Barış ve güvenliğe yönelik en büyük tehdit yoksulluktur

Gelişmekte olan ülkelere dönüşüm programını uygulamalarına yardımcı olmak için mali destek sağlanmalıdır. Bunun için yoksul ülkelerin elini çeşitli kısıtlamalarla bağlayan kredilere değil, yatırımlara odaklanılmalıdır

Fotoğraf: AA

Birleşmiş Milletler'in (BM) 2021 yılı çevre tehditlerine ilişkin tartışmaları, BM Genel Kurul üyelerinin çoğunluğu tarafından desteklenen ve iklim değişikliğini dünyada barış ve güvenlik için bir tehdit olarak gören bir kararla neticelendi.

Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararını veto ederken, iklim değişikliğinden en çok etkilenen gelişmiş zengin ülkeler ve yoksul gelişmekte olan ülkeler kararı güçlü bir şekilde destekledi.

Ayrıca, bir grup gelişmekte olan ülke buna karşı çıkarken, Çin ise "çekimser" kaldı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu kararın savunucuları, iklim değişikliğini insanlık için varoluşsal tehdit olarak değerlendirdi ve etkilerinin üstesinden gelinebilmesi için bağlayıcı Güvenlik Konseyi kararlarının gerekeceği yönünde fikir beyan ettiler.

Muhalif olan taraflar, kararın, gelişmekte olan ülkelere emisyonları azaltmaları için katı şartlar dayatmak için bir bahaneye dönüşeceği yönündeki endişelerini dile getirdiler.

Bu konudaki endişeye yol açan bir diğer husus ise, doğal kaynakların dengesini temin edecek ve emisyonları azaltacak yeşil ekonomiye sorunsuz geçişi sağlamak için yeterli desteğin sağlanmamasıdır.


Ruslar, iklim sorununun Güvenlik Konseyi'ne devrinin, onu bilimden siyasete dönüştüreceğini düşünürken; kararın savunucuları, Glasgow'daki son siyasi iklim zirvesinin sorunu çözdüğünü söylediler.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) bilimsel raporlarının sonuçları kabul edilirken, üzerinde ittifak edilen hususların uygulamaya geçirilmesi için gerekli kararların alınması görevi siyasilere bırakıldı.

Ülkelerin büyük bir çoğunluğu, karbon emisyonlarını 2045 yılına kadar sıfıra indirme sözü verdi. Diğer devletler, bu hedefe ulaşmak için yüzyılın ortasına işaret ederken, Çin ise 2060 yılını gösterdi.


Zengin ülkeler, emisyonların azaltılmasına paralel olarak kalkınma hedeflerine ulaşabilmeleri için yoksul ülkelere yönelik desteklerini artırma sözü verdiler.

Ayrıca gelişmiş zengin ülkelerin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin ve Çin'in taahhütlere bağlılığı, "ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar (common but differentiated responsibilities)" ilkesinin somutlaşmış halidir.

Söz konusu ilke, tarihsel olarak emisyonların ve kaynak tüketiminin büyük bir bölümünden sorumlu oldukları için, bunun çözümünü ve maliyetlerini sanayileşmiş zengin ülkelere yüklemektedir.


Çin'in çekimser kalarak orta bir tutum benimsemesi, zekice ve akıllıcaydı. Çin bu tavrıyla sanki şöyle demiş oldu: İklim değişikliğinin etkilerinin devasa ve ele alınması gereken acil bir tehdit oluşturduğu konusunda elde edilen bilimsel verileri ve gerçek olguları kabul ediyoruz.

Ayrıca, iklim değişikliğinin "sağlık, salgın hastalıklar, doğal kaynaklar, kuraklık, tatlı su kıtlığı ve gıda üretiminin yanı sıra yükselen denizler üzerindeki yıkıcı etkilerini" kabul ediyoruz.

Ancak diğer taraftan, Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir kararının dengeli olması gerektiğini düşünüyoruz. Zengin ülkelerin herkese yaptırım kılıcını salmadan önce tarihsel sorumluluklarını üstlenmeleri ve taahhütlerine uymaları gerekiyor.


Birleşmiş Milletler'in tartışmaları ve Güvenlik Konseyi'ndeki karar taslağı meselesi, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın yönetiminde kıdemli bir danışman olan ve iklim konularında çeşitli araştırmalarda bulunan bir araştırmacıyla olan diyaloğumun odak noktasını oluşturdu.

Kendisi ile iklim değişikliğinin insanın varlığı, barış ve güvenlik için bir tehdit oluşturduğu ve kıtlıklara, savaşlara, çatışmalara, benzeri görülmemiş mülteci dalgalarına neden olabileceği konularında hemfikir olduk.

Fakat bu ABD'li yetkilinin çelişkili bir tutumu vardı. İklim değişikliğine ilişkin bilimsel çevrelerde bir fikir birliğinin olmadığını düşünüyordu.

Oysa ABD'de yapılan güvenilir araştırmalar, iklim değişikliği konusunda şüphe duyanların Amerikalı araştırmacılar arasındaki oranının yüzde 2'yi geçmediğini doğrulamaktadır.

Bu yetkili, aslında doğru olan fakat kastettiği şey bakımından yanlış olan şu cümleyi kurdu:

Sağlığı doğrudan etkileyen gazlar, karbondioksit dışındaki gazlardır.


Evet, bu doğrudur; havayı kükürt, karbon monoksit, metan ve toz parçacıkları gibi kirleticilerden temizlemek için acil önlem alınması gerekir.

Ancak kömür başta olmak üzere yakıtların, uygun kontroller yapılmadığı takdirde bu zehirli gazların salınımının ana nedeni olduğu da doğrudur.

Bunları azaltmak karbon emisyonlarını da azaltır. Tüm bunlar iklim değişikliğinin sebep olduğu tehdidi azaltmıyor. Ayrıca yalnızca sağlığı değil, bir bütün olarak insan varlığını tehdit ediyor.


Popülistler bilimsel gerçekleri çürütmede başarısız oldukları zaman ekonomiye yönelirler. Yeni ABD yönetiminin iklim taahhütlerine bağlılığı -başkan Trump'ın danışmanına göre- ABD'nin Çin'e karşı rekabet gücünün azalmasına yol açacaktır.

Fakat gerçekte ABD'nin rekabet gücünü azaltan şey, Trump yönetiminin iklim taahhütlerinden ve programlarından çekilmesi ve bilimsel araştırmalara verilen desteği azaltmasıdır.

Bu durum, Çin'in güneş paneli endüstrisinde birinci sırayı almasına ve ürünleriyle dünya pazarlarını doldurmasına yol açtı.

Eğer ABD'deki büyük şirketler, emisyonları azaltma ve yeşil bir ekonomiye geçme zorunluluğuna inanarak planlarını yapmamış olsalardı ülke rekabet gücünü tamamen kaybedecekti.
 


ABD ve Avrupa ülkeleri, iklim değişikliği tehditleriyle yüzleşmek üzere bağlayıcı anlaşmaların yapılması hususunda baskı yapıyor.

Bunların en sonuncusu, iklim değişikliğini küresel barış ve güvenliğe tehdit olarak gören kararı Güvenlik Konseyi'nden geçirmeye yönelik olan başarısız girişimdi.

ABD ve Avrupa, böyle bir kararın olası sonuçlarından korkan ülkelerin çekincelerini ortadan kaldıracak ve güven uyandıracak adımlar atmalıdırlar.

Bu nasıl başarılabilir?

Öncelikle ABD ve Avrupa'nın bu konuda örnek olmaları gerekmektedir. Bunun için de vaatlerinde ciddi olduklarını kanıtlamaları gerekiyor.

Zira bir yandan emisyonların azaltılmasını talep etmek, öte taraftan fiyatların düşmesi için petrol üreten ülkelerden üretim tavanını yükseltmelerini istemek doğru değildir.


Bu konudaki ciddiyet, tüketimin bir an önce rasyonelleştirilmesini ve ülkelerdeki emisyonların azaltılmasını gerektirir.

Almanya gibi bir ülke, hükümetin otomobil şirketlerinin baskısı altında hız sınırı koyamazken, iklim değişikliğinin sonuçlarıyla mücadele için sıkı tedbirler alınmasını talep edemez.

Zira motor hızı ne kadar yüksek olursa, karbon emisyonlarının da o kadar yüksek olduğu bilinmektedir. İkinci olarak gelişmekte olan ülkelere yeşil ekonomiye geçiş için gerekli kapasiteye ve yeteneğe sahip olmaları için bilim, teknoloji ve eğitimde destek olunmalıdır.


Son olarak, gelişmekte olan ülkelere dönüşüm programını uygulamalarına yardımcı olmak için mali destek sağlanmalıdır. Bunun için yoksul ülkelerin elini çeşitli kısıtlamalarla bağlayan kredilere değil, yatırımlara odaklanılmalıdır.

Bu adil koşullar sağlandığında hiçbir ülke, iklim değişikliğini barışa ve güvenliğe tehdit olarak gören Güvenlik Konseyi kararına karşı çıkamayacaktır. Dolayısıyla yoksulluk, küresel barış ve güvenliğe yönelik en büyük tehdit olmaya devam etmektedir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU