Son yıllarda göçmen akınına uğrayan Türkiye'nin, yabancı istilacılarla da başı dertte: Kara ve denizleri işgal edip, ekosistemi yok ediyorlar

Dünyanın her bölgesinde ve ülkesinde bulunan istilacı yabancı türler Türkiye'de de hızla yayılıyor. Uzmanlar, birçok alana olumsuz etkileri olan bu türlerin, ekosisteme, biyoçeşitliğe ve çevreye zararlarını Independent Türkçe'ye değerlendirdi

Kolaj: Independent Türkçe

Türkiye'de son yıllarda, orman yangını, sel baskını ve kuraklık gibi birçok doğal afet yaşandı.  

Gerek iklim değişikliğinin etkisi gerek düzensiz yapılaşma gerekse doğal kaynakların bilinçsiz kullanımı, Türkiye'de yeni doğa sorunlarına kapı aralıyor.  

Türkiye bu tabiat sorunlarıyla mücadele ederken, üstüne bir de göçmen kriziyle başa çıkmaya çalışıyor.  

Kuraklık, savaş ve ekonomik sebeplerden dolayı ülkelerinden ayrılan göçmenler nedeniyle, Türkiye'nin yaşadığı sosyal ve ekonomik sorunlar her geçen gün artıyor.

Fakat Türkiye, göç krizinin yanında farklı coğrafyalar ve iklimlerden gelen başka tehlikelerle de karşı karşıya.

Bu tehlikenin adı: İstilacı yabancı türler

İstilacı yabancı türler (İYT) nedir?  

Uzmanlar istilacı yabancı türleri, anavatanından yabancı bir coğrafyaya gelip yerleşen ve çoğalan; bulunduğu bölgenin ekosistemine, biyolojik çeşitliliğine, ekonomisine ve hatta insan sağlığına zarar veren canlılar olarak tanımlıyor.

Genel olarak dünyanın hemen her bölgesinde ve ülkesinde yaşanan istilacı yabancı türler sorunundan en çok etkilenen coğrafya ise Akdeniz. Türkiye de bu sorundan en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor.

Son yıllarda küreselleşmenin ve iklim değişikliği etkilerinin daha da artması, yeni ticaret yollarının açılması, doğanın bilinçsiz kullanımı istilacı yabancı türlerin yayılımını hızlandırıyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İstilacı yabancı türleri karasal ve denizel olarak ikiye ayıran uzmanlar, bunların arasında memeli, bitki, sürüngen, balık, böcek, hatta mikro organizmaların yer aldığını ifade ediyor.

Dr. İrfan Uysal ve Bülent Boz'un imzasıyla Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan, "Türkiye'deki en tehlikeli istilacı yabancı türler" kitabına göre, dünyanın "en tehlikeli" 100 istilacı yabancı türünden 14 tanesi Türkiye'de.

Peki Türkiye'deki istilacı yabancı türlerin ülkemize verdiği zararlar ve boyutları ne durumda?

Yazı dizimizde ilk olarak, uzman isimler ile birlikte karasal ve denizel istilacı türlerin Türkiye'nin ekosistemine, biyolojik çeşitliliğine ve çevreye verdiği zararları konuştuk.

Türkiye karasularını ele geçiren "denizel istilacılar"

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Türkiye ofisinde, "İYT tehditlerine karşı mücadelede" projelerinde yönetici olarak görev yapan Çevre Mühendisi Mehmet Gölge, sözkonusu türlerin transferinde en büyük etkenin "insan faktörü" olduğunu vurguladı.

Özellikle denizel istilacı yabancı türlerin ülkemize, Süveyş Kanalı ve gemilerin balast suları yoluyla geldiğini belirten Gölge, "Gemiler, başka denizlerden aldığı suları bizim denizlere gelip bırakıyor. Bu sırada o suların içindeki istilacı türler bizim denizlerimize giriş yapıyor. Diğer bir yol ise Süveyş Kanalı. İstilacı türler Kızıldeniz'den Akdeniz'e bu kanal üzerinden giriyor. Şu an Akdeniz'deki istilacı türlerin büyük çoğunluğu Kızıldeniz kökenli. Burada biraz iklim değişikliğinin de etkisi var. Kızıldeniz'in ısınmasıyla birlikte istilacı türler yukarı çıkarak yeni yerler arıyorlar" dedi.

Bazı istilacı türlerin ise insanlar tarafından sulara bırakıldığını ve burada çoğaldıklarını vurgulayan Gölge, akvaryumlarda beslenen su kaplumbağalarını örnek verdi.

Gölge, insanların da bazen bilinçli ya da bilinçsizce istilacı türleri ülkemize getirebileceğini söyledi.

Mehmet Gölge1.jpg
Mehmet Gölge / Fotoğraf: mehmetgolge.com


Denizlerimize verdiği en büyük zarar yerli türlerimizi yok etmesi

Türkiye'nin kıyılarında yaşayan yerli türlerin, istilacılardan olumsuz etkilendiğini aktaran Gölge şunları söyledi:

İstilacılar bizim yerel türlerimizi tüketebiliyor ve bulundukları ortamdan kaçırıyor. Mesela hem deniz hem iç sularımızda benzer bir durum var. Örneğin İç Anadolu'daki sularımıza atılan "İsrail sazanı" isimli balıktan yerli türlerimiz olumsuz etkilenmeye başladı.  Yani ekosisteme verdiği en büyük zarar, bulunduğu bölgelerdeki yerli türleri yok etmesi.

Yerli bir türün yok olmasının ekosistem için başlı başına bir sorun olduğunu dile getiren Gölge, "Örneğin bazı türler, deniz çayırlarımıza zarar veriyor. Deniz çayırları, sularımızda oksijeni sağlayan türlerimizdir. Bunları deniz altındaki ormanlar olarak düşünebiliriz" dedi.

İstilacı türler biyoçeşitliliğe zarar verip, deniz ekosistemini bozuyor

Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Deniz Biyolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Melih Ertan Çınar ise, Türkiye karasularında tespit edilen 539 yabancı türün olduğu ve bunun yaklaşık 105 tanesinin istilacı tür olduğunu belirtti. Türkiye denizlerindeki istilacı türlere ve etkilerine yönelik örnekler veren Çınar, şunları aktardı:

Bazıları ekosisteme etki ederken bazıları ekonomiye ve insan sağlığına da etki edebiliyor. Bazen çok küçük bir midye türü çok hızlı bir şekilde sahillerimizde kayalarımızın üzerini kaplayarak habitata zarar veriyor. Şu an İzmir Körfezi'ne kadar gelmiş durumda. Küçük ama geniş bir istilacı. Halkın pek gözünün önünde değil. Bulunduğu yerde tüm kaya yüzeylerini örtüyor. Oradaki diğer türleri ortamdan uzaklaştırıyor. Dolayısıyla biyoçeşitlilik üzerine çok büyük zararları var.

Mesela "Kuzey Atlantik deniz yıldızları" Marmara için çok büyük problem. Çok obur canlılar oldukları için denizdeki midye yataklarını tüketiyor. Ayrıca popülasyonları da çok fazla. Midyeyi sadece bir canlı olarak görmemek lazım. Bunlar deniz habitatlarını oluşturuyorlar.

Denizlerdeki bazı istilacılar insan sağlığı için de zararlı

İstilacı yabancı türler arasında "aslan balığı, balon balığı, deniz kestanesi, deniz anası" gibi zehirli canlılarında da olduğunu ve bunların insan sağlığı için risk taşıdığını vurgulayan Çınar, sözkonusu türlerin temas edildiğinde insanı yaralayabileceğini, tüketildiğinde ise ölümcül sonuçlar doğurabileceğini belirtti. 

Çınar, zehirli türlerin Ege ve Akdeniz'de yoğun olarak mevcut olduğunu söyledi.

MELİH ERTAN ÇINAR.jpg
Prof. Dr. Melih Ertan Çınar / Fotoğraf: ege.edu.tr


İstilacılar, yerli türlerle rekabet içinde

Yerli türlerin popülasyonunun, istilacı türler nedeniyle azalıp azalmadığı ile ilgili soruya ise Çınar şu cevabı verdi:  

İstilacılar, denizlerimizdeki yerli türleri ortamdan uzaklaştırıyor. Mesela eskiden Akdeniz'de barbun balığı türlerimiz vardı. Orayı şimdi Kızıldeniz'den gelen türler işgal etti. Popülasyonu yok ediyor diyemeyiz ama onların yerlerini aldığını söyleyebiliriz. Yerli türlerimiz ise ya biraz daha derine ya da batı denizlere doğru gidiyor.

Bir örnek verecek daha olursak, Kızıldeniz'den İskenderun Körfezi'ne çok istilacı bir karides türü geldi ve oradaki jumbo karideslerimizin yerini aldı. Şimdi orada yine karides olsa da yerli tür karidesimiz yok. Ayrıca Akdeniz'de "aslan balığı" çok yoğun. İstilacı türleri denizlerimizden uzak tutmak artık çok zor ama en azından mücadele etmeliyiz. Yeni balıklarla tanışıyoruz ama eski balık türlerimiz de gidiyor. İstilacılar, yerli türlerimizi ya tüketiyor ya da ortamdan uzaklaştırıyor. Yerli türlerimizin popülasyonlarında ciddi bir değişiklik oldu.

KOLAJ.jpg
Aslan balığı (Fotoğraf: AA) / Kuzey Atlantik deniz yıldızları ( Fotoğraf: istilacilar.org / Prof.Dr. Murat Bilecenoğlu)


Denizlerin bitki örtülerini tüketip, 'çölleşme' etkisi oluşturan türler bulunuyor 

Bazı istilacıların deniz habitatlarına ve üzerinde örtü oluşturan diğer canlılara yok ettiğini aktaran Çınar, "Mesela bazı balık türleri otçul besleniyor. Akdeniz'de "sokar" dediğimiz çok obur bir balık var.  Alglerle (su yosunu) besleniyor. Özellikle belirtiyorum, bu balıkların bulundukları yere gidin bakın, taşların üzeri bile çıplak vaziyette. Bunları tüketmişler. Alglerin yok olması bitki örtüsünün hatta deniz ormanlarının yok olması demek. Bir anlamda 'çölleşme' etkisi oluşturuyor" dedi.

Çınar, "İstilacı türlerden en çok zarar gören ülkeler hangileri?" sorusuna ise, "En önemli örneklerden biri biziz" yanıtını verdi ve şöyle devam etti:

Doğu Akdeniz havzasındaki İsrail, Suriye ve Lübnan kıyıları Kızıldeniz göçmenleri tarafından istila edildi. Biz de bu havzada olduğumuz için bundan hem çevresel hem de ekonomik olarak zarar gören ülkelerden biriyiz. Ekosisteme etkilerini, yerli türü ortadan kalkması ve denizlere verdiği etkiyi de hesaplarsanız milyar dolarlık bir etkiyi hesaplayabilirsiniz.

Şehirlere, ormanlara ve tarım alanlarına yayılan "karasal istilacılar"

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Uludağ, karasal istilacı türlerin birçok çeşidinin olduğunu, bunların arasında memeli, kanatlı, bitki hatta böceklerin de yer aldığını söyledi.

Karasal türlerin Türkiye'ye gelişi ve yerleşmesi ise denizel türlerden farklı gerçekleşiyor.

Uludağ, istilacı bitki ve böceklerin ithal edilen tohumların içinde gelebileceğini ve böylece doğaya ve tarım alanlarına atlayıp çoğalabileceğini, gıda olarak gelen bitkiler aracılığıyla da ülkeye giriş yapabileceğini belirtti.

Ahmet Uludağ.jpg
Prof. Dr. Ahmet Uludağ / Fotoğraf: AA


İstilacı ağacı belediyeler dikti

Bazı istilacı türler ise insanlar tarafından "süs bitkisi" olarak, bilinçli ya da bilinçsizce ülkeye getirilip ekilebiliyor. 

Bu tarz istilacı türlerin toplum için büyük tehditler oluşturabileceğini vurgulayan Uludağ şunları söyledi:

Her türün, her bitkinin ve böceğin bir kökeni biyocoğrafyası var. Şimdi şehirlerimizde "cennet ağacı" isminde bir ağaç türü var. Bu ağaçları, belediyelerimiz yol kenarı ile parklara, halkımız ise bahçelerine dikti. Çin kökenli olan bu ağaç, şehirlerimiz için son derece zararlı. Çünkü bu altyapıyı bozan bir ağaçtır. Belediyelerin altyapı adına yaptığı ne varsa hepsine zarar veriyor. Hatta binaların temellerine bile. Bunu biz süs ağacı diye diktik ama şimdi sökseniz de baş edemezsiniz.

Bunun yanında "yalancı akasya" isimli bir türün de süs ağacı olarak şehirlere dikildiğini ve cennet ağacına benzer bir zarar verdiğini belirten Uludağ, "Bu ağaç şimdi şehirlerde ve tabiatta var. Bunun en önemli özelliği dünyanın birçok yerinde istilacı olarak kabul edilmesi. 'Ocağına incir ağacı dikmek' diye bir söz vardır bizde. Bir bakıma, bu ağaçları insanların ocağına kendi elimizle dikiyoruz" ifadelerini kullandı.

Kolaj2.jpg
Cennet ağacı (solda) ve yalancı akasya (sağda) / Fotoğraf: Prof. Dr. Ahmet Uludağ


Uludağ'a göre, bu tür ağaçların tercih edilmesinin sebebi; üremesinin hızlı, büyümesinin kolay, görüntüsünün ise güzel olması...

Arılar istilacı ağacı tercih ediyor

Türkiye'nin ekosistemi ve yerel bitkileri de istilacılar nedeniyle tehlike altında. Ülkedeki doğal bitki türlerinin üremesini ve gelişmeni engelleyen istilacılar, zamanla bitki çeşitliliğini yok ederek bölgeye tamamen yerleşiyor.

Bu türde olan istilacılara ve zararlarına ilişkin örnekler veren Uludağ şunları kaydetti:

Mesela yalancı akasya o kadar çekicidir ki dölleyici arıları kendine çeker. Arılar o dönemde bizim yerli ağaçlarımıza gitmezler. Yerli ağaçlarımız ve bitkilerimiz döllenmezse çoğalması durur ve yıllar alan bir süreç içerisinde kaybolmaya başlar.

Yine Türkiye'ye 5 yıl önce giren "dev horoz ibiği" adında istilacı bir bitki var. Şimdi bu tür, tabiat alanlarında yayılarak diğer bitkilerin gelişmesini engelliyor. Hem de tarım alanlarına çok büyük zarar veriyor ve mücadelesi de çok zor. Ayrıca, "pire otu" diye bitki var şehir ve tarım alanlarımızda. Her ortamda bu bitkiyi görebilirsiniz. Bu türler, yeşil alanlarda kendiliğinden oluşacak florayı bozar. Kumluk alanlarda ve insanların bahçelerinde bulunuyor.

İstilacı türler doğal afetlere sebep olabilecek ortamı hazırlayabilir

Karadaki istilacı türlerin doğrudan olduğu kadar dolaylı yoldan da zararlar verebileceğini belirten Uludağ, bu duruma en büyük örneğin heyelanlar olduğunun altını çizdi.

İstilacı türlerin biyolojik çeşitliliğe olduğu kadar ekosistem hizmetlerine de olumsuz etki ettiğini aktaran Uludağ, "Türkiye'nin şu an şimşir ormanlarının alanı o kadar daraldı ki, bin hektarın altına düşmüş. İnsan etkisinin ötesinde son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye'ye girmiş biri böcek birisi hastalık, iki tür var. Bunlar Şimşir'i mahvediyor. Şimşir ortadan kalkınca ormanın alt tabakası boş kalıyor. Yağış fazla gelince heyelana yol açıyor. Yani bu tür hem biyolojik çeşitliliğe zarar vermiş hem de dolaylı olarak heyelana neden olmuştur" dedi.

İstilacılar arasında memeli ve kanatlı hayvanlar da var

Uludağ, karasal istilacılar arasında sadece bitki ile böceklerin yer almadığını, memeli ve kanatlı canlıların da olduğunu vurguladı.

Son yıllarda İstanbul ve bazı büyükşehirlerde çok sayıda görülen yeşil papağanların aslında istilacı bir tür olduğuna dikkat çeken Uludağ, bu kuşların çok obur olduğunu, diğer yerli kuşların beslenmesini düşürdüğünü hatta diğerlerinin yuvalarına dadandığını aktardı.

Kolaj3.jpg
Yeşil papağan (solda) ve su maymunu (sağda) / Fotoğraf: AA


Uludağ, sokakta yaşayan kedi ve köpeklerin de bir kısmının istilacı olabileceğini belirterek, "Mesela bu hayvanlar çok yabanileşince Belgrad Ormanları'ndaki kuşları öldürüyorlar. Tamam kuşları öldüren birçok neden var ama bu ortamlara yüzlerce binlerce sahipsiz köpek giriyor. Bize gelen köpeklerin çoğu bizim yerli türümüz değil. Ben bu hayvanların beslenmesine karşı değilim. Ama besledikçe nüfus artıyor, nüfus arttıkça beslenmesi zorlaşıyor. Bu durumda bizim diğer yerli türlere de zarar veriyor" dedi.  

İstilacı sınıfındaki hayvanlar, yerli türlerin neslini kurutabilir

Uludağ kontrol altına alınmadığı sürece, istilacı türlerin, diğer yerli bir türün yok olmasına neden olabileceği uyarısında bulundu.

Sahipsiz hayvanların popülasyonlarının dengede tutulması gerektiğini vurgulayan Uludağ şunları söyledi:

Avustralya'da bu konuda 'Doğaya ne kadar zarar veriyor?' diye hesaplar yapılmış. Mesela ülkede geçen yıllarda develerin öldürülmesine karar verilmişti. Çünkü develer de o bölgenin istilacı türü. Ne ot ne de su bırakıyor ve tabiatı mahvediyor. Bu deveyi kendi ortamının dışında kontrol edemezseniz tabiata kesinlikle zarar verir.

Ülkemizde su maymunu diye bir hayvan var. Bu hayvan sularda yuvalar yapıyor ve suların akışlarına zarar veriyor. Hatta biyolojik çeşitliliğe de bir noktada zararı var. Bu hayvanı öldürmeye kalksanız, tepki görebilirsiniz. Mesela İtalya'da daha önce böyle bir olay yaşandı. Ülkeye gelen Amerika'nın gri sincabı, Avrupa sincabına zarar verdi. Bilim insanları bunların ortadan kaldırılmasıyla ilgili bir proje yaptı ama hayvan hakları derneği bunları tutuklattırdı. İnsanlara bunu anlatamıyorsunuz. Bir yabancı tür gelip sizin yerel türün neslini kurutabilir.

Türkiye'deki istilacılarla mücadele için nasıl tedbirler alınmalı?

İstilacı türlerin ekosisteme ve biyolojik çeşitliliğe verdiği etkileri örnekleyen uzmanlar, bunların sadece tespit edilen zararlar olduğunu, tespit edilemeyen zararlar için ise acilen yeni çalışmaların yapılması gerektiğini söyledi.

Denizel türlerin gelmesinin ve çoğalmasının durdurulmasının çok zor olduğunu kaydeden Gölge, yapılacak olan en etkili yöntemin, türlerin zararlı etkilerinin azaltılması olacağını belirterek, "Ekosistemi korumak için biyogüvenlik ve karantina önlemleri alınmalıdır. Vücudunuz ne kadar sağlamsa dışarıdan bir mikrobun gelip size yerleşmesi o kadar zordur. Ekosisteminiz ne kadar güçlü ise bir istilacının gelmesi daha zor olacaktır" yorumunda bulundu.

Çınar ise, deniz koruma alanlarının önemine ve tabiatının bilinçsiz kullanımından dolayı oluşabilecek zararların minimize edilmesine vurgu yaparak, "Koruma alanlarında orfoz ve ahtapot gibi 'predator' dediğimiz avcı türler var. Bunlar yabancı türleri yiyebilecek canlılar. Dolayısıyla bunların popülasyonunu artırabilirsek, bir anlamda denizlerin bağışıklığını artırabiliriz. Deniz koruma alanlarının bir fonksiyonu da bu olmalı. Ama özel koruma bölgelerinde yasak olmasına rağmen illegal avcılık yapılıyor. Bu takip edilmeli. Ayrıca bölgesel anlamda değil ülke bazında tedbir almak lazım" ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Uludağ, "ufuk taramaları" uygulamalarının devreye sokulması, istilacı türlerin zararları ile ilgili detaylı çalışmaların yapılması gerektiğinin altını çizerek, alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

Önümüzdeki 40-50 yıl içinde insan nüfusunun büyük çoğunluğu deniz alanlarında yaşamaya başlayacak. Küçük şehirlerden büyük şehirlere, karalardan denizlere bir göç var. İnsan hareketi iklim değişikliğini, beraberinde istilacı türleri getiriyor. Bu etkiler de yeni yaşama ayrı etki veriyor. Bu yumurta-tavuk örneği gibi. Toplum bilinci şart. Bu konu herkese anlatılmalı. İyi bir mevzuat, toplum bilinci ve iyi uygulama. Bu üçü olmadan istilacılarla mücadele edilmez.

Türkiye'nin istilacı yabancı türlerle mücadele ve biyogüvenlik politikası yeterli mi?

Konuyla ilgili bilgi veren uzmanların hepsi, Türkiye'nin istilacı türlerle mücadele stratejilerinin ve politikalarının yeterli olmadığı görüşünde hemfikir.

Prof. Dr. Çınar, kamu kurumlarının bu konuya yeteri kadar ilgi göstermediğini belirterek, "Yetkililerimiz bunun farkındalar ama durumun ciddiyetinin çok farkında olduğunu düşünmüyorum. Biz bu konuya dikkat çekmeye çalışıyoruz ama ne kadar duyuluyor emin değilim. Konuya daha çok ekonomi ve insan sağlığı açısından yaklaşılıyor. Ama ekosistem değişimine de bakılıp karar verilmesi lazım. Yeterli tedbirler almadığımız sürece yeni istilacı türler de gelecektir" dedi.

Prof. Dr. Uludağ ise, Avrupa Birliği'nin istilacı türler ile mücadele için kanunlar hazırladığını, kendisinin de kanunların hazırlanmasında 2 yıl görev yaptığını belirterek şunları aktardı:

Türkiye'de henüz böyle bir kanun yok. Türkiye, Bern Sözleşmesi'ne katılan ülkelerden. Bu sözleşme kapsamında istilacılarla mücadele stratejisi ile ilgili 2005 yılında yayın yapıldı. Türkiye onu yıllarca Türkçeye bile çevirmedi. Bazı ilgili kurumlarla iletişime geçtim ama benimle konuşmak bile istemediler. Şimdi AB ile birlikte bir mevzuat çalışması yapılıyor. Gelecek yıllarda çıkacak ama iyi mi yoksa kötü mi olacak bilmiyoruz. İlgili bakanlıkların da bu konuda bir tedbir planı yok.

Türkiye'nin bu alanda yeterli bir biyogüvenlik politikasının olmadığını vurgulayan Çevre Mühendisi Gölge, "Tarım ve Orman Bakanlığı canlı türlerin getirilmesine yönelik çalışmalar yürütüyor. Yine karada zirai mücadele ve karantinaya yönelik bir yönetmelik var. Başka bir politikamız yok. Bunun dışında proje olarak 5 sektöre rehberler hazırlıyoruz. Bu da sektörlere yol göstermek amaçlı" ifadelerini kullandı. 

Yarın: İstilacı yabancı türler; ekonomiye, balıkçılık ve tarıma nasıl zarar veriyor? Türkiye'yi gıda güvenliği ve biyogüvenlik alanlarında bekleyen riskler neler? 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU