Rus kâbusum yeniden canlandı

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Pek çok arkadaşımın sosyal medya hesabından paylaştığı bir videoda, insanı kalbinden vuran bir sahne var. Bir annenin acısına şahit oluyorsunuz.

Ukraynalı bir anne askerdeki oğlunu arıyor. Telefonu bir Rus askeri açınca anne; "Bu Dementov'un telefonu değil mi?" diye soruyor.

Asker, "Ne istemiştiniz, yoksa siz annesi misiniz?", diye karşı soru yöneltiyor.

"Evet, annesiyim" diyor karşıdan gelen kırılgan ve ağlamaklı ses.

Rus askeri, "Bunu söylediğim için üzgünüm ama oğlunuz öldü" diyor.

"Anladım" diyor kadın, insanın kalbini titreten kırık bir sesle ve ekliyor.

"Naaşını eve yollayacak mısınız?"

Asker, "Şu anda biz cesetleri topluyoruz, ama en yakın zamanda oğlunun naaşını Ukrayna tarafına iade edeceğiz" diyor. 
 


Bu sahne beni öylesine derinden etkiledi ki, 40 yıl önceki kâbuslarım yeniden depreşti.

Kuşaklar boyu Ruslardan çekmediği kalmamış bir ailenin ferdi ve Sovyet işgalini bizzat yaşamış biri olarak, yeniden Rus olan her şeyden nefret etmeye başladım.

Çok iyi anımsıyorum; 1980 yazında Rus askerleri evimizi basmışlardı. Kasabamızın belediye başkanı ve yerel beylerden biri olarak babam, Rusların ve yerli Afgan komünistlerinin hedefindeydi.

O sırada 11 yaşındaydım ve evimizin giriş kapısının karşısındaki gür bir dut ağacının tepesine saklanmıştım.

Sarışın mavi gözlü Rus askerleri kahyamızı yere yatırmış, tercüman aracılığıyla "Silahları nerede sakladınız" diye soruyordu.

Askerlerden biri, tabancayı kahyanın ağzına dayamıştı. Korkudan kıpkırmızı kesilen kahya şok olmuş, adeta donup kalmıştı, zangır tangır titriyordu.


Ben de nefesimi tutmuş, bir korku filmindeki vahşet sahnesini izler gibi ağacın tepesinden onları izliyordum.

Yüreğim ağzımdaydı, zira ilk defa böyle bir şeye şahit oluyordum. Tabanca patlasa belki ben de ağacın tepesinden düşecektim. 

Biraz sonra Rus askerleri kahkahalarla gülmeye başlamışlardı. Koskoca kahya korkudan altına kaçırmıştı, üzerine bir kova su dökülmüş gibi kahyanın geniş şalvarı baştan aşağıya ıslanmıştı. 


Rus askerleri kahyayı bırakıp bizim elma bahçemize dalınca, ben de ağaçtan inip köyümüzün biraz ilerisindeki ırmak kıyısına doğru koşmaya başlamıştım, zira orada insan boyunu aşan buğday tarlaları vardı ve saklanmak için çok uygundu.

Ama tam yolun yarısında karşıdan gelen bir Rus tankıyla karşılaşınca hemen oradaki su değirmenini sokaktan ayıran bir duvarın arkasına saklandım.

Tank gelmiş tam duvarın önünde durmuştu. Tanktan inen askerler duvarın dibine kadar gelip ayakta işemişlerdi.

Bense duvarın arkasındaydım, nefeslerini bile duyabiliyordum. Kalbim heyecandan ve korkudan öylesine hızlı atıyordu, askerler beni her an fark edebilirdi.

Duvarın dibine çömelmiş, yanaklarımdan süzülen yaşları yenimle silerek gözlerimi kapatmıştım. Orada ne kadar kaldığımı bilmiyorum, ama tekrar kendime geldiğimde askerler gitmişti. 


Bu, benim Rus askerleriyle ilk karşılaşmamdı. Tank paletlerinin çıkardığı şıkır şıkır sesler, biz çocukların en büyük kabusuydu.

Ne zaman bu palet seslerini duysak, korkudan betimiz benzimiz atıyordu. Zira bu palet sesleri iyice yaklaşıyor, sonra duruyor ve ardından gök gürültüsünü andıran bir gürültü kopuyordu.

Böylece daha çocuk yaşlarda havaya uçurulan koca koca binalar ve parçalanan cesetlerle karşılaştık. 


Bir kez Ruslar, babamın yakın arkadaşlarından birini yakalamışlardı. Yerel beylerden biri olan adam 1,80 boyunda, iri yarı ve oldukça kilolu biriydi.

Rus askerleri, adamın ellerini arkadan bağlayıp gözlerini de bir eşarpla sıkıca kapattıktan sonra koşmasını istemişlerdi.

Adam aşırı kilolu olduğu için azıcık koşunca nefes nefese kalmıştı. Rus askerleri bir tankla adamın üzerinden geçmişlerdi.

Kasabamızın sakinleri, Rus askerlerinin ortalığı yakıp yıkıp, çekip gitmesinden sonra tank paletleri altında kıyma olan cesetten arta kalan parçaları ertesi günü toplayıp cenazeyi alelacele defnetmişlerdi.


Buna benzer daha yüzlerce vahşete şahit olmuştuk ailece. 

Bu olaylardan bir yıl önce güya sosyalist kardeşlik görevlerini ifa etmek için Afganistan'a gelen Ruslar, kardeşlik, eşitlik ve özgürlükten söz etmeye başlayınca, büyük annem "Eyvah, savaş geliyor" diye paniğe kapılmıştı.

İlkokul öğrencisi ben "Büyükanne, sen daha okuma yazma bile bilmiyorsun, bu sözlerin anlamını nerden bileceksin ki" diye çıkışmıştım. 

1920'li yıllarda Bolşevik Rusların bugünkü Türkmenistan'da sergilediği vahşeti bizzat yaşamış olan büyük annem, "Ruslar 'barış' diyorsa savaşı, 'kardeşlik' diyorsa düşmanlığı kastediyordur" demiş ve eklemişti:

Türkmenistan'a ilk geldiklerinde de aynı sözleri söylemişlerdi, ama hemen ardından köyümüze saldırıp her yeri yakıp yıkmışlardı.


Çok bilmiş bir edayla "Geç bunları büyük anne" demiştim. Ve 6 aya kalmadan savaş başlamıştı. 


Afganistan'da çocukken yaşadığım acılara ve vahşete 10 yıllık aralıklarla dünyanın diğer köşelerinde şahit oldum ve her seferinde eski acılarımı yeniden hatırladım: 90'lı yıllardaki Afgan iç savaşı, Körfez savaşı, Bosna katliamı, Karabağ trajedisi, Çeçen-Rus savaşı ve Suriye'deki iç savaş. 

Ve bugün yine bir vahşete şahit oluyoruz. Tarih boyunca başka miletlere saldıran, onların topraklarını işgal ve ilhak eden Ruslar, bu kez tüm dünyanın gözü önünde kendi öz kardeşini boğuyor.

Ortak tarihe ve geçmişe, aynı kültüre ve dile sahip Ruslar ile Ukraynalılar arasındaki fark; Azeriler ile Anadolu Türkleri gibi. İkisi de lehçe farkıyla aynı dili konuşuyor, aynı inancı ve kültürü paylaşıyor.

Ukraynalıların tek suçu, baskıcı Rusya'yı bırakıp özgür dünyanın bir parçası olmak istemesi. Zorbalık yerine adaleti, diktatörlük yerine demokrasiyi, tutsaklık yerine özgürlüğü seçmesi. 


Ukrayna devlet ve millet olarak parça parça Putin tarafından imha edilirken, Kiev'i çeşitli vaatlerle umutlandıran ABD ve AB, hiçbir işe yaramayan boş demeçlerle ve ambargo tehditleriyle Rusya'yı durdurmaya çalışıyor.

Peki, Ukrayna'da durdurulamayan bir Rusya'nın ardından Çin 60 yıldır kendi toprağı kabul ettiği Tayvan'ı işgal ederse, dünyanın hali ne olur?

Öyleyse, benim medeni dünyaya naçizane tavsiyem: Zararın neresinden dönülse, kârdır.

Putin'i durdurun ki diğerleri de benzer heveslere kapılmasın. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU