Türkiye ve İsrail arasındaki yakınlaşmanın bölgesel dinamikleri nasıl açıklanabilir?

Dr. Gökhan Çınkara, Türkiye-İsrail arasında son aylarda gözlemlenen yakınlaşmanın temel dinamiklerini anlattı

 

 

Değerli Independent Türkçe okurları,

Bugün sizlere Türkiye ve İsrail arasında son aylarda gözlemlenen yakınlaşmanın temel dinamiklerini anlatmaya çalışacağım.

Türkiye-İsrail arasındaki ilişkiler 1949'dan bu yana Türkiye'nin İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke olması gerçeğiyle başlayan bir tarzda derinliğe sahiptir.

Bu gerçeklik bize şunu anlatıyor. İki ülke arasındaki ilişkiler, uzun denilebilecek bu zaman diliminde bölgesel birçok gerilime tabi tutulmuş ve test edilmiş bir ilişki setinin varlığından söz ediyoruz.

Yani Türkiye ve İsrail'in ikili ilişkilerine baktığımız zaman gerginliklerin sadece bugüne değil aslında geçmişte de bir dizi gerginliğe tabi tutulduğunu söylememiz mümkün.

Bu açıdan bakınca her iki ülkenin de birbirlerine nasıl ilişki geliştireceğine dair bir kurumsal hafızası var.

İkinci nokta; iki ülke arasındaki ilişkiler diplomatik açıdan belli bir soğukluğa evrilse de günün sonunda ticari ilişkiler artan seyirde devam ediyor.

Bugün de zaten rakamlara baktığımız zaman bunu net bir şekilde gözlemliyoruz.


Fakat bugün ne oldu da ilişkilerin daha da yoğunlaştırılması ve daha da genişletilmesine dair iki ülke arasında yeni bir diplomatik yakınlaşma süreci başladı?

Bu sorunun cevabını aslında sadece Türkiye ve İsrail ilişkileri arasında aramamak gerekir.

Bu sorunun cevabını aslında bölgede oluşan yeni düzenin temel dinamiklerine bakarak çözümleyebileceğimizi düşünüyorum.

Bölgedeki yeni düzende Arap Baharı sonrası oluşan yine toplumsal dinamikler.

Yeni jeopolitik dinamikler yeni olgunlaşan devletler arası ilişkiler olduğunu düşünüyorum.

Yani bu üst düzlemde gerçekleşen gelişmelerin Türkiye İsrail ilişkilerinin de seyirini belirlediği kanaatindeyim.


Bunu biraz açacak olursam şudur:

Arap Baharı sonrasında özellikle Ortadoğu jeopolitiğinde üç merkezi artık Ortadoğu'nun klasik Arap ülkelerinden Körfez merkezli yeni güç odaklarına doğru evrildiğini söyleyebiliriz.

Eskiden Mısır, Suriye, Irak gibi ülkeler Ortadoğu jeopolitiğinde çok başat rol oynarlarken onların liderlerinin aldığı kararlara çok dikkatli bakılırken artık şu an Ortadoğu'yu gözlemleyen insanların temel odak noktası Körfez ülkeleri oldu.

Körfez ülkelerinden kastettiğimiz de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar olmak üzere, bu üç ülkenin çok ön plana çıktığını gözlemliyoruz.

Bu üç ülkenin son dönemlerde birbirleriyle bütünleşik, zaman zaman ayırışık, ilişki setleri de var.

Körfez'de oluşan yeni kurumsallık da bizim dikkatimizi çekiyor; Körfez İşbirliği Teşkilatı.

Fakat orada tam manasıyla birlikte bir dış politika vizyonu geliştirme noktasında daha fazla adımın atılması gerektiğini düşünüyorum.

Fakat Körfez'de oluşan yeni gerçeklik Arap Baharı sonrasında İsrail'e de yansıdı.

Nasıl yansıdı?

2020 yılında İbrahim Anlaşmaları sonucunda Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn artık İsrail'le tam bir diplomatik ilişki geliştirme noktasında adım attılar.

Bu tabii ki Arap toplumu için veya Arap devletleri için oldukça tabu idi.

Bir tabuyu yıktılar.

Unutulmaması gerekir ki İsrail, hem Mısır hem de Ürdün ile diplomatik ilişki içerisinde olan ülkeler.

Fakat onlar komşu ülkeler.

Komşu olmayan Arap ülkelerle diplomatik ilişki tesis etmek, İsrail açısından da oldukça önemli bir gelişmeydi.


İbrahim Anlaşmalarının diğer bir önemi Arap devletleri ve İsrail arasındaki ilişkileri belirleyen temel etmenin artık Filistin meselesinden ilgili ülkelerin ortak endişeleri ve ortak çıkarlarına kaydığını gözlemliyoruz.

Bu da şunu anlatıyor.

Artık devletler arası ilişkileri belirleyen temel dinamikler değerler veya tarihsel yükümlülükler değil saf ulusal çıkarlar oluyor Körfez bölgesinde.

Tabii ki Arap dünyasının, Arap coğrafyasının Arap Baharı'yla birlikte dağılması güçlü liderlerin ortadan kalkması en nihayetinde Körfez ülkelerinin dış politikada daha cesurca adımlar atmalarına da imkan sağladı.

Ve bir yönüyle sahayı değiştiren bu gelişme Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor.

İbrahim Anlaşmalarla birlikte artık Türkiye İsrail'le ilişki kurabilen Arap olmayan tek Müslüman ülke olma vasfından da uzaklaşıyor.

Neden? Çünkü artık Arap ülkeleri de İsrail'de diplomatik ilişki kurma noktasında oldukça cesurca ve yoğun bir şekilde adımlar atıyorlar.

Bu nedenle artık Türkiye'nin de bu oluşan yeni Ortadoğu düzeninde bir pozisyon alması gerekiyordu.

Arap Baharı'yla birlikte Türkiye'nin aldığı tutum daha çok Katar'la birlikte izlenebilecek, Arap sokağına da seslenebilecek bir dış politika tercihiydi.


Yani daha toplumsal dinamikleri önceleyen bir dış politika tercihinden bahsediyoruz.


Fakat Körfez'in yükselmesiyle birlikte Arap sokağının da niteliğinin değiştiğini söylememiz mümkün.

Körfez'de özellikle Suudi Arabistan'da oluşan yeni nesilsel değişimler farklı bir Ortadoğu'nun haberini veriyor.


En son gözlemlediğimiz şekilde, 2030 vizyonu etrafında, Suudi Arabistan'da gerçekleşen sosyal reformlar ve Suudi Arabistan halkının ezici bir kesimini buna yönelik olumlu bir yaklaşım göstermesi, artık Arap sokağının da temel ihtiyaçlarının temel yönelimlerinin farklılaştığını bize anlatıyor.

İşte bu nedenle anladığım kadarıyla Türkiye de artık bu oluşan yeni yapısal gerçeklik karşısında, kendi pozisyonunu güncelleme ihtiyacı hissetti.

Fakat şunun altını çizmek lazım; İsrail'e yönelik artık ilişkinin sadece İsrail'le kalmadığını altını çizmemiz gerekiyor.


Bunun bir yönü Körfez'le olan ilişkiler de İsrail'le, Türkiye'nin İsrail'e olan ilişkilerini belirleyecek.

Çünkü İsrail artık İran merkezli oluşturduğu yeni jeopolitik vizyonunda bunu iyice konsolide ediyor artık İbrahim Anlaşmalarıyla birlikte.

Türkiye ile kuracağı ilişkilerde de temel parametrenin bu olmasını isteyecektir.


Diğer bir husus yine Türkiye'nin çok yakın ilişki kurduğu Azerbaycan'ın İsrail'le ilişkilerinin son dönemde oldukça yoğunlaştırıldığını gözlemliyoruz.

Azerbaycan açısından da aynı faktör devrede; dış politika şekillenmesinde.

Azerbaycan için İran ve Rusya, önemli meydan okuyan aktörler olarak ön plana çıkıyorlar.

İşte Türkiye'nin şu anki yeni dış politika açılımlarında ilişkileri sıklaştırdığı ülkelere temel endişesinin İran olduğunu söylememiz mümkün.

O zaman Türkiye'nin de İran politikası konusunda yeni bir vizyon, yeni bir strateji geliştirilmesinin acil ihtiyaç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU