Tek sorun S-400’ler değil ki!

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Cumhurbaşkanı Erdoğan belki de son sözü söyledi; “S-400’ler alınacak demiyorum. Alındı diyorum. Biz bu işi bitirdik.” Aylardır devam eden S-400 totosunu bu açıklama sonlandırır mı yoksa adı verilmeyen, varlığı şüpheli üst düzey Türk yetkili(ler) yabancı ajanslara Ankara’nın bu işten vaz geçeceğini fısıldamaya devam eder mi bilinmez. Çünkü S-400’ler stratejik tartışmaların yanında piyasalarda kullanılan iyi bir spekülasyon malzemesine dönüştü.

Adının açıklanmasını istemeyen Türk yetkililer uluslararası ajanslara neler demediler neler: Alınmayacak, getirilecek ama paketlenip depoya konulacak, diyen mi ararsınız? Yoksa Kıbrıs’a veya Azerbaycan’a gönderilmesi konusunda Ankara ile Moskova’nın görüş birliğine vardığını söyleyen mi istersiniz? Bir tek S-400’lerin getirileceğini; ancak sadece Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) taşıyan göçmen kuşlara karşı kullanılacağını söyleyen çıkmadı henüz.

Türkiye S-400’leri almakta ısrar ederse Amerika’nın Türkiye’yi nasıl cezalandıracağı ve Ankara’nın karşı tedbirlere başvurup başvurmayacağı da ayrı bir toto gibi. Bu iki totonun piyasalarda devam ettirilmesi ihtimali hala yüksek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı gibi önümüzdeki iki ay içinde teslimatın başlaması halinde totonun cezalandırma kısmının ağırlık kazanacağı açık.

Ankara ile Vaşington arasındaki tek sorun değil S-400’ler; tam tersine, Türkiye ile Amerika arasındaki sorunlar yumağından kaynaklanan güven bunalımının bir sonucu. Yoksa Türkiye-ABD ilişkileri iki devlet yetkililerinin ağzında sakız olmuş ve bilgisayarlarının klavyesinden kendiliğinden dökülen bir “ittifak” ilişkisi olsa ve S-400’ler sadece teknik/askeri bir “anomali” gibi görünse kolaylıkla çözülebilirdi.

Açık söylemek gerekirse, Türkiye’nin dış politika sorunlarının neredeyse tamamında Türkiye ile ABD arasında görüş birliği olmadığı gibi, Türkiye açısından yaşamsal bütün konularda Vaşington Ankara’ya zarar veren projelerin yürütücüsü durumunda. En bariz örneklerden birisi Türkiye’nin toprak bütünlüğüne doğrudan tehdit oluşturan Büyük Kürdistan projesi. 

ABD’nin Türkiye’yi bir yandan derin stratejik müttefik olarak tanımlayıp öte yandan da PKK/PYD’ye binlerce tır silah vermesi, Türkiye’nin Suriye politikalarındaki yanlışları istismar ederek PYD’yi devletleştirme çabalarından geri adım atmaması dikkate alındığında S-400’lerin alımından vazgeçilmesinin hangi sorunu çözebileceğini sormak gerekir.

ABD’nin PYD’yi silahlandırmasının Ortadoğu’daki müttefiki İsrail aleyhine Hamas ve Hizbullah’a on binlerce tır dolusu silah vermeye kalkışması gibi olduğu benzetmesini yapmakta fayda vardır. Hiç kimsenin mümkün göremeyeceği böyle bir senaryonun ABD ile Türkiye arasında yaşandığını vurgulamak gerekir.

Kıbrıs sorununda ABD’nin federasyon tezinde ısrar edip, sorunun çözülememesinden dolayı sadece ve hep Türkiye’yi eleştiren/sorumlu tutan AB tarafında yer alan bir tavır sergilemesinin de müttefiklikle izah edilir bir tarafı olamaz. 

Soğuk Savaş yıllarında federasyon etnik sorunların çözümünde uygun bir formül gibi görülüp desteklenirken, yaşadığımız son otuz yıl federasyonların dağılmasıyla sonuçlandı. Sovyetler Birliği on beş, Yugoslavya yedi ve Çekoslovakya ise iki devlete ayrıldı. Bu devletleri ABD dâhil herkesin tanıdığı dikkate alınırsa, 1964 yılı temel alındığında tam altmış beş yıldır birbirinden ayrılmış ve son elli beş yıldır da kendi devletlerini yönetmekte olan Türkleri ve Rumları bir araya getirmeye çalışmanın Türkiye açısından artık dostane bir tavır olarak görülemeyeceğini söylemeye bile gerek yok. 

Üstelik AB içindeki İspanya ve Belçika gibi devletlerde federal yapıların çatırdadığı ve Brexit sonrasında Birleşik Krallık’ın tek vücut kalamayabileceği ciddi bir ihtimalken Türkiye’nin Kıbrıs’tan çıkarılması anlamına gelen federasyon tezinde ısrarcı olmak hangi ittifakın gereği olabilir? Buradaki Amerikan politikası Türkiye ile Rumlar ve Yunanistan arasında bir denge yürütülmesi ile izah edilemeyecek kadar Türkiye karşıtlığı içeriyor. Kıbrıs merkezli Doğu Akdeniz’in jeopolitiği fevkalade önemli hale gelmişken Türkiye’yi Ada’dan çıkarmaya çalışmanın müttefiklikle alakalı bir yanı olamaz. 

Öte yandan S-400’lerin alınmasından vazgeçmek Kıbrıs konusunda yaşamakta olduğumuz derin politika karşıtlığının çözümüne nasıl katkıda bulunacaktır?

Shanahan’ın Sn. Akar’a gönderdiği mektupta hiçbir çözüm önerisinde bulunmaması ve sadece Trump’ın iki ülke arasındaki dış ticaret hacminin yüz milyar dolara çıkarılmasını arzu ettiğinden bahsedilmesi, ABD’nin S-400’ler konusunu iki ülke arasındaki derin sorunlar ve görüş ayrılıklarının sebep olduğu güven bunalımı içinde ele almaya niyetli olmadığını gösteriyor. 

Oysa sık sık tekrar ettikleri gibi Türkiye ABD’nin stratejik bir müttefiki ise PKK/PYD’ye silah vermekten vazgeçilmesi, verilen silahların toplanması, Türkiye’nin güvenlik endişelerini ortadan kaldıracak adımların atılması, Kıbrıs konusunda ABD’nin Türk tezlerine yaklaşması gibi bir paketin konuşulmasının zamanı çoktan geldi de geçti bile. 

Bu hayati konuların hiçbirinde en ufak bir adım atmaya niyetli görünmeyen bir Amerika ile ikili ilişkileri S-400 almayarak nasıl toparlayacağız? 

Tam tersine S-400 alımından vazgeçmek Türkiye’yi basit bir duruma düşürecek hatta neredeyse egemen karar alamayan bir konuma sokacak ve Amerika’yı Türkiye karşıtı politikalarında teşvik edecektir. 

Örneğin S-400’lerin alımından ekonomik yaptırımlar korkusuyla vazgeçilirse, ABD’nin PYD konusundaki tavrımıza karşı aynı silaha başvurmayacağını nasıl garanti edeceğiz? Hatta aynı silahı Kıbrıs açıklarında Türkiye’nin başlattığı petrol arama ve sondaj faaliyetlerine son vermemiz amacıyla kullanması da olasıdır. 

Dolayısıyla ABD’nin yaptırım kılıcından korkarak geri adım doğru olmaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterdiği kararlılığın devam etmesi gerekir ve bu konuda toplumsal duyarlılık oluşmasına katkıda bulunmak lazımdır.

Öte yandan, Türkiye’nin ABD’nin yaptırım/tehdit içeren politikalarına karşı koymak amacıyla politikalarında revizyona gitmesi gerektiği de ortadadır. Mevcut Suriye politikamızın Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmediği açıkça görülebiliyor. PYD’ye karşı mücadele edeceksek – ki, etmeliyiz – o zaman bu işi Adana Mutabakatı çerçevesinde Suriye ile birlikte yapmak daha doğru olur.

Mısır ile mevcut kavgalı ilişkilerin her gün itibariyle Türkiye’ye zarar verdiğine hiç şüphe yoktur. Hatta İsrail ile de sürdürülebilir bir zemin üzerine oturtulacak yeni bir politikaya ihtiyaç her geçen gün iyice artıyor. 

Kısa vadede ABD ile ilişkilerimizin bozulması kuvvetle muhtemel olduğu için Rusya ve İran ile yürütülen dengeli, dostane ilişkiler geliştirilerek sürdürülürken bölgede başta Irak Merkezi Hükümeti olmak üzere diğer devletlerle ilişkileri normalleştirmek Türkiye’nin yararına olacaktır. 

Bölgede yalnızlaşmış görüntü veren Türkiye’nin ABD yaptırımlarına karşı yeterince dik durması ve etkili sonuçlar alması zor olur.
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU