Tarihi Glasgow Zirvesi! Sonucu baştan belli (mi?) (1)

Celalettin Can, Independent Türkçe için Prof. Ahmet Muhtar Çakmak ile konuştu

Fotoğraf: AA

Celalettin Can: Tarihi Glasgow zirvesi başladı. Bu zirvenin tarihi bir nitelik taşımasının başlıca iki nedeni var. Birincisi özellikle son iki yıldır doğal felaketlerin çok ürkütücü derecede artmış olması.  Aslında doğal olmayan demek daha doğru olur, bu felaketleri ulus devletler dünyası ve kar peşindeki şirketler yarattı çünkü. Üzerinden çok zaman geçmedi, sel baskınları ve orman yangınlarını hatırlayalım. ABD ve Avrupa'da bile sel baskınları oldu. İkincisi ise Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı'nın (IPCC) hazırladığı ve şimdiye kadar iklim sorunu konusunda yapılmış en kapsamlı çalışma olarak kabul edilen raporun ağustos ayında yayımlanan ilk cildinde durumun sanılandan çok daha vahim olduğunun ortaya konmuş olması. Bütün bunlar Glasgow zirvesini çok kritik bir duruma getirdi. Ya devletler ve şirketler durumun vahametinin gerektirdiği radikal kararları alacaklar ya da ekolojik felakete doğru hızla yol almaya devam ediyor olacağız. Dolayısıyla bu zirve sanki insanlık için bir yol ayrımını temsil ediyor. Hocam, durumun vahameti kavranmış olabilir mi?

Prof. Dr. Ahmet Muhtar Çakmak: Durumun vahametinin yeterince kavranamadığı kanısındayım. O nedenle belki biraz tekrar gibi olacak ama mevcut durumu ortaya koymak istiyorum: 2019'da Grönland'dan her dakikada 1 milyon ton buz kaybolmaktadır. 1994'den bu yana kaybolan buzun miktarı ise 28 trilyon ton. Golf Stream akıntısı 1 giderek ortadan kalkıyor. Daha önce görülmedik bir hızla biyoçeşitlilik kaybı Altıncı Kitlesel Yok Oluşun 2 yoluna devam etmekte olduğunu gösteriyor.

İlginç bir tespit daha: Science of the Total Environment dergisinin son sayısında yayımlanan bir araştırma koronavirüs salgını ile iklim değişikliği arasında bir ilişki buldu. Buna göre iklim değişikliği yarasaların küresel dağılımını değiştirdi. Bu koronavirüs salgınının ortaya çıkmasında rol oynamış olabilir. Bilindiği gibi SARS-COV-2'nin en önemli taşıyıcısı yarasalar.

Sıcaklık dalgalarının rekor düzeye ulaşmasını, kuraklık artışlarını, kontrol edilemeyen yangınları, mega fırtınaları, beklenmedik sel baskınlarını, büyük sağanak yağışları, deniz seviyesindeki yükselmeyi, okyanusların asidifikasyonunu 3 da eklemeliyiz.

Kritik önem taşıyan ekosistemlerin ekonomik çıkar uğruna bozulması sonucu yeni zoonotik virüs salgınları 4 bekleniyor. Kovid-19 salgınının kapitalizmden kaynaklandığının farkında olan ABD devleti ABD istihbaratının yeni raporunda bu virüs salgınının laboratuvar kazası olduğunu açıkladı, istihbarat elemanlarının çoğunun bu kanıda olmamasına rağmen. Buna bilim insanları kahkahalarla gülüyorlardır şimdi.


- İstihbarat raporu basına kapalı olur…

Öyledir ama bu arada IPCC rapor taslağından bazı parçalar bazı bilim insanları tarafından Fransız basınına sızdırıldı. Kovid-19 salgını ve ekolojik kriz süreçlerini bir açıdan bilim insanlarının yerleşik çıkarlara karşı savaşı olarak da görebilirsek sızdırma anlaşılır. Bu parçalardan bazı alıntılar yapacağım. Hemen ilave edeyim, bunların çoğu yabancısı olduğumuz şeyler değil ama bunlar büyük bir bilimsel araştırmanın sonuçları olarak ortaya konulduğunda sözün ağırlığı çok daha fazla oluyor tabi.

İşte sızdırılan taslaktan bazı alıntılar:

En kötüsü daha gelmedi, bu çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatını bizden fazla etkileyecek. Küresel ısınmadan en az sorumlu olanlar en çok zararı görüyor. (Güney ülkeleri kastediliyor… ) Şimdiki trendler devam ederse küresel ısınma 3 derece olur (bunun tercümesi, insanlığın felaketi olur…) Birçok bitki ve hayvan türleri zaten mevcut ısınmaya bile uyum sağlayamıyor. Mesela mercan resifleri yok olmakta ve bundan 1 milyar insan geçimini sağlıyor. Dahası, ulaşılması oldukça zor gözüken 1,5 derece küresel ısınmada bile şiddetli kuraklıklar olacak ve bunun neden olacağı su kıtlığı 350 milyondan fazla insanı etkileyecek. Mesela bitkisel besinlere daha fazla dayalı bir beslenme rejimine geçebilsek gıda kaynaklı karbon emisyonu 2050'de yüzde 70 azalacak.


Bence rapor taslağının en kritik cümlelerinden biri:

Yaşama ve tüketme biçimimizi yeniden tanımlamalıyız.

Bu sanırım kapitalizm altında pek mümkün değil.


- Peki ama bu durumun gerektirdiği kararlar Glasgow zirvesinden çıkar mı?

Yukarıda gördüğümüz gibi kapitalizm altında mümkün olmayan bazı kararların alınması gerekiyor (zaten bunlar 'karar alınarak' hayata geçirilebilecek türden şeyler değil) ve Glasgow'dan bu tür kararların çıkması imkânsız, eşyanın doğasına aykırı.


- Bunu bir kenara koyup yeniden soralım? Glasgow'da bazı radikal kararlar alınabilir mi?

Bu sorunun ne anlama geldiğinin gözümüzde net biçimde canlanması için daha somut bilgilere ihtiyacımız var.

İşte o bilgilerden bazıları: En çok emisyon yayan sektör açık ara ile enerji sektörü (dünya karbon emisyonunun dörtte üçü); Uluslararası Enerji Ajansı geçtiğimiz ilkbaharda yayınladığı çalışmasında küresel ısınmayı 1, 5 derece ile sınırlayabilmek için, ki bunun şart olduğunu bilim insanları kanıtladılar, önümüzdeki dokuz yıl içinde şunların yapılması gerektiğini açıkladı:

Yeni petrol, gaz ve kömür üretim müracaatlarının reddi, elektrikte yenilenebilir enerji payının yüzde 60'a çıkarılması, yani iki katından fazla artırılması, gelişmiş ekonomilerdeki binaların yarısının ve gelişmekte olan ülkelerdeki binaların üçte birinin tadilattan geçirilmesi, 2019'da yüzde 2,5 olan elektrikle işleyen yeni araba sayısının yüzde 50'ye çıkarılması…


Bunların bazıları uzun vadede kapitalist firmalar için karlı hale getirilerek gerçekleştirilebilir ama mevcut dünya kapitalist sistemi altında bunların hele dokuz yılda gerçekleştirilmesi tamamen imkânsız. Kovid-19 salgınında neler yapıldığını ve yapılmadığını hep birlikte gördük.

Ne koronavirüs ne de karbondioksit sınır tanımıyor. Dolayısıyla kaynakların muazzam bir yeniden dağılımı ve toplumun kaynaklarının toplumsal ihtiyaçların giderilmesine yönlendirilmesi gerekiyor. Bu kâr amaçlı şirketler ve sınırlarla ayrılmış devletler dünyasında mümkün olamıyor, gördüğümüz gibi.

 Dahası dünya sera gazı emisyonunun önemli bir kısmı dünya gıda sisteminden kaynaklanıyor. Dünya gıda sisteminin birbirinden önemli birçok nedenle değişmesi gerekiyor ki kapitalizm altında bu da imkânsız. Kapitalizmin yarattığı gıda sistemi şimdiki gıda sistemi zaten.

Michael Levi daha 2009'da uyarmıştı: 

Tüm zengin ülkeler emisyonlarını sıfıra indirse bile, diğer ülkeler aynı emisyon salınımını sürdürürse 2050 hedefi gerçekleşmeyecek. Burada Çin'in önemi yeniden ortaya çıkıyor. Çin karbon salınımı konusunda açıkladığı 2060'da sıfır emisyon hedefinden vazgeçip daha makul seviyeleri kabul ederse bunun diğer ülkeleri zorlayıcı bir etkisi olacak ama buna yanaşmıyor.

En fazla karbondioksit yayan ülke olan ABD'nin başkanı Biden cuma günü 2030'a kadar emisyonu 2005 düzeyinin yarısına ve 2050'de de sıfıra indireceklerini söyledi ama diğer taraftan şu sıralar partisinin altyapı ve sosyal harcamalar önerileri ile meşgul.


- Bu noktada çok önemli bir sorun karşısında kalıyoruz. Kuzey ülkelerinin işsizleri ve yoksulları için ama ağırlıklı olarak Güney ülkelerindeki işsizlik ve yoksulluk için bu insanlara da tüketim imkânı sağlayacak olan hamleleri ekolojik krizi derinleştireceği gerekçesiyle yapmayacak mıyız?

Buradaki 'tüketim' terimini ikiye ayırmak lazım. Birincisi eğitim, sağlık ve gıda gibi zorunlu şeyler. İkincisi de cep telefonu, eğlence vb. tüketim. Birinci gruptakiler için de ekolojik krizi derinleştirecek bir üretim yapılması gerekiyor. O halde ne yapmamız gerekir? IPCC raporunda da belirtildiği gibi yaşama ve tüketim biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor.

Bunun için ise dünyadaki 1,7 milyar insanın emperyal yaşam biçimlerini değiştirmesi gerekiyor. Ne var ki bu muazzam dönüşümler 'gereklidir' demekle olmuyor. Nasıl olacağını henüz bilmiyoruz. Zaten henüz ne olması gerektiğini bile bilemiyoruz. Tek bildiğimiz ekolojik krizin ekolojik felakete dönüşmemesi için emperyal yaşam biçiminin köklü biçimde değişmesi gerektiği.


- Biden ile devam edelim. Çarşamba günü yaptığı konuşmada noktayı koydu sanki; "21'inci yüzyılda Çin'e ve diğer tüm ülkelere karşı ekonomik rekabet mücadelesini kazanmak için iklim krizini bir fırsata dönüştüreceğiz" dedi. Bu ne anlama geliyor?

Bu, şu anlama geliyor. Devletlerarası mücadele ve şirketler arasındaki rekabet devam edecek ama bunu yaparken bir yandan da karbon salınımını azaltacağız. Diyelim ki bu mümkün. Ne var ki yukarıda da gördüğümüz gibi karbon salınımını sıfırlamak ekolojik krizi ortadan kaldırmaya yetmiyor.

Yaşam biçimlerimizin değişmesi gerekiyor ve Biden'ın cümlesinden bunun söz konusu olmadığını bir kez daha anlıyoruz. Zaten Biden yaşam biçimlerimizin değişmesi gerekiyor deseydi ne olurdu ki? Bir süre dünyanın en önemli kişisi olur ve sonra da ABD devletini yönetenler tarafından bir kenara atılırdı.

Bütün bu gerçeklere rağmen bazılarımız 'son iki yıldır yaşananlar ve IPCC raporunun ortaya koydukları bizi yönetenleri hiç mi etkilemez?' diye sorabilirler en azından kendi kendilerine.

Buna cevap vermek için çok uzağa girmeye gerek yok. Onların Kovid-19 salgını sırasında yaptıklarını hatırlamak yeter. Ekonominin çarklarının dönmesi için yüzbinlerce insanı gözlerini kırpmadan feda ettiler.


- Ekolojik sorunlar karşısında Türkiye'nin durumu nedir diye sorsam…

Bilim dünyasında önemli bir kurum olan MIT'in (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) henüz yayınladığı Küresel Yeşil Gelecek Endeksi'nde Türkiye en kötü 16 ülkeden biridir ki bunu ekolojik sorunlar karşısında en duyarsız devletlerden biri diye okuyabiliriz.


- Teşekkürler Hocam… Tarihi Glasgow Zirvesi'ni sizin gözlemleriniz üzerinden izlemeye devam edeceğiz.

 

(Devamı yarın...)

 

1. Atlantik okyanusunda Meksika körfezinden İngiltere'nin kuzeyine uzanan sıcak su akıntısı. Bu akıntı iklimi yumuşatarak yaşamı mümkün kılar.

2. Bilim insanları canlıların evrim sürecinde büyük yok oluşlar saptadılar. Mesela dinozorların yok oluşu. Günümüzde insanların tüketimi nedeniyle canlı türleri yok oluyor. Buna bio çeşitliliğin azalması diyoruz. Bilim insanları bunun insanın kendisinin de yok oluşuna kadar gidebileceğini düşünüyorlar. Kapitalizmin geç olmadan kaldırılması bunu önleyebilir.

3. Okyanuslar dünyadaki yaşam için önemli. Canlıların yüzde 98'i okyanuslarda yaşıyor. Karbondioksit salınımı arttıkça okyanusların kimyası bozuluyor ve asidifikasyon meydana geliyor. Karbon salınımı hızla ortadan kalkmazsa okyanuslar işlevini yerine getiremeyecek ve yeryüzündeki yaşam bundan çok olumsuz etkilenecek Bilim insanları okyanusların asidifikasyonu karşımızdaki en önemli sorunlardan biri, hatta başlıcası olarak görüyor.

4. Hayvanlardan bulaşan virüs salgınlarına zoonotik virüs salgınları deniyor.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU