Türkiye, Donbas'taki cepheleşmenin dışında değil

Dr. Mehmet Perinçek, Independent Türkçe için Ukrayna krizini yorumladı

ABD'nin, kendi planları önünde en büyük engeli teşkil eden Çin, Rusya, Türkiye, İran gibi ülkeleri kuşatma planları bir sır değil.

Son Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri'nin tanınması meselesine baktığımızda da Ukrayna krizinin de bundan bağımsız olmadığını görüyoruz.


Ukrayna krizinde ABD'nin amaçları

Amerika Birleşik Devletleri, Ukrayna krizi üzerinden birkaç amaç gütmektedir. Bunlardan birincisi; Rusya'yı kuşatma planını sürdürmektir. 

Tabii burada sadece ABD'nin Rusya'yı değil, diğer taraftan Türkiye'yi ve diğer Avrasya ülkelerini de kuşattığının altını çizmek gerekir.

ABD'nin Ukrayna krizi üzerinden güttüğü ikinci amaç, Avrupa'yı kontrol altında tutmaktır.

Çünkü Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa'nın başat ülkelerinin kendisinden ayrı bir kutup olarak ortaya çıkmasını istememektedir. 

Hatta artık Fransa, Almanya, NATO'dan bağımsız olarak bir Avrupa ordusu kurulmasını tartışmaya başlamışlardır.

ABD de NATO içerisindeki eski müttefiklerini kontrol altında tutmak, kendi amaçları doğrultusunda onları kullanmak ve onların ayrı bir kutup olarak ortaya çıkmasını engellemek açısından da bir Rusya tehdidi, bir Rusya korkusu yaratmaktadır ve bu çerçevede de kendi eski müttefiklerinin rakip olarak ortaya çıkmasını da engellemeye çalışmaktadır. 

Tabi Ukrayna krizi üzerinden ABD'nin bir Türkiye-Rusya çatışması yaratmak istediğini de kaydedelim. Ankara ile Moskova arasındaki ilişkileri bozmak veya yeteri kadar gelişmesini engellemek için de bu konu değerlendirilmektedir. 

Bu bakımdan Rusya, Ukrayna krizi çerçevesinde gelişen olayları kendisine bir tehdit olarak görüyor. 


NATO'nun genişlemesinde 5 dalga

Aslına bakarsanız, bunu 1990'lardan başlayan bir süreç olarak da değerlendirmek lazım.

Daha 1990'ların başında Sovyetler Birliği dağılırken, Batı kampı ile SSCB arasında yapılan görüşmelerde sözlü olarak, NATO tarafı, Batı tarafı; Almanya'nın doğusuna doğru genişlemeyecekleri yönünde Sovyet yetkililere sözler vermişlerdi. 

Ancak bu sözler, herhangi bir anlaşmaya bağlanmamış sadece sözlü olarak verilmiştir.  Bu görüşmenin zabıtları da geçtiğimiz zamanlarda yayımlanmıştı. 

Fakat bu verilen sözler, tutulmadı. Putin'in 21 Şubat'ta yaptığı konuşmada ifade ettiği gibi NATO, beş dalga halinde doğuya doğru, Rusya'ya doğru genişlemeye devam etti. 

Bu sürecin bir takip edeni olarak da Ukrayna ve Gürcistan'ın da NATO'ya katılması gündeme geldi. 

Artık NATO'nun Rusya sınırlarına dayanma çabası içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.

Rusya, kendisine yönelik bu hamleyi bir tehdit olarak görüyordu ve Rus yetkililer, çok defa da bu durumu ifade etti. 

Ukrayna'nın doğu bölgelerine yerleştirilecek herhangi bir nükleer füzenin birkaç dakika içerisinde Moskova'yı vuracak yakınlıkta olduğunu söylediler. 

Putin, 21 Şubat'ta yaptığı konuşmada, Ukrayna'nın nükleer silah geliştirme imkânına sahip olduğunu ifade etti. Buralara NATO'nun nükleer başlıklı füzeler yerleştirebileceğini belirtti.

Bu çerçevede NATO'nun da Rusya'yı baş düşman olarak görmesi, resmi olarak tanımlaması da Moskova'nın Ukrayna'nın NATO'ya girmesini kendisine yönelik düşmanca bir hamle olarak değerlendirmesine yol açtı. 


Rusya güvence alamadı

Rusya, bu anlamda son aylarda güvence istedi, kendi güvenliğiyle ilgili taleplerde bulundu, Ukrayna'nın NATO'ya alınmaması konusunda yazılı güvence istedi. 

Hatta Almanya Başbakanı Olaf Scholz Moskova'ya yaptığı ziyarette Ukrayna'nın yarın NATO'ya girmesinin söz konusu olmadığını söyledi ve Putin'i teskin etmeye çalıştı.

Ancak Scholz'un bu ifadeleri, Putin'in yarın girmese öbür gün girebilir, biz bu konuda yazılı güvence istiyoruz şeklinde cevap vermesine yol açtı. 

Dolayısıyla Rusya, kendisine gösterilen bu sözlü güvenceleri yeterli görmedi ve ABD'den bunları yazılı olarak talep etti. 

ABD'den de gelen yazılı yanıtlar, hiçbir şekilde Moskova'yı tatmin etmedi. Rusya'nın güvenlik ihlalinin önleneceği konusunda Moskova'ya hiçbir şekilde güvence vermedi.  

Bunlarla birlikte ABD'nin son yıllarda çeşitli silahsızlanma anlaşmalarından tek taraflı olarak çekildiğini de kaydetmek lazım. 

Rusya'nın son on beş yıldır silahsızlanma konusunda sunduğu tekliflerin de hayata geçirilmediğini ve Batılı ülkeler tarafından kabul edilmediğini de söylemek gerekir.


Putin'in 21 Şubat'ta yaptığı konuşmada, güvenliğin bölünmezliği ilkesi ile ilgili önemli bir hatırlatması vardı. 

Putin şunu söyledi;

"Evet, her ülke kendi güvenliğini sağlamakta özgürdür. Bağımsız karar alma iradesine sahiptir. Ancak bir ülkenin güvenliği tesis edilirken diğer ülkenin güvenliğine de zarar getirmemelidir."

Putin, bu sözlerle güvenliğin bölünmezliği ilkesini hatırlattı ve Ukrayna'nın NATO'ya girmesinin kendilerinin güvenliğine zarar getirdiğini dolayısıyla bunun kendileri açısından kabul edilemez olduğunu da söyledi. 

Aslında Putin'in dün yaptığı konuşmasına baktığımızda yeni hiçbir şey söylemediğini görüyoruz.

Daha 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmadan başlayarak bugüne kadar çok defa, farklı tonlarda dün yaptığı konuşmayı yapmıştı Putin. 

Birçok kez Batı'nın ve ABD'nin bu tavrı konusunda uyarılarda bulunmuştu. Kendilerinin gerekirse zorlayıcı tedbirler almak zorunda kalacaklarını da vurgulamıştı. 

Moskova'nın bu son hamlesi ile artık ABD ile müzakere süreçlerinden bir beklenti içinde bulunmadığını görüyoruz. Kremlin'in artık işlerin uyarıyla yürüyemeyeceğini gördüğünü ifade edebiliriz. 

ABD'nin artık bu şekilde durdurulmasının mümkün olmadığını da sözlerle uyarılarla veya müzakerelerle durdurulmasının mümkün olmadığını da Kremlin, artık hesaba katmaktadır. 

Artık beş dalga ile artık sınırına dayanmış olan bir NATO tehdidi Rusya açısından geçerlidir.


Kararlı ve somut bir adım atıldı

Bundan dolayı, kendi milli güvenliğini sağlamak adına somut ve kararlı adımlar atmıştır ve ABD tehdidine de somut ve net bir cevap verdiğini Kremlin'in bu son hamlesiyle yani Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyeti'nin tanınması ile ABD tehdidine bir cevap verdiğini ifade edebiliriz.

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu meselenin sadece Rusya ve Ukrayna arasında bir mesele olmadığını görüyoruz.

Ama bunun sadece Rusya ve ABD arasında bir mesele olmadığının da altını çizmek gerekir.


Türkiye de bu kamplaşmaya dâhil

Bu kamplaşma, Türkiye'yi de yakından ilgilendirmektedir. Hatta Türkiye bizzat bu kamplaşmanın içerisinde nesnel çıkarları doğrultusunda bulunmaktadır.

Türkiye de ABD'nin kuşatma planı ile karşı karşıyadır.

Hatta ABD'nin Karadeniz'deki, Ukrayna'daki faaliyetleri ve planları; Suriye'de PKK ve PYD ile işbirliği içinde gerçekleştirmek istediği planlardan da farklı değildir. 

Dolayısıyla ABD, PKK ile Suriye'de ne yapıyorsa benzer faaliyetleri de Ukrayna'da yapacaktır. Genel stratejisine hizmet edecek planlar içerisinde bulunacaktır.

Dolayısıyla bu planların içerisinde Türkiye'nin kuşatılması olduğu açıktır. Türkiye, sadece Suriye üzerinden değil, Doğu Akdeniz'den, Ege'den ve Trakya'dan da ABD tarafından kuşatılmaktadır.

Türkiye'yi çevreleyen bu hilalin Karadeniz'e doğru genişletmek istendiği açıktır. Dolayısıyla ABD'nin Karadeniz'deki, Ukrayna'daki faaliyetleri; Türkiye'ye de karşıdır bir taraftan.

Bununla birlikte Karadeniz'deki bu gelişmeler, Türkiye'yi yakından ilgilendirirken Türkiye, nesnel çıkarları ile bu anlamda bu kamplaşmanın içerisinde yer alırken, Doğu Akdeniz'deki gelişmeler de Rusya'yı yakından ilgilendirmektedir ve Rusya'nın nesnel çıkarları da Doğu Akdeniz'deki gelişmelerle doğrudan bağlantılıdır. 

Bu anlamda Kırım, Lugansk, Donetsk meseleleri bir taraftan Rusya'yı kuşatmak amacıyla değil, Türkiye'yi de kuşatmak amacıyla olduğu gibi, Kıbrıs konusu da sadece Türkiye'yi kuşatma planlarında değil, ABD'nin ayrıca Rusya'yı kuşatma planlarında da önemli bir rol oynamaktadır. 

Aslında dünyada artık tek bir cephe vardır, iki kamp bulunmaktadır; Atlantik ile Avrasya karşı karşıya gelmiştir ve bütün bu uzak coğrafyalardaki gelişmeler dahi ABD tehdidinden muzdarip olan ülkeleri ilgilendirmektedir.

Tayvan meselesi sadece Çin'in meselesi değildir, Rusya'nın da Türkiye'nin de meselesidir. Veya uç bir örnek verelim; Arjantin'in Falkland adaları meselesi, sadece Arjantin'in meselesi değil, ayrıca dünyada Amerikan ve İngiliz emperyalizmi karşısında tehdit gören ülkeleri de ilgilendirmektedir.

Dolayısıyla bütün bu konularla ilgili, bütün bu ülkeler, duyarlı olmak zorundadır, bu meseleleri kendi meseleleri olarak görmek durumundadır.

Emperyalizm ne kadar gerilerse dünya çapında, Türkiye'nin de nefes alması, Rusya'nın da nefes alması, Çin'in de nefes alması, İran'ın da Pakistan'ın da Azerbaycan'ın da nefes alması o kadar kolaylaşacaktır.

Bu anlamda Putin-Şi Cinping buluşmasında imzalanan bildirgeye de dikkat çekmek isterim.

Burada yeni bir dönemin başladığına işaret edilmiştir ve bu bildirgede Rusya, Tayvan meselesinde Çin'e destek verirken Pekin de Ukrayna konusunda ve NATO'nun genişlemesi konusunda Rusya'nın kaygılarını haklı bulduğunu ifade etmiştir.

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye'nin güçlü Rusya'ya Rusya'nın da güçlü Türkiye'ye ihtiyacı vardır.

Bu ülkelerin, birbirlerinin en can alıcı meselelerinde dayanışma içerisinde bulunması sadece karşı tarafa yönelik bir jest veya bir yardım olmayacaktır.

Yukarıda biraz önce ifade ettiğimiz sebeplerden dolayı kendi milli çıkarlarını gerçekleştirmek yönünde adımlar olacaktır. 

Ama bundan sonra bu savunma reflekslerinin dayanışma ve işbirliği içerisinde yürütülmesi, bütün bu ülkelerin milli çıkarlarıyla örtüşecektir.  


Türkiye'nin tavrı ne olmalı?

Türkiye, Karadeniz ve Ukrayna krizi çerçevesindeki gelişmelerle ilgili buna uygun tavır sergilemelidir.  

Birincisi; Türkiye kendi çıkarlarını hayata geçirmek üzere ve kendisine yönelik kuşatmayı yarmak üzere bir adım atmalıdır. Buna yönelik bir tavır takınmalıdır. 

ABD'yi gerileten her adım, dünyanın neresinde olursa olsun ki Ukrayna gibi Türkiye'yi yakından ilgilendiren bir coğrafyada Türkiye'nin lehine olacaktır. 

Dolayısıyla ABD'nin planlarını bozan Rusya'nın bu hamleleri, Türkiye'nin de açık bir şekilde lehinedir. Bu anlamda Rusya da aynı bilinçle olmalıdır. 

Türkiye'nin KKTC konusunda PKK/PYD'ye karşı mücadele konusundaki her başarısını Moskova da kendi başarısı olarak görmeli ve yoğun bir şekilde bunu desteklemelidir.


İkinci olarak; Türkiye'nin Ukrayna krizinde, bu son olaylarda alacağı tavır ABD'ye karşı direniş hattını oluşturacak uluslararası ittifakları kurmaya yönelik de olmalıdır. 

Çünkü karşı karşıya kalınan tehditlerin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda tek başına ABD tehdidine karşı direnmek mümkün değildir.

Uluslararası ittifaklar manzumesine ihtiyaç vardır. Türkiye, bu ittifaklar manzumesini inşa etmek perspektifiyle Ukrayna krizine bakmalıdır. 

Bu da ABD tehdidinden muzdarip olan ülkelerle işbirliği yapmaktan geçmektedir.


Üçüncü olarak Türkiye, bu meseleyi yine ele alırken ekonomisini düzlüğe çıkartacak ve üretim devrimini tetikleyecek uluslararası işbirliklerine sahip olma bakış açısıyla hareket etmelidir.

Bu da şu demektir; Türkiye karşı karşıya olduğu ekonomik tehditleri ve ekonomik krizi, tabi ki kendi iç üretimini artırarak başaracaktır; ama diğer taraftan da enerji güvenliğinden tutalım da uluslararası ticaret alanında atacağı adımlarla ve işbirlikleriyle de tabii ki kendi ekonomisini düzlüğe çıkartacak, hem gıda güvenliğini hem enerji güvenliğini sağlayacak ittifaklara ihtiyacı vardır. 

Bu anlamda Türkiye'nin Rusya, İran, Çin ve bütün komşu ülkelerle, Azerbaycan ile Türk Cumhuriyetleri ile ilişkileri de önem taşımaktadır. 

Ukrayna krizine bakışta da mutlaka ve mutlaka Türkiye'nin kendi ekonomisini düzlüğe çıkartacak uluslararası ittifakların kurulması gözüyle bakılmalıdır. 

Çünkü Rusya, Türkiye'nin bu anlamdaki en önemli ortaklarından biri olmaktadır. 

Asla ve asla Türkiye, ABD'nin ve Batı'nın kendisine dayatacağı yaptırımları kabul etmemelidir. Rusya'ya yönelik, Rusya'ya karşı yaptırımlara kesinlikle uymamalıdır. 

Türkiye, Kırım olayları sonrasında da uymamıştı, şimdi de bu tavrı mutlaka ve mutlaka takınmalıdır. 

Bu açılardan, Ukrayna meselesi, Türkiye'nin dışında olduğu bir mesele değil, milli güvenliğini, ekonomik kalkınmasına doğrudan ilgilendiren bir meseledir ve Türkiye bu noktalarda Rusya ile kader ortaklığına sahiptir. 

Hatta şunu da ifade edebiliriz; Mehmetçiğin ve İvan'ın savaştıkları cephelerde de kaderi ortaktır. Askeri, siyasal, ekonomik alanlarda Ankara-Moskova iş birliği zorunludur, bu iş birliği stratejik düzeye çıkartmalıdır.

Ayrıca bu iki ülke kültürel veya toplumsal yozlaşma vs. gibi meselelerde de benzer tehditlerle karşı karşıyadır. Oralarda da ortak tavır mutlaka takınılmalıdır. 

ABD saldırganlığının engellenmesi ortak ihtiyaçtır.


Ukrayna'nın düşmanları kim?

Bütün bunlarla birlikte Ukrayna'yı ABD'nin kucağından kurtarma görevi ve sorumluluğu da Ankara'nın önünde bulunmaktadır.

Bugün Kiev'de bir Ukrayna iradesinden ziyade ABD'nin iradesi, Washington'un iradesi söz konusudur. 
21 Şubat'ta Putin ifade etti; Maidan olayları döneminde ABD büyükelçiliği, bu eylemleri her gün bir milyon dolarla desteklemiştir. 

Ukrayna'nın bu açıdan bir iradesi son olaylarda ne yazık ki söz konusu değildir. Ukrayna ABD'nin kucağında faaliyet yürütmekten dolayı, bundan büyük zarar görmüştür.

Rusya'yla yaptığı ticaretlerde çok büyük bir kayba uğramıştır, ekonomik olarak çok ciddi zorluklar içine düşmüştür.


En büyük bela: NATO

Son gelişmelere baktığımızda Ukrayna'ya kimin düşmanlık ettiğini rahat bir şekilde anlayabiliriz.

NATO'ya girsin diyenler, komşusuna karşı yani Rusya'ya karşı Ukrayna'yı kışkırtanlar, Ukrayna'nın içine düştüğü bu durumdan sorumludur.

Bakınız Maidan Olayları olmasaydı ve Ukrayna ABD adına Rusya'ya karşı bir eylem içerisine girmeseydi bugün Kırım Lugansk ve Donetsk gibi bölgeler hala Ukrayna'nın kontrolü altında bulunacaktı. 

ABD planlarında rol oynamak Ukrayna'ya pahalıya mal oldu. Ukrayna'ya nasıl iyilik yapılır ve Ukrayna'nın nasıl dostu olunur?

Bütün belaların kaynağı bölgemizde ve dünyada NATO'dur. Türkiye'nin deneyimi bizzat bunu göstermektedir.

Türkiye, NATO'ya girmesiyle birlikte aslında bugün geldiğimiz noktada bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Türkiye'deki bölücülüğü destekleyen en başta gelen ülkenin ABD olduğunu ya da NATO'nun aslında Türkiye'de bir beka meselesi olduğunu söyleyebiliriz, ki bunu 15-16 Temmuz Amerikancı darbe girişiminde yaşadık. 

NATO, Türkiye'nin bölünmesi ve Türkiye'nin egemenliğinin ortadan kaldırılmasında ta geçmişten beri, Gladio faaliyetlerinden beri hep olumsuz rol oynamıştır. 

Türkiye'nin içinden geçtiği bu deneyim, aslında Ukrayna'da çok daha erken yaşanmıştır.

Daha Ukrayna, NATO'ya girmeden ülkesinin ekonomik olarak, siyasal olarak zarara uğraması sonucuyla karşı karşıya kalmıştır.

ABD ve NATO, bu süreçte Ruslarla Ukraynalıları, ki iki Slav millettir, kültür olarak dil olarak, köken olarak birbirleriyle birdir, bölmüştür. Hatta tek millet olarak bile değerlendirilebilecek ortak tarihe sahiplerdir.

NATO, bunları karşı karşıya getirip düşman etmeye çalışmaktadır.

Türkiye, NATO içerisinde kalarak bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışken daha Ukrayna NATO'ya girmeden yine bir bölünme süreci ile karşı karşıya geldi.

NATO, Minsk Anlaşmalarının uygulanmasını engellemiştir, bu anlamda Kiev'i kışkırtmıştır.

Kiev'in NATO'nun koçbaşı misyonunu oynaması, Ukrayna'ya pahalıya mal olmuştur.

Ukrayna'nın da içine düştüğü bu durumun en önemli sebeplerinin başında NATO üyeliği süreci ve ABD'nin planlarında rol oynama iradesi gelmektedir. Çok önemli derslerle doludur.

İşte Türkiye, ABD'nin Ukrayna üzerindeki etkisini kırarak, Ukrayna'ya iyilik yapabilir, onu bu beladan kurtarabilir. 

Onu ABD'nin kucağından çekerek, bölgesel bütünleşme süreçleri içerisine sokarak Ukrayna'ya büyük bir iyilik yapabilir. 

Bu tabi Türkiye'nin de milli çıkarları ile doğrudan ilgilidir. Çünkü Ukrayna'nın bir NATO üssüne dönüşmesi, bir Amerikan üssüne dönüşmesi; sonuç olarak sadece Ukrayna halkının, Rusya'nın çıkarlarına karşı değil, diğer taraftan da biraz önce saydığım sebeplerden dolayı Türkiye'nin de çıkarlarına karşıdır. 

Bu anlamda Türkiye'nin önünde Ukrayna'yı ABD'nin kucağından kurtarmak gibi bir görev ve sorumluluk bulunmaktadır.


Yeni bir dünya kuruluyor

ABD güvenilmez olduğunu tekrar göstermiştir yani Afganistan deneyimi aslında Ukrayna'da da yaşanmıştır.

Ukrayna kışkırtılmıştır fakat somut olarak da hiçbir destek görememiştir.

Bu da yine ABD'nin ve Batı'nın kullandığı ülkeleri her an yüz üstü bırakabileceğini de göstermektedir.

Bu anlamda; Güney Kafkasya'daki Karabağ sürecinde, son Karabağ savaşında Ermenistan'ın yaşadığı olayları da bunun bir örneği olarak göstermemiz mümkündür. 

ABD, Rusya'ya karşı son 15 senedir diyelim yaptığı hamlelerde ya da saldırılarda sadece geri püskürtülmekle kalmamış, ayrıca olduğu yerden geri adım atmak zorunda da kalmıştır. 

Bakın bu da çok önemlidir. Amerika'nın bütün bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmaktadır.

8 Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan savaşının hemen öncesine bakıyoruz, Saakaşvili'lerin ABD tarafından Rusya'ya karşı kışkırtılması ve Saakaşvili'nin başlattığı askeri harekâtı görüyoruz.

Bunun sonucunda ABD, Rusya'yı bırakın geri adım attırmayı, tam tersine Atlantik Cephesi Güney Osetya'yı ve Abhazya'yı temelli kaybetti.

Rusya'yı ve Türkiye'yi kuşatmak için Suriye'de yaptığı saldırılar, ataklar da ABD'nin başarısızlıkları ile sonuçlandı ve Rusya'nın Doğu Akdeniz'e yerleşmesine yol açtı, yine ABD'ye geri adım attırıldı.

Maidan Olayları sonrasında ABD'nin yaptığı hamleler, yine Kırım'ın elden gitmesiyle sonuçlandı. 

Ukrayna'nın NATO'ya girme süreci üzerinden yapılan bu son hamleler de bu sefer Lugansk ve Donetsk'in yine Atlantik Cephesi tarafından kaybedilmesine yol açtı.

Bütün bunlara baktığımızda artık ABD'nin bu tür saldırılarının sonuç vermediğine ve bir hezimetle sonuçlandığına tanık oluyoruz.

Bu anlamda geri adım atmak değil, ABD tehditleri karşısında kararlı duruş sergilemek bizim açımızdan da bir örnektir.

Türkiye, ABD tehditleri karşısında geri adım atmayı değil, kararlı duruşlarla ABD'yi püskürtmeyi ve bölgeye barış ve refah getirmeyi esas almalıdır.

Tek kutupluluğun sonuna geldiğimizi ifade edebilirizson gelişmelerle. Bu Türkiye için de sevindiricidir, tek kutupluluğun bitmesi ve çok kutuplu bir dünyanın kurulması.


Son gelişmeler, Türkiye için ABD'den, Atlantik'ten gelen tehdidi dengelemek açısından büyük önem taşımaktadır. 

Yeni bir dünya kurulmaktadır ve bu yeni dünya kurulurken ikircikli tavırlarla değil, net tutumlarla hareket edilmelidir. 

Türkiye'nin önündeki sorunlar da ancak bu net ve kararlı tutumlarla çözülecektir.

Türkiye'nin Ukrayna krizine ve son gelişmeleri de bakışı net olmalıdır. Türkiye'nin zaten nesnel çıkarlarının bulunduğu cephe bellidir. 

Burada Türkiye'nin Rusya'yı desteklemesi ona bir jest, bir kıyak, bir dostluk yapması söz konusu değil, Türkiye'nin kendi çıkarlarından hareket etmesi söz konusudur. 

Bu da ABD planlarına karşı durarak olabilecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU