Savunucuları ve muhalifleri arasında Rus işgali

ABD'ye duyulan nefretin, pek çok makul insanın "Putin'in büyük bir trajedi yaşadığı fikrini" desteklemesine yol açması şaşırtıcıdır

Fotoğraf: Unsplash/Tong Su

Sizce Ukrayna'daki savaşın sorumlusu kimdir?

ABD'yi suçlayan uluslararası kampın bakış açısından, cevap basit görünüyor: Suçlu ABD'dir.

Kampın bir ucunda Humeynist mollalar, Burma'daki otoriterler, Eritre'deki Maoistler, Esed'in Şam'daki maiyeti, Belarus'un eşkıyaları gibi olağan unsurlar bulunmaktadır.

Bu kampın "paralı asker" doğası göz önünde bulundurulduğunda görmezden gelinmesi kolaydır. Ancak diğer uçta, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana dünyanın karşılaştığı en büyük meydan okumanın yaşandığı şu sıralar, olayların farklı bir anlatımıyla karşılaşmaktayız.

Bunun nedeni, burada, Rus ordusunun Ukrayna işgalini haklı çıkarmak için 'aydın' ve 'yüksek rütbeli devlet adamı' etiketini kullanan kimseleri bulmamızdır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu anlatı, eski Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Lord David Owen, Profesör John Mearsheimer ve Profesör Stephen Walt, Fransız cumhurbaşkanı adayları Marine Le Pen, Eric Zemmour ve Jean-Luc Mélenchon, İngiliz köşe yazarı Peter Hitchens ve Avrupa ve ABD'de daha az bilinen bir dizi isim tarafından desteklenip köpürtüldü.

Bu isimlerin hepsi de anlatılarını üç ana suçlamaya dayandırmaktadır.


Birincisi, Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya'nın, ABD'nin doyumsuz küresel hegemonya arayışının kurbanları olarak görülmesidir.

İkincisi, NATO'nun Ukrayna'yı saflarına katmaya çalışarak Rusya'nın ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturduğu fikridir ki bu, hiçbir Rus liderin görmezden gelemeyeceği bir tehdittir.

Üçüncüsü ise, Washington tarafından savunulan Ukraynalı liderlerin, Rusya'nın Kırım'ı ilhak etme hakkını tanımayı reddetmeleridir.


İlk suçlamaya baktığımızda tam tersinin gerçeğe daha yakın olduğunu göreceğiz.

George Bush ve izleyen yönetimler, her zamanki rotalarından saptılar. Bunu, yalnızca Sovyetlerin çöküşünün neden olduğu şoku hafifletmek için değil, aynı zamanda Rusya'yı Sovyetler Birliği'nin meşru halefi olarak tanımak için yaptılar.

Sovyetler sonrasında demografik, ekonomik, diplomatik ve askeri güç açısından ülkede yaşanan gerilemeye rağmen Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmalar yürürlükte kaldı.

ABD, Varşova Paktı'nın dağılması ve Avrupa Birliği'nin genişlemesine karşı zorlu geçiş dönemini kolaylaştırmak için Moskova ile yakın çalıştı.


Rusya'yı 'grup içinde' tutmak isteyen ABD, Rusya'nın G-7'ye ve Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olmasının yanı sıra küresel sermaye piyasalarının kendisine açılmasına yardımcı olmak adına bir kampanya başlattı.

Aynı zamanda ABD'li şirketlere, Rus ekonomisini geliştirmeye yönelik büyük yatırımlar yapmaları çağrısında bulundu.

Burada ABD'nin onayının, Avrupa başta olmak üzere yabancı yatırımları teşvik etmede büyük rol oynadığını ve bunu Rus tarihindeki en büyük teknoloji transferinin izlediğini söylemek abartı olmaz.


NATO'nun Ukrayna'yı saflarına katma yönelik ilgisi ya da Profesör Mearsheimer'in "pervasız genişleme" dediği ve Putin'in kışkırtılmasıyla ilgili ikinci suçlamaya gelince, bu ilk suçlamadan daha az saf değil.

Öncelikle, NATO hiçbir ülkeyi saflarına katılmaya davet etmez. Yani, üyelik için başvurmak ülkelerin elindedir. Ukrayna bugüne dek böyle bir talepte bulunmadı.

Eğer öyle olsaydı, üyelik başvurusunun NATO kurallarına göre kabul edilmeyeceği açıktır. Çünkü NATO, bir başka ülke ile çözülmemiş toprak anlaşmazlıkları ile karşı karşıya olan ülkeyi üye olmaktan dışlar.


Yaklaşık 20 yıldır Rusya, Varşova Paktı'nın eski üyelerini içeren NATO'nun genişlemesine itiraz etmedi.

Putin'in iktidarında, NATO ile karşılıklı güvenlik konularında işbirliği anlaşması yapıldı ve bu anlaşmada tarihsel bir referans olarak Helsinki Anlaşması temel alındı.

2002'de Putin, o zamanki NATO Genel Sekreteri George Robinson ile görüştü ve kendisine alaycı bir tavırla, "Belki de NATO'nun Rusya'yı saflarına katılmaya davet etmesinin zamanı gelmiştir" dedi.

Robinson, bunun bir yaklaşım mı yoksa Rus kara mizahı mı olduğundan emin değildi ama her halükârda Putin'e, NATO'nun hiçbir devleti üye olması davet etmediğini, kendisine iletilen talepleri değerlendirdiğini hatırlatmak istedi.


Bükreş'teki 2008 NATO Zirvesi sırasında Gürcistan ve Ukrayna, NATO üyeliğine başvurmaya istekli olduklarını ifade ettiler.

Ancak kendilerinden sessizce resmi başvuruda bulunmamaları istendi. Bunun açıklanmayan nedeni, Rusya ile sorunlarının devam etmesiydi.

Putin bu durumu, NATO'nun Kiev'i ve Tiflis'i reddetmesi olarak yorumladı. Bu Putin'i, Gürcistan'ı işgal etmeye, Güney Osetya ve Abhazya'yı ele geçirmeye cesaretlendirdi.


Üçüncü olarak "kışkırtma" meselesine gelirsek, bunun da gerçekte bir anlamı yoktur.

Bununla birlikte ortada bir kışkırtma olsa da bunun hem azmettiriciye hem de kışkırtılana paylaştırılması gerekmez mi?

Kurbanı, heyecan uyandıran kıyafetler giydiği için tahrik edildiğini iddia eden bir tacizcinin en az mağdur kadar suçu yok mu?

Putin yanlısı koro, her ne kadar açıkça dile getirmese de bir zamanlar Çarlık Rusyası'nın veya Sovyetlerin parçası olan ülkeler için "sınırlı egemenlik" gibi yeni bir konsepti savunuyor ki, bu konsept ya da kavram yalnızca Ukrayna ve Gürcistan için değil, aynı zamanda Baltık ülkeleri ve Varşova Paktı'nın Doğu Avrupa üyeleri için geçerlidir.

Putin son konuşmasında bunu, Orta Asya Cumhuriyetleri, Sırbistan, Makedonya, Kosova ve Arnavutluk'a kadar genişletti.
 


Peki "ulusal güvenliği tehdit" Başkan Putin'in özel bahanesi olarak görülmeli midir?

Bu bağlamda, 1933-1934 Montevideo Sözleşmesi'ne dikkat çekmekte fayda var.

Bu sözleşmenin 8'inci maddesinde şu ifadeler yer almaktadır:

Hiçbir ülkenin, başka bir ülkenin iç ve dış işlerine karışmaya hakkı yoktur.


Milletler Cemiyeti'ndeki boşlukları gidermek için formüle edilen bu ilke, daha sonra Birleşmiş Milletler'in ve yetmiş yıldır şekillenen dünya düzeninin temel ilkesi haline geldi.

Neyse ki, Fransa cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour bile, Başkan Putin'in "Ukrayna'nın neo-Naziler tarafından yönetildiği ve mevcut savaşın İkinci Dünya Savaşı'nın devamı olduğunu ima ettiği iddiasını" tekrarlamadı.

Ancak Ukrayna'nın "Donbas'ın kaybı kadar Kırım'ın kaybını da kabul etmeyi reddetmesinin, Putin'e işgalden başka seçenek bırakmadığı" iddiası da bir o kadar şüpheli görünüyor.

Çin, bir zamanlar kendi toprağı olan bölgenin kontrolünü yeniden kazanmak için Rusya'yı işgal ederse Putin ne yapardı?


Bir devlete ait olanın başka bir devlete ait olamayacağını kabul edersek, Kırım'ın Osmanlı'nın halefi olarak Türkiye'ye, hatta Osmanlı'dan daha önce Kırım'ı yöneten Tatarlara teslim edilmesi gerekir.

Donbas'ın ve Rusya'nın güneyindeki bazı bölgelerin "asıl sahiplerine" iadesi hususuna gelince bu, daha önce Kırım'ı ve Donbas'ı kontrol eden Kazak devletinin yeniden canlanması anlamına geliyor.

ABD'ye duyulan nefretin, pek çok makul insanın "Putin'in büyük bir trajedi yaşadığı fikrini" desteklemesine yol açması şaşırtıcıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU