Vizyonda bu hafta: Sanatın politikayla mücadelesi "Beyaz Karga"

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Beyaz Karga (White Crow) filminden bir kare

Hangimiz daha iyi bir hayat, daha iyi bir gelecek üzerine hayaller kurmuyoruz ki? Bu hayaller için kimi zaman yaşadığımız topraklar, kimi zaman da yaşadığımız topraklardan uzak diyarlar bize fırsatlar sunuyor. Kimimiz bilerek ve isteyerek neşe içinde, kimimiz de kendi isteği dışında sürgün edilircesine bir şekilde gitmek zorunda kalıyor. Eğer bir amaç uğruna kendi isteğin ve kararınla gitmek durumunda kaldıysan; gitmek güzeldir, özgürlüktür, bazen de kendini sınamaktır. Bazen hayata karşı durmaktır, bazen onunla akmaktır. Gitmek kaçmak değildir her zaman, aksine kovalamaktır. Ruhunun kaptanlığına izin verme cesaretini göstermektir. Hem erinçtir, hem dirençtir. Pencere önü çiçeği olmamaktır.

Bu yüzden uzaklaşmak gerekiyor bazen; ya kendimizden ya da yaşadığımız sabit düzenimizden. İşte o zaman hayat daha da farklı bir anlam kazanıyor. 

Beyaz Karga: Sanatın politikayla mücadelesi

Yönetmen: Ralph Fiennes / Oyuncular: Oleg Ivenko, Adèle Exarchopoulos, Ralph Fiennes, Louis Hofmann, Sergei Polunin, Alexey Morozov / 127 dakika
 


Hollywood sinema tarihinde dans filmlerine yönelik pek çok film olmasına rağmen şaşırtıcı bir şekilde bunların içinde herhangi bir dans türünden büyük bir dansçının hayatını anlatan bir biyografiyi hatırlayamadığımı itiraf etmeliyim. Öyle sanıyorum ki bunun en önemli nedeni; ünlü ressamların, müzisyenlerin, yazarların, sanatçıların veya sporcuların biyografilerinden farklı olarak beyaz perdede kurgusal bir canlandırmayla yapay görünmeden dans etmenin çok zor olmasıdır. 
 


Misal; Salma Hayek’in “Frida” filminde Frida Kahlo’ya; Willem Dafoe’nin “Sonsuzluğun Kapısında” filminde Vincent van Gogh’a hayat vermesi bir dereceye kadar kolaydır çünkü bu oyuncular söz konusu sanatçılar gibi nasıl resim yapılacağını bilmek zorunda değiller. Veya Rami Malek’in Bohemian Rhapsody’deki, Taron Egerton’un Rocketman’deki performanslarını gözünüzün önüne getirin, bu oyuncuların gerçekten güçlü bir sesi, iyi bir müzik kulağına sahip olması ya da bir enstrümanı çok iyi çalmaları gerekli olmayabilir. Rol icabı -mış gibi yapmaları yeterlidir. Ama bir dansçının hayatını anlatırken böylesi bir rolde -mış gibi yaparak oynamak asla yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla, 38. İstanbul Film Festivali’nin Galalar bölümünde seyretme imkanı bulduğum, Ralph Fiennes’in kariyerinde yönetmen olarak koltuğa oturduğu üçüncü filmi Beyaz Karga’ya bu açıdan baktığımda onun zor bir işin altına girdiğini söyleyebilirim.
 


Ancak Fiennes, ilk kez aktör olarak kamera karşısına geçen Ukraynalı bale dansçısı Oleg Ivenko’yu başrole seçerek bu bariyeri aşmaya çalışmışsa da diğer taraftan oyunculuk konusunda taviz vermek zorunda kaldığı gözden kaçmıyor. Filmde bale tarihinin en iyilerinden biri kabul edilen Rus balet Rudolf Nureyev’e hayat veren Oleg Ivenko bale performanslarıyla göz dolduruyor olsa da drama oyunculuğunda zayıf kalıyor. 
 

 

 
Eğer film Nureyev’in hayatını bale performans ağırlıklı anlatsaydı belki bu durum gözüme o kadar çarpmayabilirdi fakat aksine Julie Kavanagh’ın Rudolf Nureyev: The Life isimli kitabından esinlenerek filmin senaryosunu yazan David Hare hikayeyi performanslarla çekici hale getirmekle ilgilenmiyor gibi görünüyor.

Metamorfoz
 


Özetlemek gerekirse; ünlü oyuncu Ralph Fiennes’in yönetmenliğini üstlendiği film, efsane balet Rudolf Nureyev’in Sibirya’da bir trendeki doğumundan gençliğine, eğitim aldığı yıllara değinerek 1961’de Le Bourget havaalanında Sovyetler’den Batı’ya ilticasına kadar olan erken dönem yaşamını ele alıyor.
 

 


1940’larda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kırsal bir bölgesinde, fakir bir ailede büyüyen Nureyev, Soğuk Savaş sırasında Sovyet rejiminin kendi vatandaşlarını dünyadan izole ettiği bir ortamda kendi kişisel özgürlüğünü bulma yolunda bir arayıştadır. Çocukluğunda tüm imkansızlıklar içinde aldığı dans eğitimi onu nihayetinde Rusya’nın en iyi dans topluluğuna kadar götürür.
 

 


Bale için geç denebilecek bir yaşta topluluğa kabul edilmiş olması ve yetersiz tekniğinin ilerlemesine engel olabileceği kendisine söylenmiş olmasına rağmen profesyonel bir balerin olma yolundaki hırsı onun başkalaşım evresini de hızlandırır. Bu süre boyunca erkek bale tekniği ve tarzında mesleğini yeniden icat ederken yetenekli bir dansçı olduğu gerçeğinin yanı sıra hırsı ve kibri otorite figürlerinde ve ondan şüphe eden herkesin gözünde onu huzursuz bir ruh ya da bir beyaz kargaya dönüştürür.
 

 


Etkili bir sona doğru

Nureyev 1961’de üyesi olduğu Kriov Balesi’nin Batı’daki turne programıyla Paris’e geldiğinde, Sovyet yetkililerinin dansçılara getirdiği sokağa çıkma ve Batı’daki sanatçılarla yakınlık kurma yasaklarına rağmen zamanının çoğunu buradaki sanatçıların insan formunu nasıl biçimlendirdiğini gözlemleyerek geçirir. Bunun için resim ve heykellerin sergilendiği müze ve galeriler en çok vakit geçirdiği yerler olur.

 


Dansçı kişiliğinden çok daha fazlası olmak isteyen balet sosyalleşmek amacıyla edindiği Fransız arkadaşlarıyla gittiği caz kulüplerinde hayat, sanat ve edebiyat üzerine onu besleyen sohbetlere katılır. Amacı yapmak istediklerini, düşüncelerini, uyguladığı teknikleri anlatıp bunları çevresindekilere aktararak yaptığı şeyle izleyenleri büyülemek ve etkilemektir.
 

 


Bu sırada Şilili bir ressamın kızı olan Clara Saint’e duygusal olarak yakınlaşır. Fakat onun bu başına buyruk hali Sovyet yetkililerini rahatsız eder ve Nureyev’i topluluğun diğer üyeleriyle aynı çizgide tutmak için örtülü tehditlerle korkutmalar başlar.
 

 


Sovyetler Birliği'nin istihbarat ve gizli servisi KGB yetkililerinin paranoyak yaklaşımlarının sanatçılarının yaratıcı özgürlüklerini kullanmalarını engellemek için nasıl adımlar attığına dair bir fikir veren film doğrusu son yarım saatine kadar heyecan vermediği için seyrederken sabır göstermek gerekebilir. Belli belirsiz şüphe ve gerilimle geçen düz bir anlatımın son yarım saatinde dönemin politik gerilimini çarpıcı bir perspektifle ele alan heyecan dolu etkili bir son, seyir sırasında sabır gösterenler için bir ödül olabilir. Ve hatta filmdeki diğer tüm eksiklere tolerans gösterilmesini sağlayabilir.
 

 


Gelen bu etkili sonla sanatsal bütünlüğün politik kontrole karşı mücadelesini güçlü bir şekilde ele alan film, Nureyev’in, bir tarafı özgürlüğe, diğer tarafı muhtemelen sürgüne açılan bir kapının eşiğinde vermek zorunda kaldığı kararla Demir Perde zincirinden kurtularak dünya çapında saygın ve özgür bir balet olma yolunda nasıl bir adım attığını da gözler önüne seriyor.
 

 


Haftanın diğer filmleri

13. Cuma


Justin Price'ın yönettiği 13. Cuma, başka bir diyardan şeytani bir varlığın, bir grup arkadaşa musallat olmasını anlatıyor.

Anna

Luc Besson'ın yönetmen koltuğunda oturduğu Anna, son derece yetenekli ve tehlikeli bir suikastçı olan ve tüm operasyonlarını belli bir gizlilik içerisinde gerçekleştiren Anna Poliatova'nın hikayesini anlatıyor. Anna Poliatova, temelde bir suikastçıdır ama asla normal bir suikastçı değil. Onun çarpıcı güzelliğinin altında dünyanın en korkulan ve yetenekli ajanlarından biri yatar. 24 yaşında olan Anna’nın kim olduğunu ve kaç farklı ülkede, kaç farklı hayata sahip olduğunu kimse bilmemektedir. Genç kadın, Moskova’da pazarındaki sıradan bir satıcı mı, Paris’te yaşayan bir model mi, yozlaşmış bir polis mi, yoksa sadece zorlu bir satranç oyuncusu mu? Onun gerçekte kim olduğunu bilmek için oyunun sonuna kadar beklemek gerekecektir.

Bahtsız Bedri

Fatih Mehmet Karakuş'un yönettiği Bahtsız Bedri, saf ve temiz bir insan olan Bedri'nin, sınav harcını yatırmak için çıktığı yolda başına ummadığı şeylerin gelmesini anlatıyor.

Güller

Mehmet Gün'ün yönettiği Güller, 28 Şubat döneminin bir köyde nasıl yaşandığını, 12 yaşındaki Ali Osman'ın gözünden aktarmaya çalışıyor. Ali Osman, köylü bir ailenin şehirde yatılı okuyan başarılı ama kekeme ve utangaç bir çocuğudur. 28 Şubat sürecinin yaşandığı yılın yaz başlangıcında yurtları erken tatile girmiştir. Hem köyden hem yurttan arkadaşı olan Serdar ile köye dönmek üzere yola çıkarlar. Yolda, platonik olarak aşık olduğu Güller'in köy ilkokulunda öğretmen olan babası hakkında da soruşturma açıldığını öğrenir. Aile bu yüzden köyden taşınma hazırlıklarına başlamıştır. Ali Osman, post-modern darbe, tutuklamalar, baskıları zihninde bir yere oturtamaz. Sevdiğini söyleyemeden ya Güller köyden giderse? Ya onu bir daha göremezse? Onu endişelendiren tek şey budur.

Hotel Mumbai

Anthony Maras yönetmenliğindeki Hotel Mumbai, Hindistan’ın finans ve eğlence başkenti olan Mumbai'de yaşanan gerçek olaylardan beyazperdeye uyarlandı. Hotel Mumbai, 2008 yılında gerçekleşen ve dünya tarihine damga vuran terör olaylarını konu alıyor. Filmin başrollerinde Dev Patel, Armie Hammer, Nazanin Boniadi, Anupam Kher ve Jason Isaacs gibi isimler yer alıyor. Anthony Maras'ın ilk uzun metrajlı olan filminde; Hindistan'ın kalbi olarak kabul edilen Mumbai/Taj Otel’de, otel çalışanlarının kendi hayatlarını hiçe sayarak konukları kurtarma öykülerini anlatılıyor.

Kalpten Gerdanlık

Ünlü bir takı tasarımcısı olan Akın, insan kalbi kullanarak yapacağı bir gerdanlık tasarlar ve tasarımını gerçekleştirmek için de cinayetler işlemeye başlar. Tasarımını tamamlamadan polise yakalanmak istemeyen Akın’ın, öldürdüğü her kurbanıyla, geçmişe dayanan dolaylı bir ilişkisi vardır.

Katil Bebek Geri Döndü

Bir devam filmi olan Charletto the Return, bir oyuncak bebeğin hediye olarak bırakıldığı kadının hayatını kabusa çevirmesini konu ediniyor. Genç kadının kapısı çalar, içerisinde voodoo bebeği olan gizemli bir hediye paketi bırakılmıştır. Oyuncak bebek canlandığında, asla hayal edemeyeceğiniz korkular zinciri başlayacaktır. Gizemli bir hediye ile genç kadın ve çevresindekiler için geri dönüşü olmayan korkunç ve lanetli kabuslar başlamıştır.

Oyuncak Hikayesi 4

Josh Cooley'nin yönettiği Toy Story 4, Woody ve arkadaşlarının, aralarına Forky adında yeni bir oyuncağın katılmasıyla atıldıkları maceraları konu ediniyor. Woody dünyadaki yeri konusunda her zaman kendine güvenir ve önceliği Andy veya Bonnie ait olduğu çocuğa göz kulak olmaktır. Bonnie odasına "Forky" adlı zoraki bir oyuncak ekleyince, eski ve yeni arkadaşlarıyla birlikte çıktığı macera Woody'e dünyanın bir oyuncak için ne kadar büyük olabileceğini gösterir.

Yazlık Ev

2018 Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yapan Les estivants (The Summer House), ailesinin yazlık evine tatile gelen ve hayatını yoluna koymaya çalışan bir kadının hikayesine odaklanıyor. Film yönetmeni Anna, her sene olduğu gibi bu yaz da ailesinin Güney Fransa kıyısındaki muhteşem yazlık evinde tatilini yapmaya gelmiştir. Hem kızıyla vakit geçirecek hem yeni filmini yazacak, hem de ailesine itiraf edemese de ayrıldığı sevgilisinin yasını tutacaktır. Ancak ortaya dökülen sırlar ve ailenin beklenmedik tepkileri yüzünden bu yaz tatili, öncekilere hiç benzemeyecektir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU