gelen göçmenlerin durumu ise biraz daha farklı. Onlar iş bulmak için ülkelerinden çıkmış insanlar.

Muhakkak ki demografik dengeler gereği sınırda bu sınıftaki göçmenler denetlenmeli, her gelen ülkeye alınmamalı.

Çalışmak için gelen Türkmen, Afgan ya da Pakistanlılar çalışma sektörlerine göre ayrıştırılmalı ve bir plan dahilinde ülkeye kayıt altına alınarak kabul edilmeli.

Düzensiz göçü tamamen engelleyemiyorsak bile düzenli bir hale getirerek en aza indirmek ve sınır güvenliği sağlamak gerekiyor.

Ama tüm bunlar için kendi içerisinde sağlıklı işleyen bir hukuk düzeni gerekiyor ki ekonomik yapısı güçlensin.  

Ancak yine de kötü bir haber var. Küresel göçün tam ortasında kalan Türkiye ile sınırlı olmadığından bu sorun etkileri azaltılsa da varlığını koruyacak.

Sorun Türkiye'yi aşıyorsa mülteci olan olmayan göçmenlere yönelik bir yalan kampanyası oluşturmak, ötekileştirilerek tümünü genellemeler, komplo teorileri ve düşmanlaştırmalarla şeytanlaştırmak sorunu çözebilir mi yoksa daha da kangrem hale mi getirir?


Oysa çözüm uluslararası hukuka uymakta

Uluslararası hukuk belgelerine göre mülteciler konusunda bir ülkenin yapabileceği üç şey vardır:

  1. Gönüllü geri dönüş 
  2. Başka bir güvenli ülkeye yönlendirme
  3. Entegrasyon 

Türkiye'de hangi parti iktidara gelirse gelsin bu küresel tsunamiyi engelleyemeyez.

Suriyeliler ise ana gövdeyi oluşturuyor. Bu konuda iktidarın hataları sorunu katmerleştiriyor muhalefet de gerçekçi olmayan söylemlerle popülizm yapıyor.

Oysa göçmen sorununu gündelik politikanın üzerinde değerlendirebilecek ortak bir zemine taşımak gerekiyor. Elbette bu da ülke konjonktüründe çok zor. 


İktidar Suriye Savaşı'nın kısa süreceği ve sığınmacıların az sayıda kalacağını onların da kısa sürede döneceklerini öngörmüştü.

Bu sebeple de ülkeye sığınan kitleler "geçici sığınmacı" kategorisinde tutuldu. Bu öngörüsü yanlış çıkmasına rağmen sorunu geçiştirmeye çalıştığından problem içinden çıkılamaz hale geldi.

Geçici sığınmacı/ misafir kabul edildiklerinden yüzbinlerce insan kayıtdışı biçimde sosyal güvencesiz biçimde çalıştırılmaya başlandı.

Kayıtdışı ucuz iş gücü de yerli işsizliğin artmasının sebeplerinden bir kalem haline geldi.

Ekonomi daha da kötüleştikçe de sığınmacılar "iş çalan" olarak görülür oldu. Oysa uluslararası hukuka uyarak Türkiye'ye savaştan dolayı göç eden insanlara "mülteci" statüsü verilmelidir.

Mülteci olarak kabul edildiklerinde Türk vatandaşları ile eşit şartlara kavuşacaklardır. Bu da ucuz iş gücü olarak sömürülmelerini engelleyecektir.

Yani ırkçı algı operasyonlarının aksine ülkemize göç etmiş olan kişiler ayrıcalıklı ve Türk vatandaşlarından daha iyi durumda değiller aksine bırakınız üstünlüğü eşit koşullarda olmadıklarından sömürülmektedirler ki aslında ucuz iş gücü olarak "kullanılmaları"nın sebebi de budur. 


Ana akım muhalefetin gerçek-dışı söylemlerinden biri ise "Şam rejimiyle anlaşılarak mültecilerin gönüllü olarak geri gönderileceği" söylemidir.

Oysa ne böyle bir gönüllülük ne de onları güvenli biçimde kabul edecek bir Şam rejimi mevcuttur.

Gerçeklik ise Cenevre'de ilerlemesi Rusya ve İran'a güvendiğinden Şam rejimi tarafından durdurulan Suriye'de siyasi çözüm sürecidir.

Cenevre süreci tıkanmaz ve başarıyla sonuçlanırsa en azından 5 yıllık bir süreç içinde aşamalı olarak mülteciler evlerine geri dönebilme imkanı bulabilirler.

Böyle bir durum oluşmadığı sürece Suriyeli mültecilerin dönebilecekleri bir evlerinin olmadığını kabullenmek ve ona göre adımlar atmak gerekir. 


Türkiye'nin ikinci hukuki hakkı olan güvenli üçüncü bir ülkeye gönderme olasılığı var mıdır?

Asya'dan göç edenler için belki İran seçeneği  makul olsa da Suriyeliler için böyle bir üçüncü ülke sözkonusu değildir.

Ankara yönetimi belki bu üçüncü ülkeler açısında Avrupa ülkeleriyle ya da Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleriyle uluslararası zeminde artan göçmen yükünü paylaşabilir.

Peki, bu alanda bir diplomatik adım duyduk mu? Hayır.


Uluslararası hukuk açısından geriye entegrasyon/uyum kalmakta ki bu çerçevede projelerin eksikliğinin giderilmesi en makul yol haritasıdır.

 

 

* Uluslararası Hukuk belgeleri için bkz. https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU