AİHM "Türkçe olmayan soyadı kullanılabilir" dedi, karar emsal teşkil eder mi?

Mardin'de soyadını Süryanice bir kelime ile değiştirmek isteyen kadın ile ilgili dava 12 yıl sonra sonuçlandı, AİHM kadının özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Kararı hukukçular Independent Türkçe'ye değerlendirdi

Fotoğraf: AA

İçişleri Bakanlığı'nın 2018 senesinde yayınladığı istatistiğe göre 30 bin 344 kişi ismini, 75 bin 248 kişi ise soyadını düzeltti.

Eğer soyadınızdan hoşnut değilseniz kanunlar size bunu değiştirmek için hak tanıyor.

Soyadı değiştirme davası açıp mahkemelerin yoğunluğuna göre iki ayda sonuç almak mümkün. 

İsteyen istediği zaman dava açabiliyor, yani süre sınırı yok.

Hatta eğer bir kişi soyadından hiç haz etmiyor, gülünç buluyor ya da bir hata olduğunu düşünüyorsa son bir buçuk yıldır mahkemeye dahi gitmeden nüfus il ya da ilçe kurullarında hayatı için o önemli değişikliği yapabiliyor, bir kereliğine olsa bile...

Paulus Bartuma ise için ise işler tarif edildiği kadar kolay olmadı.
 

24293898_145552299548249_2375910224698538404_n.jpg
Türkiye'de Paulus Ay, İsviçre'de Paulus Bartuma / Fotoğraf: Facebook


Kendisi çifte vatandaş, İsviçre'deki adı-soyadı bu.

Türkiye'deki kimliğinde ise hala 'Paulus Ay' yazıyor.

Türkiye kimliğinde Favlus olan adını, Paulus yapmaya ikna edebildi ancak Bartuma soyadı kabul görmedi.

Gerekçe; Bartuma'nın Türkçe'de bir manasının olmaması olarak izah edildi. 

Paulus gibi Mardin'de doğup büyüyen, ilerliyen yıllarda İsviçre vatandaşı olan Nuri Aktaş'ın da niyeti aynıydı. 

52 yaşındaki Aktaş da soyadını değiştirmek istiyordu. 

Süryanice 'güvenilir kişi' anlamına gelen 'Amno' olarak değiştirmek için mahkemeye gitti.

Mahkeme, Soyadı Kanunu'nda Türkçe olmayan kelimelerin, soyadı olarak kullanılamayacağı gerekçesiyle bu başvurusunu geri çevirdi.

Aktaş'ın başvurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahmekemi (AİHM) ise 'Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesiyle korunan özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlaline karar verdi.
 

rudisumer.jpg
Av. Rudi Sümer / Fotoğraf: Agos


Nuri Aktaş'ın avukatı Rudi Sümer'e göre AİHM kararı Türkçe olmayan soyadları konusunda emsal olabilecek: 

Soyadı kanunu çok eski kanun. Kanunda yeni alınacak soyadlarında Türkçe kökenli olması gerekiyor. Soyadı kanunun üçüncü maddesi böyle diyor. Davayı açtığımızda belli uygulamalar vardı. Mahkemeler zaman zaman bu türden tashih kararları veriyorlardı ancak mevzuatı iyi takip eden bir hakimimiz davayı yürürlülükteki bir mevzuata göre reddetti. Bunun üzerine anayasadaki eşitlik ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki yükümler, ayrımcılığa karşı Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa Konseyi sözleşmesi üzerinden değerlendirip temyiz itirazında bulunduk. Temyiz itirazına iki defa gittik. Hem temyiz aşamasında hem karar verme aşamasında Yargıtay reddetti. O dönemde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yoktu. Mecburen AİHM'in yolunu tuttuk. 2007 yılında başvurduk, 12 yıl sürdü. Bu 12 yıllık zaman zarfında farklı savunmalarımızı sunduk mahkemeye, devlet tarafından da karşı savunmalar geldi. Nihayetinde yapılan değerlendirmede biz ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini öne sürmüştük. Özel yaşam ile aile hayatına saygının da ihlal edildiğini öne sürmüştük. AİHM bu taleplerden 8. madde ile korunan hakkın ihlaline karar verdi. Diğer maddeleri değerlendirme gereği duymadı. 

Hukukçu Dr. Faruk Turinay ise AİHM'in kararlarının Türk hukuku açısından bağlayıcı olmadığı kanaatinde, yani Nuri Aktaş'ın soyadını Amno olarak değiştirmesi emsal teşkil etmeyebilir:

AİHM kararının emsal teşkil edip etmemesiyle alakalı şunu söylemek lazım. AİHM'in kararları Türk hukuku açısından bağlayıcı değil. Sadece uluslararası hukuk çerçevesinde tazminat ödeme yükümlülüğü var.  Dolayısıyla son karardan sonra işler değişir mi? Bence değişmez.

Turinay aynı zamanda "Yabancı ırk ve millet isimleriyle soyadı alınması yasağı ve Anayasa Mahkemesi ilişkisi" konusunda akademik çalışmaya sahip bir isim.
 

web.faruk_.jpg
Dr. Faruk Türinay / Fotoğraf: İstanbul Bilgi Üniversitesi Vitae Dergisi


Ona göre 1934 yılına ait soyadı kanunu ve beraberinde getirdiklerinin ardında yatan nedenlerden biri de Türkiye'nin ulus devlet olma yolunda sürdürdüğü yolun mazisinin pek de eskiye dayanmaması olabilir:

Dünyada ulus devletlerin kurulmasına bağlı olarak biçimsel, hukuki, teknik unsurları ulusallaştırma olgusunun bir sonucu. 1934 yılına ait bir kanun soyadı kanunu. Aslında birçok önemli reformun sonuncusudur. Her Türkün öz adından başka soyadını da taşımaya mecbur olduğunu öne sürer. Kanunun üçüncü maddesinde "Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz" deniyor. Yabancı ırk ve millet isimlerinden tam olarak ne kast edildiğini de bilmiyoruz. Mesela Faruk ‘İngiliz', ya da Faruk ‘Johnson' diye bir soyadı alabilir miyim? Sonuçta ırk ve millet ismi mi? Evet. Kast edilen yabancı ırk ve milletlerin kullandığı isimler mi, Johnson gibi? Kanunun tam olarak neyi kast ettiği net değil. Mesela Favlus olunca Türk hukukuna uygun addedilebiliyor ama Pavlos olunca yabancı kabul edilebiliyor. Sadece telaffuzla ilgili, aslında oldukça ilginç bir durum. Bu tip tartışmalarda hukuk çok teknik kalıyor. İşin özünde belirgin farklılıklar yok. Anadolu coğrafyası Türk çoğunluğa rağmen heterojen olduğu için, ırksal, etnik ve dini köken açısından ve ortak yaşam kültürü bakımından zengin. Bununla birlikte Türkiye'nin ulus devlet macerası dünyanın geri kalanıyla kıyaslandığında çok farklılık arz ediyor. "Biz bize benzeriz" söylemi klişe olabilir ama Türkiye dünya tarihinde milliyetçiliğe en son dâhil olan, en son ulus devlet kategorisine dâhil olan ülkelerden biri desek yanlış olmaz. İngiltere, Fransa başta olmak üzere pek çok ülke ulus-devletleşme sürecini çok daha önceden tamamladı. Bu açıdan en geç 1870'lerde, bizden en az yarım asır önce  Almanya ve İtalya'yı görürüz. Biz çok geç kaldık. Dolayısıyla coğrafyamızdaki o zengin etnik yapı da bir şekilde anakronik bir çelişki haline dönüştü Türkiye için. Bu sorunlarla yüz yüze olmamız normal. 

Nuri Aksoy'un avukatı Rudi Sümer ise Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi'nin Soyadı Kanunu ve Soyadı Nizamnamesi'nin ilgili maddelerini değil AİHM'in bu konuda verilmiş olan kararını dikkate alması gerektiğini söylüyor, Anayasa'yı işaret ederek: 

Anayasanın 90/5. maddesinde der ki; "Türkiye'nin taraf olduğu milletler arası anlaşmalar, temel hak ve hürriyetlere ilişkin anlaşmalarla kanunların çelişmesi halinde uluslararası anlaşma hükümleri üstün tutulur" diyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye'nin atfettiği en önemli uluslararası sözleşmelerden biri. Ve elbette bu sözleşmenin tamamlayıcı hükümleri AİHM'in kararlarıdır. Bu çerçevede yarın öbür gün, Türkçe olmayan bir soyadıyla ilgili başvuruda bulunulması durumunda anayasanın 90/5. maddesi gereğince AİHM mahkeme kararının üstün tutulması gerekiyor. AİHM'in son kararı kesinlikle emsal teşkil ediyor. Orada mahkeme "Türkçe olmayan bir sözcüğün soyadda kullanılması ayrımcılığa mahal vermiyor" yönünde bir yorum yapıyor. Bu bağlayıcı bir emsal karardır artık. Nasıl yargıtay içtihadı birleştirme kararları emsal ise bunun da aynı şekilde değerlendirilmesi gerekir.

AİHM'in 12 yıl sonra gelen kararı için iç hukuk mekanizması ne diyecek merak konusu. 

Fransız şair Stéphane Mallarmé'nin yüzyıllar önce dediği ise dikkat çekici: "Her insan tek bir kelimenin dairesi içine hapsedilmiştir: kendi ismi"

Nüfus kağıdı üzerindeki mi yoksa gönüllerdeki mi, kimine göre mesele biraz da bu gibi.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU