Bir kentin ruhunu öldürmek…

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Urfa'nın eski, kadim sokaklarında yürüdüğümde kendimi zaman tünelinde hissediyorum. Her adım beni tarihin derinliklerine taşıyor. Geçmişten gelen sesler içinde çağlar ötesine uzanıyorum.

Kendimi bütün yönlere bırakarak, geçmişin içinde kayboluyor, tarihin akışında kulaç atıyorum.

Sağımda, solumda yıkıntılar, yangınlar ve göç katarları beliriyor. Dumanlar yükseliyor kentin orta yerinden, ritüel sesleri birbirine karışarak en eski zamanlardan hikayeler anlatıyor.

Bir dengbêj hüzünlü bir olayı dile getiriyor, bir ozan aşkın kavurucu ateşini şiirleştirip, sazın tellerine dokunduğunda, erbana sesi devreye giriyor... 

Sıyrılıyorum motor gürültüsüyle eski zamanlardan, şimdiki zamanda insan ve araç trafiğinden başım dönüyor bu kez.
 

2007 yılında urfa.JPG
2007 yılında urfa / Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bir kalabalık, bir kalabalık ki tarihin izleri toz duman. Buna rağmen kült merkezleri, sur kalıntıları ve mabetler, uygarlıkların ilk izleri binlerce yıllık uykularından uyanıyor diye haber geçiyor ajanslar, televizyonlar,  basın… 

12 bin yıl öncesinin hikayesi dile geliyor zamanlı, zamansız.

Her kafadan bir ses, tepeler, höyükler, mağaralar modernitenin gölgesinde yeniden canlanıyor adeta.

Tarih bütün ilklerin ana rahmi gibi, en eski türküleri kulağıma fısıldıyor. Sokaklarında kayboluyor, menzilsiz yürüyorum.
 

DSC_5092 (2).JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

İnsan suretlerinde geçmişin izlerini ararken, şark çıbanı beliriyor kimi insan yüzlerinde.

Nereye baksam, nereye dokunsam bir başka hikaye çıkıyor karşıma. Taşlar, taş ustalarının elinde dile geliyor.

Toprak sakin, yorgun ve birazcık içerlenmiş halde en geriden sesleniyor. Acıya çalıyor bütün zaman.  

Tik taksız ama bir o kadar da sarsıcı geçen zaman, eski çağların izlerini taşıyan sokaklarda, taş yapıların arasında, eskinin göğsünde şimdiki zamandan sıyrılarak geziniyor. 
 

777.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Biri 'Benim hikayem' diyor köşe başında, başka birisi söze giriyor 'Benim de hikayemdir' diye. Belki de haklılar, anlatılan herkesin hikayesi.

Bu tarihin bir kesitidir ya da bilinmeyen zamanlardan kalma bir sonuçtur.  

Dolanıyor sokaklar, dar ve yılan kıvrımında ilerliyor. İki katlı taş yapılar, mabetler ve eski kemerli kapılar, cumbalı evler, tetirbeler ve taş döşemeli sokaklar hikayelerin ayrı ayrı durakları olarak çıkıyor karşıma.
 

765.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Cidden kayboluyorum. Dolan dolan, bütün yollar birbirine karışıyor. Ne çok birbirine benziyor yapılar, taşlar ve mabetler.

Oysa her birinin ayrı bir kültürel damarı, inancı ve dili var, biliyorum.

Bildiğim için de üzülüyor, kahroluyorum.
 

03dfd07239f26512e801549144efc449.jpg
Fotoğraf: Twitter

 

Şimdiki zamanda her şey beton katılığında aynılaşmış görünüyor. Birbirine benzeşmekten öte, tek bir renge dönüşmüş.

Dokunuyorum eski taş duvarlara, inceliği ve güzelleşen estetiğini görüyorum. Bir kadimlik var bu taşlarda, taşlarla bezenmiş sokaklarda.  
 

1634723834132-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Ama sokaklar yorgun, yapılar köhne, duvarlar nemden ve bakımsızlıktan soyut bir tabloya dönmüş durumda.

En eskinin üzerinde briketten bir kat, briketli katın üzerinde ise başka bir kat. Üç farklı zamanda inşa edilen bir bina.

Temeli belli ki çok eski zamanlarda atılmış. Muhtemelen 500 yıl ya da çok eski zamanlardan önce inşa edilmiş.
 

IMG_20210915_174518-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Temel üzerine yapılan briketten ev ise en az 30 yıllık. Onun üzerine briketlerden inşa edilen yapı ise biraz daha yeni en fazla on yıllık.

Üç zaman, tek yapı. Kimi sokaklarda bakım, tamirat ve restorasyon olsa da kentin eski dokusunda bir çöküş, terk edilmişlik ve briketleşen bir durum var.  
 

IMG_20210730_225650-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bazıları yıkıldı, yıkılacak. Bazıları ayakta, yeni müdavimlerine ev sahipliği yapıyor. Bacalarında baykuş tüneyen, kapısı duvarla örülen onlarca, yüzlerce taş yapı öylece zamana karşı direniyor.

Bütün tahribata ve önemsizleştirmeye rağmen Urfa Sokakları tarihin olağanüstü gücünü hala barındıran, eski çağların ruhunu taşıyan ender kentlerin arasında gösteriliyor. 

Her gün biraz daha tahribata uğrayan sokakların dar ve dolambaçlı aralarından beton bloklara ulaşıyorum.
 

DSC_5035.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Tekleşen hayatların modern zindanları belki de beton bloklardır. Giderek daha fazla yükseliyorlar, genişleyip, hayatımıza giriyorlar.  

O kadar çok ve hızlı yükseliyorlar ki, zaman bile ne olduğunu anlayamıyor.

Oysa bir yarım asır önce bu kentin büyük çoğunluğu taş yapılardan oluşuyordu. Evler, mabetler, çeşmeler taşın ihtişamını yansıtıyor, geçmişin izlerini, motif ve ruhunu taşıyordu.
 

DSCF2881.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bu kentin harcı, kireç, beyaz taş ve topraktan oluşan yapılar asırlar boyu ayakta kalarak, modern zamanlara kafa tutuyorlardı.

Önce betona güzellemeler dizildi, sonra barajlar kuruldu ve böylelikle beton her tarafa dağıldı. Haliyle kurulan barajlar köyleri, ilçe merkezlerini sular altında bırakmasıyla olağanüstü bir göç dalgası yaşanmaya başladı.
 

DSCF7058.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Evlerini terk edenler, köylerini bırakmak zorunda kalanlar kentler, özellikle de GAP'ın parlayan yıldızı olduğu sık sık dile getirilen Urfa'ya göç etmeye başladılar.  

1980 yıllarında Urfa kent merkezi nüfusu 282 bin 419 civarında iken, on yıl içinde yani 1990'da üç kat artarak 1 milyona dayandı.  

2021 yılı rakamlarına göre Urfa'nın nüfusu toplamda 2 milyon 100 bin iken, merkezde ise yaşayanların sayısı 1 milyonu aştığı görünüyor.

Bu rakamlara Suriyeli sığınmacılar dahil edilmemiş olduğu anlaşılıyor. Urfa merkez ve ilçelerinde 500 binden fazla sığınmacı bulunuyor. 
 

DSC_5189 (2).JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

1980'lerde kent nüfusunun artması yeni imar alanlarına ihtiyaç duyulmasına neden oldu. Güzelim taş yapıların yanında beton ve briketten evler inşa edilmeye başlanıldı.

Taş evler ise 1990'larda gözden düştü ya yıkılarak yerine beton evler yapıldı ya terk edildi. Daha önceleri Bahçelievler olarak inşa edilen ve genellikle bağ evlerin yoğun olduğu semt kısa sürede beton blokların dikildiği alan oldu.
 

DSCF2877.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Adı değişmedi ama artık bahçeli ev modundan uzak bir yerleşim yerine döndü. 1985'lere gelindiğinde Katırdağı olarak bilinen alanda Yenişehir adı altında apartmanlar türemeye, mantar gibi yükselmeye başladı.

Arsa fiyatları uçtu, daire fiyatları arttı. Ortada ne bir planlama vardı, ne de yerel mimari örneği. Her şey müteahhitlerin insafına bırakılmış, kent birbirinin kopyası beton bloklara teslim oluyordu.
 

DSC_8941.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Alt yapı müteahhitlerden sonra geliyor, yolların yetersizliği binaların yükselmesinden sonra anlaşılıyordu.

Yenişehir giderek büyürken, 1992'ların başında Karaköprü imara açılarak, imar sorunu çözülme adı altında adımlar atılıyordu.

Narlarıyla ünlü Karaköprü kısa sürede beton blokların yükseldiği, pahalı dairelerin yapıldığı alan olacak; dere, tepe imara açılacaktı.

Bugün Karaköprü başlı başına kocaman bir ilçe. Her gün biraz daha büyüyerek beton blokların en fazla rağbet gören yer ağaçsız ve narsız bir beton denizine dönmüş durumda.
 

202.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Üç merkez ilçenin bulunduğu Urfa kent merkezi şu an 1 milyonu aşkın nüfus barındırıyor.

Suriye'den gelen sığınmacıların ve çevre il ve ilçelerden gelen iç göçlerin etkisiyle kent merkezi giderek büyüyor.  

Daire fiyatları, yeni yerleşim yerleri, plansız imar çalışmaları kentin en önemli sorunu haline gelmiş durumda.

Herkes sorundan mustarip, ama rantabl alanların varlığı sermayesi olanların ilgisini çekiyor.
 

IMAG4714-PANO-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Daire fiyatları semte göre belirlense de, oldukça uçuk fiyatlardan bahsetmek mümkün.

1,5 ila 2 milyona satılan lüks konutlar da var, 100 bin değer biçilen eski, köhne beton yapılar da var. 

Eski Urfa ise deyim yerindeyse can çekişiyor. Yüzlerce taş yapı ilgisizlikten dolayı zamana yenik düşmek üzere.
 

DSCF2889.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Özellikle Eyyübiye'de bulunan Eski Evler bir bir dökülüyor, yerini beton ve briketlere bırakıyor. Her ne kadar kurtarma projeleri dillendirilse de çalışmalar kaplumbağa hızında ilerliyor.
 

198.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kurtarılan, restore edilen bazı yapılarında da planlamadan uzak, bazı resmi dairelerin ek binası olarak hizmete sokulması da başka bir handikap…

Urfa Atatürk Barajı yapılmadan kendi halinde, taş ve toprağın egemen olduğu bir kentti. Ne zaman ki baraj yapıldı, köyler sular altında kaldı, işte o zaman her şey hızlıca değişmeye, rantabal bir düzene dönüşmeye başladı.
 

IMAG4720-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köylerden, ilçe ve çevre illerden hızlı bir akış oldu. Kent birden kalabalıklaştı ve giderek konut sorunu baş gösterdi.

Böylelikle sokaklar, o eski evlerin kadim taşları, iki katlı taş yapıların yok oluş süreçleri başladı.

Urfa taşı olarak bilinen, sarımtırak yumuşak, işlenmesi kolay olan taşlardan yapılmış eski binlerce yıllık serüveninin günümüze ulaşan evler için bir koruma planı hazırlanmadı, kültürel varlık olarak tescil süreçleri oldukça yavaş işledi.
 

FB_IMG_1633236435985.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yeni Urfa olarak tanımlanan alanların geçmişiyle bir ilgisi yok. Mimari örnekleri tarihsel süreçleri, toplumsal yapıları yansıtmıyor.

Öylesine, özensiz binalar olarak inşa ediliyor.  Yoksullar briketten yapılmış evlerde yaşarken, orta ve üst gelire sahip insanların hemen hemen tamamı apartmanlarda hayatını sürdürüyor.
 

IMG_20211201_141930-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Eski Urfa evlerinin bir kısmı turizme kazandırılırken, bir kısmı da kaderine terk edilmiş durumda eski günlerine dönmeyi bekliyor.

Sonuç olarak her kentin kendine özgü dokusu, kültürel ve tomografik yapısı var. Kentleri birbirinden ayıran temel özellik bu dokuların topyekûn varlığının korunmasıdır.  

Dağlık bir arazide inşa edilen kentin dokusu, doğal olarak ovada yapılan şehirlerden farklıdır. Dağlık arazi iklimi, iklim yapıları, yapılar kentleri farklı kılarak, bir özgünlük katar.
 

IMG_20210829_191626-01.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Buna kentlerin ruhu demek mümkün. Bu metafizik bir kavramdan öte bir anlam içerir. Kentlerin öz kimlikliklerini, sokaklarında var olan atmosferi ve yapılarında kullanılan inceliği ifade eder.

Taşın dile gelip, çağlar ötesinden seslenmesi, toprağın bir estetiğe kavuşmasıdır aynı zamanda. 

Bu özgünlüğü Eski Urfa'nın mimari yapısında görmek mümkündü. Ama artık Urfa'nın kadim imar kültürü giderek yok oluyor, ruhunu kaybediyor.

12 bin yıllık Urfa'nın övünülecek beton blokları ise ruhsuz ve özensiz…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU