Biden: Az hasat ve ağır bir miras

Biden yönetimi, görev süresinin geri kalanında yurtiçinde ve yurtdışında tüm bu başarısızlıkları gözden geçirebilecek ve birden fazla yerde diktatörlüğün yükselişi karşısında Avrupalı ​​müttefikleriyle birlikte bir gelecek politikasını ateşleyebilecek mi?

Fotoğraf: AA

İçinde bulunduğumuz ayın 20'sinde, ABD Başkanı Joe Biden, görev süresinin ilk yılını tamamlayacak ve bu da hasılatlarını gözden geçirmeyi ve görev süresinden geri kalanının hasılatlarını tahmin etmeye çalışmayı gerekli kılıyor.

Biden'ı savunmaktan ziyade tarafsız ve objektif olmak için şunu belirtmeliyiz ki, kendisi Beyaz Saray'a 6 Ocak 2021'de Kongre binasına yapılan saldırının yol açtığı derin yaranın ardından geldi.

Kongre saldırısı taşıdığı tehlike ile 11 Eylül 2001 olaylarının yerel versiyonu olarak nitelendirilebilir. Saldırının bahaneleri belki kendisinden de daha tehlikeli ve en öne çıkanı, ABD'nin yakın ve uzak tarihinde benzeri görülmemiş bir durum olan, başkanlık seçimlerinin dürüstlük ve tarafsızlığının sorgulanması, seçimlere hile karıştırma suçlamasıdır.

Hadise ve nedenleri Amerikan demokrasisini kalbinden vurdu. Washington tarafından genellikle anayasal seçimlerin sonuçlarına uymamak, barışçıl iktidar değişimini kabul etmemek, seçim sürecini çarpıtmak ve içini boşaltmak, yani totaliter ve otoriter bir rejim olmakla suçlananlar için bir alay ve eğlence konusu oldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Demokrat Parti'nin yaşadığı yarı parçalanma ve kafa karışıklığı da görmezden gelinemez. Bunun altında, Amerikan solcu popülist aktivistlerinin artan rolü ve ABD'nin şu anda yaşamakta olduğu yoğun kutuplaşmayı körükleyerek Amerikan toplumunun her kesiminin kendi alt kimliklerine dönmesini sağlayan bir kimlik politikası benimsemeleri yatıyor.

Korona pandemisinin Amerikan ekonomisi ve döngüsünün yanı sıra 'zaman ve mesafeyi sıkıştırma' kavramına dayanan ekonomik boyutuyla küreselleşmenin geleceği üzerindeki yansımaları da buna ekleniyor.

Zaman ve mesafeyi sıkıştırma kavramı, engellerin ve mekansal mesafelerin yok edilmesi ve sermayenin daha hızlı hareket etmesi anlamına geliyor. Ne var ki pandemi, kıtalar arası tedarik zincirlerini felç etti ve başta ABD olmak üzere büyük ülkeleri stratejik ekonomik politikalarını yeniden gözden geçirmeye, ürün ve hizmet sağlamak konusunda diğer ülkelere - özellikle Çin'e - bağımlılığı azaltmaya sevk etti.


Bu iç meseleler arasında en tehlikelisi, kesinlikle Freedom House analistlerinin dikkat çekici olarak nitelendirdikleri ve 2010 ile 2020 yılları arasında hızlandığını belirttikleri Amerikan demokrasisindeki gerilemedir.

Buna göre özgürlüklerin derecesi 100 üzerinden 94 olan ABD demokrasisi 11 puan kaybederek 83'e geriledi. Bu gerileme, Avrupa'da popülizmin yükselişte olduğu ve bunun sonucunda Avrupa demokrasilerinin de kriz yaşadığı, keza Çin ve Rusya'nın diktatörlük eğilimlerinin, savaştan sonra kurulan dünya düzeninin kurallarına, özellikle de bölgesel saldırmazlığa saygı kuralına yüklendiği bir dönemde gerçekleşti.

İç kutuplaşmalar, Biden yönetiminin sadece ilk değil, dört yılını meşgul etmeye yeter.

Peki ya dış endişeler ve zorluklar için ne söylenebilir?


Başkan Biden, Oval Ofis'e yerleştiğinde her biri dış politikanın tarihsel olarak dayandığı geleneksel normları değiştiren birden fazla yönetimin zor ve karmaşık mirasını da yüklendi.

Bu yönetimlerin ilki, George Bush yönetimiydi ve kendisi tek taraflı eylemin ABD'nin üstünlüğünü tesis edeceği normuna dayanan bir politika benimsemişti. Bunun sonucunda 'yaratıcı kaos' ve 'demokrasi ihraç etmek' kavramları ortaya çıktı.

Teröre ve kötülük eksenine karşı girişilen savaştan bahsetmiyorum bile. Arkasından gelen Barack Obama yönetimi, 'geriden liderlik' normunu ve onu takip eden tereddüt, kafa karışıklığı ve müttefikleri yüzüstü bırakma ekolünü benimsedi.

Son olarak Donald Trump yönetimi, iç dosyalara yönelik politikalarda dalgalanmalar, dış politikada istikrarsızlık ve denge ile karakterize edilen 'Önce ABD' ilkesini benimsedi.


Dünyanın son 10 yılda tanık olduğu büyük olaylara karşı ABD'nin belli belirsiz ve tereddütlü tepkileri, yukarıda bahsettiğimiz Amerikan demokrasisindeki bocalamanın sadece ABD'yi etkilemediği, aksine, uluslararası sonuçlarının trajik, derin ve tüm dünyayı etkilediğinin en iyi kanıtıdır.

Ortadoğu ve eksik kalan Arap Baharı depremiyle başlayalım. Bu deprem sonucunda bazı diktatörlükler ortadan kalktı, ancak demokratik bir geçiş sağlanamadı. Bazı ülkeler parçalanırken diğerleri de savaş döngüsüne girdi.

En önemli savaşlarından biri, 2011'de ayaklanan bir halk ile İran ve bölgedeki vekillerine halkıyla savaşmak hatta kökünden söküp atmak için yeşil ışık yakan, ardından 2015'te Rusları da kendisini korumaya çağıran diktatör bir rejim arasındaki Suriye savaşıdır.


ABD yönetiminin uluslararası alanda karşı karşıya olduğu sorunları şöyle zikredebiliriz; Çin'in Hong Kong'un özel statüsünü ihlal etmesi, öğrenci ve aktivist hareketlerini bastırması, burada Çin içindeki otoriterliği simüle etme girişimi.

Yine Pekin'in, Doğu ve Güneydoğu Asya'daki diğer ülkelerle arasında ihtilaf konusu olan Güney Çin Denizi'nde egemenliğini dayatma çabalarını ve Tayvan'a yönelik tehdidini sürdürmesi.

Ulaşım altyapısını kontrol etmek ve borç verme yoluyla ülkelere hükmetmek amacıyla 'Kuşak ve Yol Girişimi' aracılığıyla ekonomik olarak genişlemesi. Rusya'nın 2014'te Kırım'ı işgali ve bugün Ukrayna sınırında 100 binden fazla asker konuşlandırması ve işgalle tehdit etmesi.

Ekonomik ve geçim taleplerinin tetiklediği halk protestolarını bastırmak için mükemmel bir Rus aracı olan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü'ne bağlı barış güçlerinin ülkeye çağırıldığı Kazakistan olayları.

Buna ilaveten, Moskova'nın seçimlere (özellikle de Amerikan) müdahale ederek Batı demokrasilerine sızma ve karıştırma girişimleri.

Son olarak, nükleer program, balistik füze programı ve Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak'ta olduğu gibi pervasız mezhepçi iddialarla ulus-devletin temellerini tahrip ederek bölgesel olarak genişlemeden oluşan üç başlı İran öcüsü ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin ve uluslararası su yollarının güvenliğini tehdit etmesi.
 


Washington'da net bir vizyona ve uzun vadeli bir stratejik politikaya dayalı kararlar alınsaydı tüm bunlar olmayacaktı. Birbirini takip eden yönetimler, dünya düzeninin jandarması rolünü sona erdirmeyip başkalarının bu boşluk içinde at koşturmalarına olanak tanımasalardı bunlar olmayacaktı.

Arap dünyasından çekilmenin, Afganistan'dan utanç verici çıkışın, şiddet yanlısı ve devlet dışı radikal örgütlerle yapılan uzlaşıların, Rusya ve Çin'e tüm bu ihlalleri gerçekleştirme olanağını tanımanın ardından bugün Washington, ne pahasına olursa olsun İran ile yeni bir nükleer anlaşmaya doğru ilerliyor.

İlkine öykünen ve bilhassa ABD yaptırımları kaldırılır, birden fazla ülkede, çatışmada müttefiklerinin ve silahlarının rollerini artıracak olan İran'a para akışı gerçekleşirse, bölgedeki anlaşmazlıkların ve sorunların alevlenmesiyle sonuçlanacak bir anlaşmaya doğru adım adım ilerliyor.


Devletlerin egemenliğine tecavüze, halkların özgürlüklerinin ayaklar altına alınmasına ve diktatörlüklere karşı her türlü ayaklanmanın bastırılmasına yönelik Amerikan tepkisinin seviyesinin düştüğüne şüphe yok. ABD içinde demokrasi üşüttüğünde, demokrasinin birden fazla yerde yoğun bakıma girmesi bunun kanıtı.

ABD'nin büyük ekonomik ve sosyal zorluklarla karşı karşıya olduğu doğru, ancak bu, dünyanın 200  yılı aşkın bir süre önce üzerine kurulduğu ilke ve değerlerden gerilemesine tanık olacağı anlamına gelmez.

Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında oynadığı iyi rolden, Nazizm ve faşizmi mağlup etmekten, savaştan sonra Stalinizmi kuşatmak ve Marshall Planı gibi Avrupa ve Japonya'da yaptıklarından geri adım atması anlamına gelmez.

Biden'ın ilk yılına geri dönersek, Amerikan politikasının 15 yıldan fazla bir sürelik performansını değerlendirmeden kendisini yargılamak zor. Bu süre içindeki yönetimi, karar alıcılarından ziyade ABD'yi etkileyen kötü bir yönetimdi.

Adil olmak gerekirse, ABD hakkında söylediklerimizin, istikrar ve refaha kafayı takmış, demokrasi pahasına da olsa özellikle enerji alanında Rusya ile ekonomik iş birliğini sürdürme arzusunda olan Avrupalı ​​müttefikleri için de geçerli olduğunu belirtmek gerekir.


Biden yönetimi, görev süresinin geri kalanında yurt içinde ve dışında tüm bu başarısızlıkları gözden geçirebilecek ve birden fazla yerde diktatörlüğün yükselişi karşısında Avrupalı ​​müttefikleriyle birlikte bir gelecek politikasını ateşleyebilecek mi?

Bu sorunun cevabının içerideki parametrelerini, ara seçimlerde ve 3 yıl sonra yapılacak ve Amerikan tarihinin belki de en önemlisi olacak başkanlık seçimlerinin sonuçlarında göreceğiz.

Dış parametrelerini ise bize Viyana görüşmelerinin sonuçları gösterecek, çünkü bu sonuçlar önümüzdeki günlerde bizi neler beklediğini gösteren bir pusuladır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU