Hz. Muhammed'in "eman" verdiği manastır yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya

Muhammed peygamberin ebedi koruma sunduğu Tur-i Sina Manastırı'na yönetimin Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçmesinin ardından bir çivi bile çakılmadı. Tarihi manastır bugün yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya

Fotoğraf: Independent Türkçe

Akdeniz'in ortasındaki çölde yüce bir dağ… Güneşin kaynattığı kumunu akşam düşen ay ışığı bembeyaz kılmış. Musa ilk tövbesini burada etmiş. On Emir bu dağda inmiş peygambere.

Üç hak din ebediyete kadar boyun eğmiş bu kutsal toprağa. Hıristiyanı, Müslümanı, Yahudisi, Musa'nın Tanrı ile bir araya geldiği bu dağda buluşturmuş inançlarını.

Burası Tanrı'nın dağı; Sina…


Bizans devrinde bir manastır kurulur bu dağda. O günden bugüne varlığını devam ettiren bu manastır Ayia Katerina'ya adanmıştır. Bu yüzdendir ki bugüne kadar hem Tur-i Sina hem de Ayia Katerina isimleri ile anılmıştır.

Peygamberin emanını almış olan Tur-i Sina Manastırı o tarihten sonra içine bir mescit inşa ederek yan yana duran minare ve çan kulesinden tüm dünyayı hoşgörüye davet eder.


Sınırları aşan, Akdeniz coğrafyasına yayılmış Mısır uygarlığın bir hatırası da İstanbul Balat'tadır.

Osmanlı devrinde Vaftizci Yahya Kilisesi'nin (İoannes Prodromos) etrafına yapılan kütüphanesi ve metokhionu (papazevi) ile Mısır'daki ana kilisenin temsilciliği haline gelir.

Bir devrin en görkemli yapıları arasında yer alan Tur-i Sina Manastırı bugünkü metruk haliyle kaybettiğimiz hoşgörüyü,  sevgiyi ve saygıyı gözümüzün içine sokar, yüreğimizdeki inancı bir kez daha sorgulatır.

Önünden geçerken iç geçirdiğimiz, kararmış duvarların ardında muhteşem bir güzelliği saklayan yapının dününü bugünü Sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz, araştırmacı yazar Müfid Yüksel ile konuştuk.
 

 

Muhammed'in eman verdiği manastır: Tur-i Sina

Hayri Fehmi Yılmaz, yapının bir kilise, kütüphane, ayazma ve metekhion denilen papaz evinden oluştuğundan bahsetti.

Yılmaz, Bizans kaynaklarının da yapıdan bahsettiğini belirterek, 14'üncü yüzyıla kadar yapı hakkında bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu söyledi.
 

Hayri Fehmi Yılmaz.jpg
Hayri Fehmi Yılmaz

 

Bu bilgiye dayanarak Tur-i Sina Manastırı'nın İstanbul'da bir temsilciliğinin olduğunu anladıklarını ifade eden Yılmaz, "O tarihte Balat'ta olmayabilir; ancak İstanbul'da bu manastırın bir temsilciliğinin olduğunu söyleyebiliriz. Manastırın içinde bulunan Vaftizci Yahya'ya adanan Yohannes Prodromos Kilisesi'ni Bizans kaynaklarında da görüyoruz. Ancak ne zaman Tur-i Sina'ya bağlandığını bilemiyoruz" dedi.

Yılmaz, Yavuz Sultan Selim devrinde yapın Tur-i Sina Manastırı'na vakfedildiğine dair meşhur hikayeyi şöyle anlattı:

Mısır fethi sırasında Yavuz'un askerleri çölden geçerlerken rahipler onlara su veriyor. Yavuz'un hoşuna gidiyor. 'Neden bunu yapıyorsunuz' diye soruyor. 'Sizin peygamberinizden eman aldık. Biz askerlere değil insana su veriyoruz' diye yanıt veriyorlar. Yavuz da bunun üzerine onlara İstanbul'da bir temsilcilik hediye ediyor.


Yılmaz her ne kadar İstanbul'un bu hikayeyi çok sevdiğini söylese de yayınlarda manastırın varlığına dair fermanın kaydının 17'inci yüzyıla dayandığını dile getirdi.
 

Müfid Yüksel.jpg
Müfid Yüksel

 

Araştırmacı-yazar Müfid Yüksel ise, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra Sina yarımadasında bulunan Azize Katerina Manastırı'nda Hz. Muhammed'in Hıristiyanlara verdiği ahitname ve emannamelerin bulunduğunu söyledi.

Ahitname ve emannamenin İstanbul'a getirilerek Topkapı Sarayı'nın hazinesine koyulduğunu söyleyen Yüksel, kopyalarının çıkartılarak tercümelerinin yapıldığını ve bir tanesinin de Tur-i Sina Manastırı'na gönderildiğini dile getirdi.

Yüksel, Balat'taki Tur-i Sina Manastırı'nın da bu nedenle yapıldığını ifade etti:

Hz. Peygamber döneminde o ahitnamenin verildiğine dair hadis kaynakları var. Ahitnamenin Hz. Ali'nin el yazısıyla yazıldığı söyleniyor. Osmanlıların da iddiası bu yönde. Ancak biz daha sonraki araştırma aşamamızda bu ahitnameyi Topkapı Sarayı'nda bulamadık ama oraya koyulduğuna dair arşiv kaydı var elimizde. Kopyalarında da deri parçası üzerine Hz. Ali'nin el yazısıyla yazılıydı diye yazılmış ve burada manastırın da ona atfedildiği söylenmiş. Manastırın üzerindeki el işareti de bunun emannamesidir.
 

 

Kilisenin son mucizesi: Dalan'ın dozerlerini durduran ferman

Hayri Fehmi Yılmaz 20'inci yüzyıla kadar Tur-i Sina Manastırı temsilciliğinin aktif olduğunu ifade etti. O tarihlerde kalabalık bir Ortodoks nüfusunun manastırın aktif olmasında etkili olduğunu söyleyen Yılmaz, bu tarih itibarıyla ülke genelinde Hıristiyan nüfusun azalmasıyla hem de sınırların dağılmasıyla temsilciliğin önemini yitirmeye başladığını dile getirdi.

1930'lu yıllarda artık manastır vakıf eseri olarak tescillenir. Artık cemaatinin olmaması ve Mısır'daki vakfın da manastırla ilgilenmemesi sonucunda görevi İstanbul Rum Patrikliği devraldı.

Yılmaz, 1955'teki 6-7 Eylül pogromu, 1964'teki sürgünün İstanbul Ortodoks nüfusunun trajik bir şekilde azalmasına neden olduğunu ve bunun da yapının canlılığını kaybetmesine neden olduğunu söyledi.

Manastırın sadece artık iki günde Vaftizci Yahya ve Ayia (Azize) Katerina gününde ibadete açıldığını hatırlatan Yılmaz, artık son yıllarda bunun da mümkün olmadığını kaydetti.

Kıbrıs olaylarının derinden hissedildiği 1970'li yıllarda mülhak vakıf ilan edilen manastırın yönetimine Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) el koydu. Yılmaz, Hıristiyan cemaatin kullanımında olsa yönetimin o tarih itibarıyla VGM'ye geçtiğinin altını çizdi.

Yapının çok zarar gördüğünü dile getiren Yılmaz, "Zaten dolgu zemin üzerinde. İki tarafında bulunan mahalle 80'li yıllarda İstanbul Belediyesi'nin projesi yüzünden kaldırıldı. Dolayısıyla manastır iyice yalnızlaştı ve bomboş bir alanın ortasında kaldı" dedi.
 

 

Yapı o tarihte başka bir tehlikeyle de karşı karşıyadır. Metruk yapılar o dönemki kent yönetimi tarafından yıkım tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor ve kimisi Tur-i Sina Manastırı kadar şanslı olamıyordu.

Yılmaz, Tur-i Sina Manastırı'nın 1974 yılında Anıtlar Kurulu tarafından tescillendiğini ve bu yüzden yıkımdan kurtulduğunu söylese de kent hafızasındaki o rivayete de atıf yapmadan geçemedi:

O sevimli hikayeye göre Dalan'ın dozerleri geldiğinde rahipler Yavuz'un fermanıyla çıkmış karşılarına. 'Bizim fermanımız var, dokunmayın' diye. Hikaye doğru mu bilmiyorum ama neticede yıkım durdu. Hakikaten birçok kültürel varlığı yıkan Dalan, manastıra dokunamadı. Bu da kilisenin son mucizesiydi.


1980'li yıllardan beri boş bir parkın ortasında duran Tur-i Sina Manastırı'na 2000'li yıllar itibari ile komşular geldi. Bitişiğindeki binaya yerleşen kafe manastıra ait papazevini de depo gibi kullanıyor. Yılmaz, VGM'nin de ara ara kütüphaneyi kiraya verdiğini söyledi.

Yılmaz o tarihten itibaren manastıra verilen peygamberin elini temsil eden meşhur emannamenin korunması sıkıntı oluşturmaya başlayınca, İstanbul Rum Patrikhanesi'nin kendi bünyesinde korumaya almaya aldığını ifade etti.


Kuşların yuvası

Kilisenin ve kütüphanenin kullanılabilir durumda olduğunu ancak metekhionun (papazevi) ciddi anlamda zarar gördüğünü belirten Yılmaz, "Metekhion anladığımız kadarıyla 18'inci yüzyılda restore edilmiş, büyük ihtimalle Lale Devri'nde inşa edildi. 1730'larda kilise ve bu yapılar yeniden inşa edildiler. Bugün görülen yapılar 18'inci yüzyılın başı ama iç dekorasyonu da 18'inci yüzyılın sonuna işaret ediyor" dedi.
 

 

Yapı, Kilisedeki kitabelere göre ise farklı tarihler arasında çeşitli tadilatlar görür:

Kutsal peygamber vaftizci Ionannes Prodromos'un evi olan ve yanan bu saygıdeğer kiliseyi, Sina için aday olan Giritli Nikiforos, dindarların bağışlarıyla, yetkin bir insan olan Patrik Paisios zamanında görkemli bir şekilde yaptırdı. (15 Haziran 1733)

 

"Sonsuza dek anılması için.

Prodromos'un şu kutsal kilisesinin zamanın yıprattığı çatısı, narteksiyle birlikte güzel ve sağlam bir şekilde 1831'de, o zamanlar patrik olan Sina'dan gelen Konstantinos tarafından tamir ettirildi. 1852 yılında Tanrının yürüdüğü Sina Dağı'nın işlerini yöneten patriğin isteği üzerine kilisenin içinde kırılan ya da bozulan mermerler çıkartılarak Ieron'un tüm zemini, Aziz Haralambos'un parekklesionu, kilisenin ortasındaki önemli bir kısım da güzel dört köşe mermerlerle kaplandı. Eskileri çürüdüğünden, sütunlarıyla birlikte tüm kilise yenilendi. Temelleri deniz çürüttüğünden ve yıkılma tehlikesi gösterdiğinden Metekhion görkemli bir şekilde onarıldı. Kasım 1855"


İonana Kuçuradi tarafından çevrilen kitabeler de yapının 18'inci yüzyılın başında ve 19'uncu yüzyılda onarım gördüğünü doğrularken bina 20'nci yüzyıldan itibaren yalnızlığa terk edilmiş halde.

Hıristiyan gelenekleriyle Osmanlı sanatının Tur-i Sina'da bir araya geldiğini söyleyen Yılmaz, yapının dış cephesindeki kuş evlerinin buna örnek olduğunu ifade etti:

Batı'da dış cephede hareketlilik için heykellerle süslemeler yapılır. Osmanlı mimarisinde heykel yoktur. Ortodokslar da heykeli sevmez. Tur-i Sina'da dış cepheye yapılan kuş evleri yapıya hareketlilik katar.


Bugün metruk bir halde, kaderine terke edilen Tur-i Sina'yı bir tek kuşlar terk etmedi. Ancak bir an evvel kurtarılmazsa sadece kaybolan kültürel bir varlık olmayacak. Kuşlar da yuvasız kalacak.

DAHA FAZLA HABER OKU