Sudan’ın devrim trenini bekleyen zorlu yokuşlar

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Mısırlı Gazeteci Üsame Câvîş (Osama Gaweesh), “African Arguments” için ahiren kaleme aldığı makalede , “Devrim bir tren yolculuğudur, zamanından önce veya yanlış durakta inmemeli, daha da önemlisi, hedefine varmadan önce seni trenden atmalarına müsaade etmemelisin” diyor. Câvîş’in Mısır’da yaşananlara atfen bu söyledikleri bizi, Sudan’da son yedi aydır hareket halinde olan devrim treninin hangi istasyona kadar ilerleyebileceği üzerine düşünmeye zorluyor. 

Protestoların arka planı 

63 yıllık bağımsızlığı süresince sadece 10 yıl kadar siviller tarafından yönetilen Sudan’da halk, üçüncü defadır barışçıl protestolarla yönetim değişikliğini sağlamış bulunuyor.

Ülkede 1964 ve 1985 yıllarında da barışçıl protestolarla askeri cunta rejimlerine son verilmesi bugün yaşananların “Arap Baharı”na indirgenemeyeceğini gösteriyor ve dolayısıyla ayrı değerlendirilmesini gerektiriyor.

Sudan halkı, 9 Temmuz 2011 tarihinde ülkenin ikiye bölünmesi anlamına gelen Güney Sudan’ın bağımsızlığını, 1972-1983 arasındaki kesinti hariç 1955 yılından beri süregiden iç savaşı bitireceği beklentisiyle kabullenmiş, bu tarihten beş gün sonra imzalanan “Darfur’da Barış İçin Doha Belgesi”yle de ülkenin batısında süren ve BM tahminlerine göre 200 binin üzerinde cana mal olan savaş ve mezalimin son bulacağını ümit etmişti. Ayrıca el Beşir Arap Baharının da etkisiyle bir sonraki seçimlerde aday olmayacağını o günlerde deklare etmişti. Ancak Güney Sudan’ın bağımsızlığının hemen akabinde Mavi Nil ve Güney Kordofan eyaletlerinde yeni bir silahlı kalkışmanın başlaması, Darfur’a beklenen barış ve sükunetin bir türlü gelmemesi ve daha da önemlisi, tüm tek adamlar gibi el Beşir’in de koltuğunu demokratik yollardan bırakmamayı tercih etmesi nedeniyle halk, büyük hayal kırıklığına uğradı. Yıllar içerisinde ekonomik durumun da gittikçe kötüleşmesi, halkı, taleplerini ifade için son çare olarak meydanlara, bu defa daha kararlı şekilde çıkmaya yöneltti.

İslamcılık etiketinin haricince basmakalıp diktatoryal bir tek adam olan el Beşir’in devrilmesiyle, devrim treninin uzun olacağı anlaşılan yolculuğunda önemli bir durak geride bırakıldı. Çünkü el Beşir’in gidişiyle, ülkede demokratik, özgürlükçü ve insan haklarına saygılı bir hukuk devleti inşasının yanı sıra, ülkenin içerisinde bulunduğu ihtilafların barışçıl yöntemlerle çözülmesi için önemli bir fırsat penceresi açıldı. Ancak Sudan halkının işi, çeşitli iç ve dış faktörler nedeniyle bu defa daha zor olacağa benziyor. 

Dahili zorluklar

Öncelikle rejimin 30 yıllık süre zarfında başta güvenlik kurumları olmak üzere tüm devlet organlarında, ekonomide ve basında kadrolaştığının, tabiri diğerle tüm köşe başlarını tuttuğunun bilincinde olunması gerekiyor. Ayrıca, rejimin üzerine bina edildiği hukuki altyapı değişmediği sürece demokratik ve çoğulcu bir değişim sağlanması olanağı bulunmuyor. 

İkincisi, el Beşir gitmiş olsa dahi ülke halihazırda el Beşir’in en yakın çevresindeki generallerden oluşan Geçici Askeri Konsey (Transitional Military Council -TMC) tarafından ve yine onun taktikleriyle yönetiliyor. TMC ile barışçıl direnişin temsilcisi olan, ana gövdesini Sudan Meslek Odaları Birliği’nin oluşturduğu Özgürlük ve Değişim Koalisyonu (Forces for Freedom and Change -FFC) arasında 3 Haziran günü yaşanan katliama kadar ülkede sivil yönetime dönüş müzakereleri yürütülmüştü. (Meslek Odaları Birliği, el Beşir’in havuç veya sopa yöntemiyle tam kontrol altında tuttuğu siyasi alanın dışında kalmış, orta sınıfa mensup ve iktidar partisinin siyasetine mesafeli muhaliflerin güvenli limanı olagelmiştir. Dolayısıyla siyasi partiler gibi yozlaşmış olarak görülmemesi ve geçmişteki önemli halk hareketlerinde de ön planda olması hasebiyle  halkın güvenini kazanmış bir oluşum.) 

Ancak TMC’nin bu müzakereleri güç konsolidasyonu için zaman kazanmak amacıyla kullandığı anlaşılıyor. Zira bir buçuk aylık bahse konu süre zarfında, üyelerinin çoğunluğu sivillerden oluşacak Egemenlik Konseyi kurulması ve üç yıl içerisinde seçime gidilmesi gibi konularda uzlaşıya varılmasına rağmen TMC, Genelkurmay karargahı önünde devam eden tamamen barışçıl nitelikteki oturma eylemini önce “ulusal güvenliğe tehdit” olarak tanımlamış, birkaç gün sonra yapılan müdahalede ise 100’den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. 

Bu katliamın hemen ardından TMC’nin, sivillerle müzakereleri sonlandırdığını ve daha önce uzlaşılan tüm hususları feshettiğini ilan etmesi, yine taraflar arasında arabuluculuk girişimi başlatan Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed ve Afrika Birliği’nin önerilerinin FFC tarafından kabul edilirken TMC tarafından ilk aşamada reddedilmesi, TMC’nin zamana oynayarak sivilleri yıldırma ve yıpratma taktiğinin parçası olarak değerlendirilebilir. TMC’nin ayrıca, sivil yönetime geçiş için gerekli hukuki altyapı kurulmadığı ortamda 9 ay içerisinde seçimlerin yapılacağını ilan etmesi, generallerin üniformasını çıkarıp takım elbise veya geleneksel kıyafet olan “cellâbiye” giymek suretiyle ülkenin yeni “sivil” yöneticileri olma heveslerini ortaya koyuyor. 

Öte yandan, 11 Nisan askeri darbesi ve el Beşir’in istifasının hemen ardından dikkatleri üzerine çeken, 3 Haziran katliamında ve takip eden süreçte ise daha çok ön plana çıkan TMC Başkan Yardımcısı Mohammed Hamdan Dagolo, Sudan’ın yeni tek adam adayı olarak takdim ediliyor. Darfur’daki katliamların birincil dereceden sorumlusu olarak gösterilen Cancavid milislerinden müteşekkil Acil Destek Gücü’nün (Rapid Support Force-RSF) de komutanı olan ve “Hemeti” lakabıyla tanınan Dagolo, görünürdeki bir numara olan TMC Başkanı General Abdulfettah Burhan’dan daha fazla basının karşısına çıkmakta, yurtdışına resmi ziyaret (Suudi Arabistan-23 Mayıs) gerçekleştirmekte ve yeni rejimin imajının güçlendirilmesi için Kanada merkezli bir firma ile 6 milyon Dolar tutarında lobicilik anlaşmasını  imzalayabilmektedir. 

Ancak, Hartum askeri ve sivil bürokrasisinin, Çad’da dünyaya gelmiş, “ikinci sınıf” ve “taşralı” olarak görülen Darfurlu bir kabileye mensup Hemeti’ye ülke yönetimini teslim etmesini beklemek, mevcut durumda fazla naif bir yaklaşım olacaktır. Geri plandaki generallerin, Hemeti’yi ve emrindeki RSF’yi geçiş döneminde ön planda tutarak zamanı geldiğinde Hemeti’nin pasifize edilmesini ve RSF’nin orduya entegre edilmesini planlıyor olması daha güçlü bir ihtimal olarak görünmektedir. Sürecin iyi yönetilemeyeceği kötü durum senaryosunda ise Hemeti ve milislerinin, Darfur’un, geçmiştekilerle kıyaslanamayacak kadar güçlü yeni isyancı örgütü haline gelme riski bulunmaktadır. Bu durum aynı zamanda ülkenin yeniden kanlı bir iç savaşa sürüklenmesi anlamına gelecektir.

Harici zorluklar

Demokrasi arayışındaki Sudan halkının işini zorlaştıran dış faktörler arasında ise öncelikle küresel konjonktürü zikretmek gerekiyor. Filipinler’den Brezilya’ya kadar aşırı sağcı, seçimle gelmelerine rağmen demokratlıkları tartışılır lider ve yönetimlerin revaçta olduğu mevcut dönem, Sudan halkı için hayati olan uluslararası desteğin cılız kalmasına neden oluyor. Ayrıca, Başkan Trump liderliğinde ABD’nin önceliklerinin köklü şekilde değişmiş olması, AB’nin Brexit ve yasadışı göçmen sorunlarına odaklı gündemi, en güçlü iki siyasi destek kanalını tıkıyor. 

Öte yandan ABD’nin, Güney Sudan’ın bağımsızlığına giden süreçte verdiği taahhütleri yerine getirmemesi nedeniyle Sudan halkı ve siyasi eliti arasında -haklı olarak- güvenilir bir muhatap olarak görülmemesi, ABD yönetiminin biraz da iç politikayı hesaba katarak yaptığı gönülsüz girişimleri anlamsız hale getiriyor. AB’nin ise yasadışı göçle mücadelede kullanılmak üzere iki yıl öncesine kadar Sudan’a 215 milyon Avro destek verdiği ve bu destekten her türlü denetimden uzak Hemeti liderliğindeki RSF milis gücünün yararlandığı iddiaları, AB’nin durduğu ahlaki zeminin sorgulanmasına neden oluyor. Öte yandan, el Beşir’le yoğun ilişkiler geliştirmiş olan Çin ve Rusya’nın bu kazanımlarını koruma adına tavırlarını TMC’den yana koymaları, anılan ülkelerin genel tarzı siyasetleriyle uyum arz ediyor.

Doğu Afrika’daki kırılganlıklar

Ayrıca bölgesel ve küresel aktörlerin tercihlerini, ülkenin bir karmaşaya sürüklenmesindense otoriter de olsa görece istikrarı sağlayacak bir yönetimden yana kullanmaları tahmine müsait görünüyor. Zira kaos ortamındaki Libya’nın yanı sıra, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Etiyopya’daki kırılganlıklara Sudan gibi bölgenin en önemli ülkesinin de eklenmesi istenmiyor. Bu durum dolaylı olarak TMC’nin tercihlerini özgürlükten ziyade güvenlikten yana kullanmasını kolaylaştırıyor.  

Arap cephesi 

Mevcut durumda Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin tutumlarının belirleyici konumda olacağı anlaşılıyor. Bahse konu üç ülkenin Sudan bağlamındaki ortak beklentisi; sürecin sonunda kendileriyle müttefik, Müslüman Kardeşler’e karşı, bölgesel rakip Türkiye-Katar blokuyla da ilişkileri sınırlı bir yönetim ortaya çıkması. 

Özelde ise Mısır, Libya’ya ilaveten güney komşusu Sudan’da da istikrar bozulsun istemiyor. Ayrıca, Nil sularının paylaşımı konusunda Sudan’ın kendi tezlerine yakın durmasını arzu ediyor. Suudi Arabistan ve BAE ise kısa vadede Sudan’ın Yemen’deki asker desteğinin devamını sağlamayı, ülkedeki yatırımlarını teminat altına almayı, orta ve uzun vadede ise kendileri açısından “öngörülebilir” bir Sudan yönetiminin kurulmasını istiyor. Bunun için de her üç ülke, TMC’ye siyasi desteklerini esirgemedikleri gibi, “kesenin ağzını” da açmış bulunuyorlar. General Burhan ve Hemeti’nin anılan ülkelere gerçekleştirdikleri resmi ziyaretler ve 3 milyar Dolar yardım taahhüdü, bu minvalde çok şey ifade ediyor. 

Türkiye-Katar 

Mevcut durumun devamı ve TMC’nin gücünü konsolide etmesi halinde Türkiye-Katar ikilisi, Sudan’daki gelişmelerin başlıca kaybedeni olacağa benziyor. TMC Başkanı Burhan’ın, Türkiye’nin Savakin Adası’nda kurmayı planladığı “askeri ikmal istasyonu” bağlamında “Ülkede yabancı askeri varlığa müsaade etmeyeceklerini” açıklaması ve El Cezire televizyonu Hartum ofisinin kapatılması, bu yöndeki önemli işaretler. Özelde ise Türkiye, hem devrik lider el Beşir’in uluslararası arenadaki en büyük destekçisi olması, hem BAE ve Suudi Arabistan’ın aksine “çek defteri diplomasisi” imkanının sınırlı olması nedeniyle, Sudan’la iletişim kanalları büyük ölçüde tıkanmış izlenimi uyandırıyor. Ancak Türkiye’yle ekonomik, ticari ve insani ilişkiler, gelişmeler hangi istikamette tecelli ederse etsin, yeni oluşacak Sudan yönetiminin yabana atamayacağı kadar önemli. Bu bağlamda, ülkede istikrarın sağlanmasının ardından ikili ilişkilerin, yaşanabilecek bazı sektelere rağmen yeniden normale dönmesi beklenebilir.

Sonuç

Sudan’da hak ettikleri insani yaşam ve demokratik yönetim için canları pahasına meydanlara inen halk, TMC’nin tüm tehditlerine inat el Beşir’in yönetime gelmesinin yıldönümü olan 30 Haziran günü de canları pahasına sokaklara çıkarak, ülke içindeki ve dışındaki tüm olumsuz şartlara rağmen yola koydukları devrim trenini olabildiğince ileri taşıma azminde olduklarını gösterdiler. Halkın temsilcisi Özgürlük ve Değişim Koalisyonu’nun da, uluslararası topluma mal olmuş liderleri veya vitrin yüzlerinin bulunmaması dezavantajları haricinde, ne yaptığını ve ne istediğini bilen, taleplerinde idealizm ile realizm arasındaki dengeyi kurabilen bir ekip olduğu anlaşılıyor. Ancak TMC, halen el Beşir döneminin refleksleriyle ve daha kötüsü, bölgesel bazı güçlerin telkinleriyle hareket ediyor izlenimi veriyor. Bu çerçevede, Sudan uzmanı Alex de Waal’ın BBC Türkçe’de yer alan bir değerlendirmesinde kaydettiği gibi, “11 Nisan darbesi demokrasiye doğru bir adım olursa, bu darbecilerin istemesi sayesinde değil, onlara rağmen olacak”.

 

 

1 Osama Gaweesh, African Arguments, 05.06.2019, https://africanarguments.org/2019/06/05/egypt-failed-sudan-revolution-please-be-warned/

2 Andrew Russell, Global News, 28.06.2019, https://globalnews.ca/news/5441999/canadian-firm-inks-6m-deal-push-political-aims-sudan-military-regime/

3 Alex de Waal, BBC Türkçe, 12.04.2019, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47884614

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU