İran'ı kim izole ediyor?

İslam Cumhuriyeti'ni "dışlamak" bir kenara, ABD dahil olmak üzere hemen hemen tüm dünya ülkeleri olağan politikalarından saptılar ve Tahran'ın yöneticilerine uyum sağlamak için büyük çaba sarf ettiler

Fotoğraf: AA

Biden yönetimi İran İslam Cumhuriyeti ile tartışma konusu olan nükleer anlaşmayı canlandırmaya hazırlanırken, Washington'daki olağan şüpheliler ise eski bir konuyu gündeme getiriyor: İran'ın izolasyondan çıkarılması!

Onlara göre, İslam Cumhuriyeti'nin kötü bir yol izlemesinin sebebi, dünyadan "dışlanmış" ve böylece kendini tehdit altındaki yalnız kurt gibi hissetmesidir. Bu sebeple saldırgan bir tutum sergilemek zorunda kalmıştır.


Bu argüman ilk olarak, 1980'lerde dönemin Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher tarafından formüle edildi.

Ondan sonra, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac bunu sahiplendi ve sonrasında bir dizi İngiliz dışişleri bakanına, özellikle de görev süresi boyunca Tahran'ı diğer tüm başkentlerden daha fazla ziyaret eden Jack Straw'a devretti.

Yıllar içinde bu argüman, birçok Batılı siyasi figür tarafından desteklendi. Bunlar arasında Bill Clinton, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ve yakın zamana kadar Boris Johnson hükümetinde dışişleri bakanı olan Dominic Raab da var.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

 

Geçtiğimiz kırk yıl içerisinde İran'ı izolasyonundan çıkarma taraftarları, umutlarını Tahran'daki çeşitli figürlere bağladılar. Başkan Bill Clinton, eski İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi için prestijli bir profil oluşturmak adına elinden gelen her şeyi yaptı ve Tahran'daki "ılımlılara" Washington'daki politikacılardan daha fazla yakınlık hissettiğini bile iddia etti.

İşçi Partisi'nden Lord Mandelson ve Muhafazakâr Parti'den Lord Lamont da dahil olmak üzere İngiliz siyasiler, Hasan Ruhani'ye İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olma çabalarında yardımcı olmak için bir lobi oluşturdular.

Böylece Hatemi'nin yarım kalan çabalarını yeniden canlandırdılar ve tecritten çıkarılması için yardım ettiler.


Bu kampın en coşkulu üyeleri, Başkan Barack Obama ve Dışişleri Bakanı John Kerry idi. Diğer taraftan Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Anthony Blinken de bu çabaları canlandırma konusunda kararlı görünüyor.

Fakat burada sorulması gereken soru şudur:

İslam Cumhuriyeti açısından bir 'dışlama' teorisinden söz etmek ne kadar doğrudur?

Cevap: Hayır, hiçbir şekilde doğru değil.


İslam Cumhuriyeti'ni "dışlamak" bir kenara, ABD dahil olmak üzere hemen hemen tüm dünya ülkeleri olağan politikalarından saptılar ve Tahran'ın yöneticilerine uyum sağlamak için büyük çaba sarf ettiler.

Mesela Ayetullah Humeyni'nin iktidarı ele geçirmesi, BM'nin tüm üye ülkeleri tarafında anında karşılık buldu. ABD, Tahran'ın yeni yöneticilerinin sempatisini kazanmak için derhal harekete geçti.

Tahran'daki büyükelçiliğini asla kapatmadı. Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, mollaların iktidarı ele geçirmesinden birkaç ay sonra Humeyni'nin yeni rejimin başbakanı olarak atadığı Mehdi Bazergan ile görüşmek için Cezayir'e gitti.


Carter yönetimi, alelacele Hukuk Danışmanı Lloyd Cutler'i Tahran Büyükelçisi olarak atadı ve İran'la silah sevkiyatının yeniden başlatılmasını emretti. Buna göre İran'da yaşananlar aslında bir 'kendi kendini dışlama' idi.

Bu, Ayetullah'ın göz kıpmasıyla ABD büyükelçiliğini basan ve diplomatlarını rehin tutan Humeyni çetesiyle oldu. Öte yandan Humeyni rejimi, İsrail'le barış yapma kararı nedeniyle Mısır'la diplomatik ilişkilerini keserek yine kendi kendini dışladı.

Yeni Humeyni rejiminin iktidardaki ilk yılı sona ermeden bile 108 ülke İslam Cumhuriyeti ile normal diplomatik ilişkileri yeniden kurmaya çalıştı.

Oysa çoğu ülkenin Sovyetler Birliği'ndeki Bolşevik rejimini tanıması on yıllar değilse bile yıllar almıştı. Öte taraftan ABD'nin, Pekin'deki komünist rejimi tanıması çeyrek asır, Fidel Castro'nun Havana'daki rejimini tanıması elli yıldan fazla sürdü.


ABD'nin İslam Cumhuriyeti ile 'uyum çabaları' Ronald Reagan'ın başkanlığı sırasında yeni bir düzeye çıktı.

Tahran'da rakip Humeynici gruplarla iletişim kanalları açıldı. İsrail'in yardımıyla ABD, Irak'ın ilerlemesini durdurmaya yardımcı olmak için İran'a kaçak yollarla silah gönderdi.

Mossad'dan üst düzey bir yetkilinin de aralarında bulunduğu Amerikan müzakere ekibi, İran'la ilişkileri "normalleştirmek" için Tahran'a gizli bir ziyaret gerçekleştirdi. Afganistan'ın ve sonra Irak'ın "kurtuluşu", İslam Cumhuriyeti'yle "uyum" için başka fırsatlar sağladı.

Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'nin anıları, Tahran ile Washington arasında işleyen ilişkinin resmini ortaya koyuyor: Taliban ve Saddam Hüseyin'i devirme gibi ortak hedeflere sahip iki ülke.


İran İslam Cumhuriyeti, Afganistan'ı yeniden şekillendirmek üzere ABD liderliğindeki planlara resmen ve alenen dahil edildi. Irak'ta, Washington ve Tahran'ın ilk olarak İbrahim el-Caferi'yi, ardından Nuri el-Maliki'yi başbakan yapmak üzere gösterdikleri ortak çabalarının farkındaydık.

İran'ın eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, çabaları sayesinde ABD'nin monarşinin Afganistan'a dönüşünü veto etmesiyle ve Kabil'deki ABD destekli rejimi "İslam Cumhuriyeti" olarak adlandırmayı kabul etmesiyle gurur duyuyor.

"İran'la entegrasyon" lobisi, İran'ı normal uluslararası arenadan uzak tutanın olumsuz tavrıyla İslam Cumhuriyeti olduğunu unutuyor.
 


Obama ve Biden'in bakış açısından nükleer anlaşma, İran'ı yeniden uluslararası topluma entegre etmenin en emin yoludur.

Öte yandan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) denilen şey, İran'ın dışlanmasının bir simgesi gibi görünmektedir.

Çünkü İran'ı, endüstriyel, bilimsel, ekonomik ve ticari planda benzersiz bir kurallar sistemine tabi olan dünyadaki tek ülke yapıyor.

Elbette buna karşılık İran'ın nükleer projesini durdurmayı umuyor.


Yaklaşık 20 yıl önce, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın şekillenmesine de yardımcı olan İranlı diplomat ve eski Dışişleri Bakanı Ardeşir Zahidi, bu çabanın boşuna olduğunu açıkladı.

Mayıs 2003'te The Wall Street Journal'da yayıMlan yazısında, "İran geçtiğimiz elli yıl içinde nükleer alanda öğrendiklerini görmezden gelemez" ifadesini kullandı.

İran'ın 1970'lerin ortalarında -hükümetin önemli finansal kaynaklarının desteğiyle iyi düzeyde bir nükleer bilim adamları ekibine sahip olduğunu belirten diplomat, bu ekibin askeri uygulamalar da dahil olmak üzere yeni teknolojinin tüm yönlerini araştırdığını söyledi.


Zahidi, geçen hafta İsviçre'de sürgünde öldü. Ancak Biden'ın ekibi Tahran ile yeni görüşmelere hazırlanırken, vermiş olduğu mesaj hala daha fazla incelemeyi hak ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU