Değişen rejimler, değişmeyen yaşamlar: 1923-1960 arasında Bulgaristan Türklerinin anavatana göçü

Prof. Dr. Zehra Aslan Independent Türkçe için yazdı

Kaynak: Akşam, 7 Ocak 1951 / Kolaj: Independent Türkçe

Rumeli'den Anadolu'ya ilk büyük göç dalgası, yaklaşık bir milyon Rumeli göçmeninin Anadolu'ya sığındığı 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile gerçekleşti. Bu tarihten sonra Balkanlardan Türkiye'ye doğru yapılan göçler, sürekli hale geldi. 

Lozan sonrasında özellikle sınır güvenliğini garantiye almayı hedefleyen Türkiye, bölgesel barışın sağlanması için çaba gösterdi. Bu çerçevede de Balkan coğrafyasından Anavatan'a yapılan göçlerin en önemli ayağını oluşturan Bulgaristan'la ilişkilerini dostluk temeline oturtmaya çalıştı.

1924 yılında iki ülke arasında yapılan görüşmelerde, Doğu Trakya'daki Bulgar Kilisesi ve Bulgar okulları gibi meseleler yüzünden sıkıntılar yaşanmış olsa da 18 Ekim 1925 tarihinde Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve Oturma Sözleşmesi imzalandı. 


Bulgaristan'daki gelişmeler ikili ilişkileri gerginleştiriyor

1932 yılından itibaren Bulgaristan'da Türkiye aleyhtarlığı, Trakya Cemiyeti'nin 1925 Dostluk Antlaşması'nın feshi yönünde aldığı karar gibi gelişmeler, iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirdi. Bunun sonucunda Türkiye'de de Bulgaristan aleyhinde hava esmeye başladı. 

Gerginliğin eyleme dönüşmesi, Bulgaristan'da Razgar'daki Türk Mezarlığı'nın talan edilmesiyle gerçekleşti. 

19 Mayıs 1934 tarihinde Bulgaristan'da darbe olması, ikili ilişkilerin yeni bir sürece girmesini sağladı. Bulgaristan, faşist darbeden on yıl sonra komünist bir darbe ile yüzleşti. Dobruca, Makedonya ve Batı Trakya üzerindeki taleplerini sürdürdü. Bunun için 1 Mart 1940 tarihinde Berlin Paktı'na girdi. 

5 Eylül 1944'ten itibaren Bulgaristan, Kızıl Ordu tarafından işgal edildi. 15 Ekim 1944 tarihinde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti kuruldu ve 1946 yılında yapılan referandumda halk tercihini, sosyalizmden yana kullandı.


Türkiye, Bulgaristan'daki Türklerin durumuna kayıtsız kalmıyor 

Bulgaristan'da yaşanan siyasi gelişmelerle birlikte Türkiye ilgisini, oradaki Türklerin durumuna yoğunlaştırdı. Buradaki Türklerin yardım talepleri, zaten Türk hükümetine ulaşıyordu. 

1920'li yılların başında Türkiye, Yunanistan'dan gelen mübadillerin alınabilmesi ve Bulgaristan'la siyasi ilişki kurulmaması gibi sebeplerle Bulgaristan'dan göçmen kabul etmemişti. 

1925 yılının Ekim ayından itibaren yeniden diplomatik ilişkiler başladıktan sonra 1927'de Güney Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçler başladı. Bulgaristan, ekonomik kaygılarla bu göçe sıcak bakmayınca Türk hükümeti, sadece ekonomik yardımlar yapmakla yetindi. 

Göçler yine de engellenemedi. Aynı yılın yaz ayları sonunda  binden fazla göçmenin Bulgaristan'dan Türk sınırına girmesiyle, Cumhuriyet Dönemi'nde bu ülkeden Türkiye'ye yapılan ilk göç gerçekleşti. 

1928 yılında Varna, Rusçuk ve Razgrad bölgelerinden toplam 2150 aile, Türkiye'ye göç etti. Bu göçün nedeni, Bulgar hükümeti açıkça desteklemese de hükümet görevlilerinin de içinde olduğuna dair duyumlar alınan, Türk ve Müslüman halka uygulanan yıldırma politikasıydı. 

Bulgaristan Türklerinin göç isteklerinin temelinde, Türklere yönelik uygulamalar ve yaşanan kaygılar vardır. 

Özellikle de Rodna Zaştita, Trakya Komitesi, Kubrat Örgütü,  Otets Paisi Birliği gibi örgütler ile bazı Bulgar basını ve aydınlarının oluşturduğu kamuoyu bu tutumda çok etkiliydi. 


Sofya Büyükelçiliğinin hazırladığı raporda Bulgaristan'daki Türklerin Türkiye'ye aldırılmaları öneriliyor

1933 yılında Türkiye'nin Sofya Büyükelçiliği, Bulgaristan'dan Türkiye'ye olası göçler ve sonuçlarının ne olabileceği hakkında bir rapor hazırladı. Raporda Bulgaristan'daki Türklerin durumuyla ilgili verilen şu bilgiler dikkat çekicidir:

  • Türkler, siyasi haklardan yoksundur.
  • Türklerin, aleyhinde işlenen suçlarda faallerine ceza verilmiyor. 
  • Pomaklara Hristiyan olmaları için baskı yapılıyor. 
  • Uygulanan vergi sistemi ile mülklere el konuluyor ve Türkler arasında cemaat hayatı felce uğratılıyor. 
  • Çingeneler dışında kalan Müslümanlar zorla Bulgarlaştırılıyor. 

Durum tespiti yapıldıktan sonra önerilen çözüm, Pomaklardan başlanarak Bulgaristan'daki tüm Türklerin, Türkiye'ye aldırılmalarıydı. 

Aslında Türk hükümetinin de bu konudaki görüşü, Bulgaristan'ın türdeş etnik bir yapı kurma politikası olduğu yönündeydi. 

Sonuçta Bulgaristan'daki gelişmelerin, ikili ilişkilerin ve raporda belirtilen tespitlerin de etkisiyle 1934 yılında Bulgaristan'daki Türklerin planlı olarak Türkiye'ye alınmasına karar verildi. 


Türkiye, temkinli bir tutum izliyor

1934-35 arasında Bulgar hükümetinin politikasını, Pomakların Türkiye'ye göçlerini engellemesi ve Türk azınlığa karşı tutumu, yönlendirirken Balkanlarda istikrar isteyen Türkiye için Bulgaristan her zaman önemini korudu.  

Bir diğer önemli husus, Bulgaristan'la ilişkilerde politika belirlenirken Türk azınlığın bundan zarar görmemesine özen gösterilmesiydi. 

Türkiye'nin bu hassasiyeti, bazı durumların önlenmesinde ise yeterli olmadı.

II. Dünya Savaşı'nın başında Almanya'nın Balkanlardaki ilerleyişi üzerine İstanbul ve bazı vilayetlerde sıkıyönetim ilan edildi. Sınır boylarında da güvenlik tedbirleri alındı. 

Bulgaristan, Türkiye'yi bu tedbirleri aleyhinde almakla suçlamışsa da taraflar, 17 Şubat 1941 tarihinde karşılıklı bir Saldırmazlık Beyannamesi yayımlandı. Bu durum üç yıl kadar sürdü.

1944 yılında Bulgaristan'da Komünist yönetimin iktidara gelmesi, zoraki kurulan ikili ilişkilerdeki dengeyi yine sarstı. 

Bulgaristan'daki Türkler komünist rejimi, başlangıçta olumlu karşılasa da bir süre sonra Türkiye'ye gideceklerin pasaportlarının engellenmesi, eğitimli aydın kesimde olan Türklerin tutuklanmaya başlanması gibi uygulamalar görüldü. 

Sistemin doğal bir akışı olarak mülklere el konuldu, hızlıca kooperatifleştirilmeler yapıldı, okul ve vakıflar devletleştirildi.


Bulgaristan'daki Türklerin Türkiye'den talepleri

Yeni rejimin kısıtlamaları nedeniyle 1944-1948 yılları arasında Bulgaristan'dan Türkiye'ye girişler azalırken uygulamalardan duyulan memnuniyetsizlik, buradaki Türklerin göç arzusunu arttırdı.

Baskının arttığı dönemde konu, Türkiye Büyük Millet Meclisine de getirildi. Meclis Başkanlığına verilen soru önergesini cevaplandıran Başbakan Hasan Saka, Bakanlığın gerekli müracaatları yaptığını ve konunun önemli bir devlet sorunu olarak ele alındığını söyledi.

Fakat "Balkan memleketlerinde komşu olsun veya uzak olsun, Türk azınlığı namıyla kendimizden olduklarına şüphe olmayan bu ekalliyetlerin mukadderatı hakkında kesin ve kati tesirler yaratacak yeni bir tedbir almak imkânı görünmüyor" diyen Başbakan'ın sözleri, Bulgaristan'daki Türk azınlığa pek umut verici değildi.

Varlıklarını sürdürme mücadelesi veren Bulgaristan'daki Türk azınlığı, bu süreçte bir taraftan Bulgar makamlarından Türkiye'ye göç izni isterken diğer taraftan da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye müracaat ettiler. Yaşadıkları zorlukları anlattılar, Türkiye'ye kabul edilmelerini talep ettiler. 

Bunlardan Filibeli göçmenler adına yazılan 1 Ocak 1945 tarihli bir mektupta, Bulgar hükümetinin Türkiye'ye göç etmek isteyenlere yönelik uygulamalrından söz ediliyor ve ülkeden ayrılacakların yanlarına kişi başına bir gömlek, şapka, palto ve çorap dışında para ve eşya almalarına izin verilmediği belirtiliyordu.
 

 

Bir başka mektupta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Bulgaristan'daki Türklerin kurtuluşu olarak görülüyordu. 

Bu bizlere olan zulümcülük çok cana yetti. Biz gökten bile imdat bekleyen bugünkü Bulgaristan'da olan Türk azınlığı. Bulgaristan'da olan bugünkü idare halkı eziyor. Ve daima biz zulüm altında yaşatılıyoruz... Canım Paşam. Senden biz bir diyeceğimiz var… Sizden onları bütün Cumhuriyet hürriyeti ile yapmanızı çok çok rica edeceğiz:  Ya 3. cihan harbi ya da Bulgaristan Türk azınlığını Türkiye Cumhuriyeti'ne kavuşturmanız. 


1947 yılından sonra Bulgaristan'da yaşam şartları daha da zorlaşınca buradaki Türklerin, Türkiye'den yardım talepleri de arttı. 

Gelen talepler üzerine 31 Mayıs 1947 tarihinde Bakanlar Kurulu toplandı ama bu toplantıdan çıkan karar, Bulgaristan Türklerinin iskânlı göçmen olarak Türkiye'ye kabul edilmelerinin daha müsait bir zamana ertelenmesi yönünde oldu. 
Karar, herhangi bir taahhüt altına girilmeyen serbest göçmenler ile mültecileri kapsamıyordu. 

Bulgaristan'dan göç etmek isteyen Türklerin bu durumda tek çaresi, kaçmak ve serbest göçmen olarak Türkiye'ye gelmekti.  


Kitlesel göçün nedenleri

Bulgaristan Türklerinin 1950-51 yıllarında gerçekleşen kitlesel göçlerinin nedenlerini, DP iktidarının ABD yanlısı tutumuna, Kore'ye asker gönderilmesine, Türkiye'nin NATO içerisinde yer alma çabasına ve Sovyetler Birliği'nin Türkiye'yi ekonomik olarak zor durumda bırakmak istemesine dayandıranlar olduğu gibi tarihsel seyrin bir parçası olarak da görenler vardır. 

Bu iki görüşün yanında 1950-51 göçüne zemin hazırlayan bir diğer önemli neden, Bulgaristan Türklerinin; din adamlarının ve Türk aydınlarının sürgün edilmesi ile eğitimlerine getirilen kısıtlamalar gibi birtakım uygulamalardan duydukları rahatsızlıktır.

Yüzde 90'ı çiftçilik yapan Bulgaristan Türklerinin 1949 yılından sonra el konulan topraklarının kooperatifleştirilmesi ise göçü hızlandırmıştır. 


Karşılıklı nota krizleri

10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgar hükümeti, Türkiye'ye sert bir nota vererek 10 Kasım 1950 tarihine kadar 250.000 kişinin Türkiye tarafından göçmen olarak kabulünü istedi. 

Yeni iktidar, bir taraftan Türkiye'ye giriş yapan göçmenleri yerleştirmeye çalışırken diğer taraftan da üç ay gibi kısa bir sürede 250 bin Türk'ün Türkiye'ye göçünü öngören notanın sonuçlarıyla karşı karşıya kaldı. 

Öncelikle Türkiye de Bulgaristan'a bir cevabi nota verdi. Burada 18 Ekim 1925 tarihli Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi'ne atıfta bulunarak, Bulgar hükümetinin kısa sürede büyük miktarda Türk'ü göç ettirmeye kalkışmasının tehcir olduğunu bildirdi.

Türkiye, Bulgaristan'daki Türklere kapılarının her zaman açık olduğunu fakat ciddi bir bütçe ve altyapı gerektirdiğinden, göçlerin büyük yığınlar halinde değil de belli aralıklarla gerçekleşmesini istiyordu. 

Bulgaristan ve Türkiye arasında nota krizinin sürdüğü dönemde bir de Çingene göçmen krizi yaşandı. Bulgarların göçmenler arasına vizesiz ve Çingene soyundan gelen bazı kimseleri sokmaya devam etmeleri üzerine Türk hükümeti, 7 Ekim 1950 tarihinde Bulgaristan sınırını kapattı. 

Bulgar hükümetinin vizesiz göçmen gönderilmeyeceğine dair taahhütte bulunması üzerine 2 Aralık 1950 tarihinde sınır tekrar açıldı.

Bundan sonra göçmen akışı devam etti. 1951 yılının yaz aylarından itibaren ise göçler azaldı.

Bulgaristan'ın yine vizesizleri ve Çingene göçmenleri Türkiye'ye sokmaya çalışması üzerine, Haziran-Ekim 1951 tarihleri arasında Bulgaristan'a altı nota daha verildi. 8 Kasım 1951'de tekrar sınır kapatıldı. 

Bulgar hükümeti 20 Kasım 1951 tarihinde bir tebliğ yayınlayarak Bulgaristan'dan Türkiye'ye yapılan göçlerin durdurulduğunu açıkladı. 

Türkiye, 1 Aralık 1951 tarihinde Bulgar tebliğine verdiği cevapta, Türkiye'nin göç etmek isteyen soydaşlarına her zaman kapılarının açık olduğunu bildirdi. Sınırda kalan 1500 kadar göçmeni de kabul etmeye hazır olduğu mesajını Sofya'ya iletti. Fakat alınan cevap olumsuzdu.


Göçmen misafirhanelerinde yeni bir yaşam

Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen göçmenler, ilk olarak Edirne'deki Karaağaç misafirhanesinde barındırıldı. 

Buranın yetersiz gelmesi durumunda Sirkeci'de bulunan göçmen evine, yine yeterli olmamışsa oradan da Tuzla'daki misafirhaneye gönderildiler.  

Göçmen sayısının sürekli artması ile birlikte Edirne ve Tekirdağ'daki misafirhaneler yeniden takviye edildi. Edirne ve İstanbul'daki iskân misafirhaneleri genişletildi, Tekirdağ ile İzmir'de yeni misafirhaneler kuruldu. 
 

2.JPG
Zafer, 21 Aralık 1950

 

Böylece transit olarak kullanılan Edirne, İstanbul, Tekirdağ ve İzmir'deki  misafirhaneler, toplam 14 bin kişinin konaklayabileceği hale getirildi. Ayrıca Demirkapı Göçmen Misafirhanesi de tamir edilerek kullanıma hazır hale getirildi. 

Misafirhanelerde, önce göçmenlerin ihtiyaçları karşılandı. Sonra sağlık, gümrük, emniyet ve iskân muameleleri yapılan göçmenler, muhtelif bölgelere devlet tarafından sevk edildiler. İskân misafirhanelerinde kaldıkları müddetçe iaşeleri, Kızılay aş ocakları tarafından karşılandı. Gidecekleri yerlere kadar kumanyaları verildi. 

Toprak ve İskân Müdürlüğü ile Kızılay tarafından açılan aş ocaklarının yeterli gelmemesi halinde de bazı mahallelerde seyyar aş ocakları kuruldu. 

Misafirhanelerdeki göçmenlerin sağlık kontrolünden geçirilmesi için Sağlık Bakanlığı, Edirne, İstanbul ve Tuzla'ya ekipler gönderdi. Ekipler, Türkiye'ye giriş yaparak misafirhanelere yerleştirilen göçmenleri genel bir taramadan geçirdi. 

Yapılan tetkiklerde 1951 yılının Şubat ayına kadar gelen göçmenlerde herhangi bir bulaşıcı hastalık bulunmadığı tespit edildi. Göçmenlerin daha kapsamlı sağlık taramasından geçirilmesi için Dünya Sağlık Teşkilatı'ndan da destek alındı.


"Göç etmekten başka çare yoktu"

Türkiye sınırından girdikten sonra Milliyet gazetesi Muhabiri Mahmut Necmettin Deliorman'ın görüştüğü bazı göçmenler, hayatlarının aynı şekilde devam etmesi halinde Bulgaristan'da Türk kalmayacağını söylediler. 

Bulgar hükümeti, madeni ve değerli eşyaların sınırları dışına çıkartılmasına izin vermediği için serbest göçmen olarak gelenler, yanlarında sadece yorgan ve birkaç parça eşya bulundurabiliyorlardı. Verdikleri bilgiye göre Bulgaristan'da sattıkları menkullerden elde ettikleri paralar, sınırda Bulgar yetkililerce ellerinden alınıyordu. 

"Ne söylesem nasıl anlatsam" diye konuşmasına başlayan bir göçmen "Bir zamanlar güllük gülistanlık olan Türk köylerinde… kan akıyor, herkes kan ağlıyor. Biz kurtulduk Allah orada kalan dindaşlarımıza yardım etsin" sözleriyle duygularını dile getirmişti. 

"Birçok mahrumiyeti göze alarak Türkiye'ye geldik" diyen Filibeli Hasan ise göç etmekten başka çareleri olmadığını söylemişti: 

Bulgar zulmü son zamanlarda tahammül edilemez bir hal aldı. Can, mal, ırz ve mal emniyeti diye bir şey kalmadı. Mal alamazsın, mal satamazsın. Vergiler çok ağır, bunlar yetmiyormuş gibi Türkçe konuşmak da bir suç teşkil ediyor.  Hiçbir suçun yokken evinden çağrılıp, günlerce dövülmek, hapse atılmak her gün olan şeylerdir. Evimizi tarlamızı bırakarak Anavatana göç etmekten başka çıkar yol yoktu...


"Göçmenlerin gelişi memleketimiz için rahmettir"

Hükümet, önceden hazırlanmış bir programa ve önemli miktarda ödeneğe ihtiyaç olduğundan başlangıçta iskânlı göçmenlerin gelişine sıcak bakmadı.

Bu nedenle de bir program dâhilinde inceleme yapıldıktan sonra siyasi ve toplumsal olarak sıkıntı yaratmayacak serbest göçmenlerin Türkiye'ye gelişlerini kabul edeceğini açıkladı. 

Vizesi olmayan hiçbir göçmen ise kabul edilmeyecekti.  

Türkiye'ye gelen göçmenlerin ihtiyaçlarının karşılanması için İskân Genel Müdürlüğünün bütçesi arttırıldı. İskân işlerinde Marshall kredisinden yapılması düşünülen yardımla ilgili yetkili Devlet Bakanlığında ayrı bir komisyon kuruldu. 

Böylece Bulgaristan göçmenleri meselesiyle iki ayrı komisyon meşgul olmaya başladı.

Gelen göçmenlerin kısa sürede üretici durumuna gelmelerinin sağlanması gerektiğini belirten Başbakan Adnan Menderes, göçmenlerin gelişinin Türkiye'nin özellikle de Türk ziraatının gelişmesi için büyük bir fırsat olduğunu belirten açıklamalar yaptı. 

…bu birkaç yüz bin Türk'ü... memleketimizin tam çalışmaya gelişmeye uğraştığı bu sıralarda Türkiye'ye yollamakla Bulgarlar... topraklarımıza adeta rahmet yağdırdılar…
 

 

1950 yılında Bulgaristan'dan gelen göçmenlerin tümü serbest göçmen vizesi ile Türkiye'ye giriş yaptı. Bunlara normal şartlarda Türkiye'nin yardımda bulunmak gibi bir taahhüdü yoktu. Bu nedenle sınırın kapatıldığı 7 Ekim 1950 tarihine kadar yaklaşık 23 bin kadarı akrabalarının yanında barındırıldı.

Fakat hükümete göre gelenler, tehcir yolu ile zorla göçe tabi tutulmuştu. Bu nedenle de taahhüt olmamasına rağmen serbest göçmenlere barınma ihtiyacı başta olmak üzere imkânlar nispetince yardım yapıldı. 

1951 yılının Nisan ayında da 1 Ocak 1950 tarihinden itibaren Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen veya gelecek olan göçmenlerin tümü, iskânlı göçmen olarak kabul edildi. Daha önce yardım talep etmeyen göçmenler de bu haklardan yararlanacaktı. 

Hükümetin göçmen meselesinde uygulayacağı yöntemde üç aşama belirlendi. Bunlardan ilki göçmenlerin meslekleri ve yaşadıkları iklim şartlarına göre her ilin barındırabileceği sayıda olmak üzere bölünerek yerleştirilmeleri, ikincisi sevklerde aksaklık yaşanmaması için valilerin illerde tüm tedbirleri alması ve son olarak da gereken mahalli imkânlara da başvurularak göçmenlerin barındırılarak en kısa sürede kendilerine yeterli hale getirilmeleri. 

1951 yılının Mayıs ayına kadar gelen göçmenlerin önemli bir kısmı barındıkları yerlerde geçimlerini sağlayacak işler buldular. Asıl iskân yerlerine yerleştirilmeleri için birçok ilde mahalli iskân komisyonları kuruldu. 

Ekonomisi tarıma dayalı olan Türkiye'nin zirai üretiminin geliştirilmesinde yüzde 70'i çiftçilerden oluşan göçmenlerden yararlanılması düşüncesiyle gelenlere toprak dağıtımı yapıldı.

Nüfusu az, iklimi göçmenlere uygun, şartları ziraata ve iskâna elverişli, kimsenin hak iddia etmediği topraklarda köyler kurulması veya 20-25 haneli küçük köylerin genişletilmesi yoluna gidildi. 

Ankara, Konya, Kırşehir, Niğde, Kayseri, Sivas ve Yozgat illeri göçmen köyleri kurmaya elverişli bölgeler olarak tespit edildi. 

Türkiye'de uyum sorunu yaşamamaları için göçmenlere eğitim verildi. Bunun için de Ankara dışında Tekirdağ ve İstanbul Tuzla'da göçmen kabul ve yetiştirme evleri açılması planlandı.

Hükümetin göçmen politikasının bir kısmı, göçmenlerin uyum sürecinde sosyal ve kültürel olarak desteklenmeleriydi. Bu çerçevede devletin parasız ve yatılı okullarında okuyacak öğrencilerin dörtte birinin, Bulgaristan'dan gelen göçmenlerin çocuklarından alınması kararlaştırıldı. 

Göçmenlerin intibakını sağlamak için kurslar açıldı. Topluca iskân edildikleri köylerde ilkokulla birlikte, göçmen ve yerli çocukların o bölgenin icap ettirdiği sanatları öğrenmeleri için yetiştirme binaları yapıldı. 

1950-1951 göçü ile maddi varlıklarını Bulgaristan'da bırakarak Türkiye'ye gelen göçmenlerin çoğu, hükümetin ve halkın desteği ile yeni hayatlarına kısa zamanda adapte oldular 

Hükümet, göçmenleri milli servete katkı sağlayacak yararlı unsurlar olarak değerlendirdi. 

Yetkili ağızlardan göçmen meselesinin, milli bir dava olduğuna dair açıklamalar yapıldı.
 

4.jpg
Zafer, 28 Aralık 1950

 

Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere iktidar, muhalefet, halkın desteğiyle göçmen meselesi, çözüme kavuşturuldu. Türkiye'ye yerleştirildikten sonra da hükümet göçmenlere ihtiyaç duymaları halinde desteğini sürdürdü. 

1950 yılında 52 bin 185 ve 1951 yılında 102 bin 208 kişi olmak üzere Bulgaristan'dan Türkiye'ye 37 bin 351 aileden toplam 154 bin 393 nüfusun göçü gerçekleşmişti. 

1950-1960 döneminde sadece Bulgaristan'dan değil Türkistan'dan, Suriye'den ve 1957 yılında Garbi Trakya'dan, Türkiye'ye göçler yapıldı. 

1959 yılına gelindiğinde Bulgaristan göçmenleri dışında 1950'den sonra 19 bin aile diğer memleketlerden Türkiye'ye göçmen olarak geldi böylece toplam göçmen sayısı 226 bin 590'ı buldu. 

Stratejik konumu, bulunduğu bölgedeki etkisi, gelenlere karşı tutumu, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik birçok nedenle tercih edilen ülke konumunda olan Türkiye'ye göç akışı, 1960 sonrasında da devam etti. 

 

 

•  Makale, Zehra Aslan'ın "Türkiye'de Göç ve Göçmenler (1914-1960) Karadeniz, Batum, Bulgaristan, Türkistan Türkleri ile Romanya Yahudileri, Libra Kitap, İstanbul 2020" eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU