Türkiye'de sosyalist siyaset seçim başarısı elde edebilir mi?

Barış Kineşçi Independent Türkçe için yazdı

İllustrasyon: Irancartoon

Son aylarda artan bir yoğunlukla gündem olan seçim tartışmaları, aday olasılıklarının açıkça konuşulmaya başlandığı, anket sonuçlarının havada uçuştuğu, yakın gelecekte gerçekleşecek bir iktidar değişikliğine atıfların yapıldığı bir tabloyla giderek somutlaşıyor.

Sosyal medyadan iktidar yanlısı basına, siyasi partilerin grup toplantılarından sokak röportajlarına kadar her yerde seçimde gerçekleşecek bir radikal değişikliğin heyecanı veya kaygısı hissediliyor.

Bu seçimin, yakın geçmişimizdeki seçimlere göre farklı olasılıklar barındırdığı da bir gerçek.

Peki, mesele sadece AKP iktidarının yıkılması veya tek adam rejiminin başındaki tek adamdan kurtulmak mı?

Sosyalistler seçimlere ilişkin başarı ölçütlerini güncelleyebilir mi?

Oy pusulasında da, seçim anketlerinde de, seçim sonuçlarında da görünen bir seçim başarısı mümkün mü? 


Türkiye'nin mevcut siyasi durumunu, toplumun istek ve beklentilerini inceleyerek açmaya çalışalım.

Ülkemiz, tarihinde belki de hiç karşılaşmadığı bir yönetim krizi yaşıyor.

Sadece bu yılın üçüncü çeyreğini kısaca hatırlayacak olursak; Sedat Peker'in açıklamaları, yangınlar, seller, mülteci akını, Türk lirasındaki tarihi düşüşler ve bugünlerde konuşulan TÜGVA skandalı…

Her biri devletin yönetim kapasitesindeki erozyonunun boyutunu gözler önüne seren, vatandaşın devlete güvenini sarsan, konunun muhatabı mağdur vatandaşı yalnızlaştıran başlıklar.

Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin yapmış olduğu Türkiye Siyaset Paneli isimli araştırmada, her ay sorulan "Sizce ülke nasıl yönetiliyor" sorusuna verilen yanıtların bu yılın son dokuz ayı içindeki değişimini gösteren grafik de bu sonucun somut göstergesi niteliğinde.
 

 

Seçim anketleri, sosyal araştırmalar ve siyasi atmosfer de açıkça gösteriyor ki, Türkiye ciddi bir siyasal dönüşümün eşiğinde.

İktidarın parti devlet görüntüsünden kaynaklanan memnuniyetsizlik gittikçe artıyor, ancak bu potansiyelin ülkenin sorunlarına çözüm getirecek radikal bir dönüşüme mi yol açacağı, yoksa partilerin oy oranlarındaki yüzdesel oynamalarla mı sınırlı kalacağı konusunda bir yorum yapmak şu an için zor görünüyor.

Keza muhalefetin ana aksını temsil eden Millet İttifakı'nın güçlendirilmiş parlamenter sistem söyleminin ötesinde seçmeni heyecanlandıracak bir vaadi bulunmamakta.

CHP ve İYİ Parti'nin önümüzdeki döneme ilişkin ayrı ayrı açıkladıkları programların da seçmende, seçim sonrası Türkiye için bir umut dalgası yarattığını, seçmen tarafından benimsendiğini söyleyemeyiz.

Yöneylem'in yine eylül araştırmasında sorduğu "Sizce önümüzdeki dönem Türkiye'nin durumu nasıl olacak?" sorusuna verilen yanıtlar incelendiğinde, aynı araştırmada seçim olsa CHP'ye oy vereceğini söyleyen her yüz seçmenden 85'inin, İYİ Parti'ye oy vereceğini söyleyen her yüz seçmeden 84'ünün "daha kötü olacak" yanıtını verdiği görülüyor.
 

 

Daha açık ifadeyle söylemek gerekirse bugün yüzünü muhalefete dönen seçmen aslında mevcut muhalefetin de radikal bir dönüşümün öncüsü olup olamayacağına henüz ikna değildir.


Peki, eğer öyleyse seçmen yüzünü neden muhalefete döndü?

20 yıllık AKP iktidarının belki de en önemli başarısı; gündemi kendi belirleyip onu tartışması, kavganın alanını kendi belirlediği için de çoğunlukla kazanarak çıkmasıydı.

Bugün gelinen noktada iktidarın bu refleksi kaybettiğini, belirleyemediği her tartışmada da yanıt üretmekte zorlandığını görüyoruz.

Örneğin bu yazıyı okuyanların bile "sahi, böyle bir gündem vardı" diyeceği amirallerin yayımladığı AKP tarafından darbe bildirisi olarak nitelendirilen bildiri toplumun yüzde 50'den fazlasının gündemine bile girmemişken; yaklaşık aynı dönemde muhalefetin gündeme taşıdığı 128 milyar dolar meselesi toplumun yüzde 80'i tarafından duyulmuş, üstelik bu gündemde iktidarın açıklamaları toplumun yüzde 58'i tarafından yeterli bulunmamıştır.


31 Mart ve aslında 23 Haziran 2019 tarihinden itibaren Millet İttifakı'nın elde ettiği seçim başarısı ile birlikte erken seçim tartışmalarının başlaması ve başarının yarattığı manivela etkisinin muhalefete artmış bir özgüvenle hareket etme imkânı sağlaması da önemli etmenlerden biri.

Milyarlarca liralık belediye bütçelerinin biraz bile halkçı kullanılması, AKP dönemine nazaran liyakatin, şeffaflığın propaganda edilmesi seçmenin oy verme davranışında küçük küçük ama düzenli oy değiştirme eğilimleri oluşturdu. 


Yukarıdaki önermeler ile birlikte son iki aydır psikolojik üstünlüğün muhalefete geçtiği de bir başka gözlem olarak söylenebilir.

Bu, muhalefet liderlerinin "biz iktidara geliyoruz" söylemini sıklıkla ve daha özgüvenli dillendirmelerinden de anlaşılacaktır.

Bu başlıklara ekler yapılabilir ama Cumhur İttifakı bileşenlerinde tam bir çözülme, dağılmanın da henüz görülmediğini belirtmek gerekir.


Peki, buradan sosyalistlere nasıl seçim başarısı çıkacak?

Dünya'da ve Türkiye'de siyasete bakınca emek sömürüsünün, piyasacılığın burjuvazi ve kapitalist hükümetlerce bile cansiperane savunulamadığını, gittikçe derinleşen eşitsizliğin, sosyal adaletsizliğin meşruluğunu yitirip bir mücadele başlığı olarak siyasete içkin hale geldiğini görüyoruz.

TÜSİAD'ın bile son yayımlamış olduğu Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa raporunda, neredeyse sola içkin kimi başlıkları savunur hale gelmesi, programlarında serbest piyasa ekonomisini savunan partilerin dahi kamuculuk savunusu yapması, geleneksel sağ partilerin dini ve milli referanslardan çıkıp toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizliğe vurgu yapması tesadüf değildir.

Ancak bugünün muhalefeti, mevcut düzene itirazının doğal sınırlarına ulaşmış durumdadır.

Kılıçdaroğlu'nun bürokratlar çıkışının bile kendi cephesinden belli ölçülerde eleştirilmesi, endişeli muhafazakârlar tezinin yükseltiliyor olması, bu doğal sınıra ulaşıldığının başka bir ifadesi olarak görülebilir.

***

"Türkiye'nin en önemli sorunları nedir?" diye seçmene sorulduğunda işsizlik, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı en öne çıkan maddeler olmakla birlikte adaletsizlik, eğitim ve sağlık sisteminde yaşanan sorunlar da üst sıralarda yerini alıyor.

Hayatın her alanında vatandaşın mevcut iktidarın çözemediği, muhalefetin de inandırıcı bir çözüm vadedemediği, sadece başlık olarak yazıp altını dolduramayacağı sorunları birikmişken, sosyalistlerin kendi perspektifini daha güçlü anlatması, anlattığı hikâyenin bir seçim stratejisine dönüşmesi kaçınılmaz.

Sosyalistlerin elinin burada güçlü olduğunu söyleyebiliriz, sadece "Geçmiş ile hesaplaşacak mıyız" sorusuna verilecek cesur bir yanıt bile ana muhalefetin olası uzlaşmacı eğilimlerinin bırakacağı boşluğa hamle yapmak, kendi programlarını anlatabilmek ve dikkatleri üzerine çekmek için bir fırsat anlamına gelecektir.


Asıl soruya dönecek olursak;

Türkiye'de sosyalist siyaset seçimlerde gerçekten nasıl başarı elde edecek?

Ülkemizin yakın tarihinde sosyalistler açısından seçimler, politikleşen, daha fazla siyaset konuşan ve dinleyen vatandaşa sesini duyurmanın, görünür olmanın, propaganda yapmanın bir aracı oldu. Kuşkusuz yüzde 10 seçim barajı da bunun ötesine geçmeye izin vermedi, ancak bugün seçimi sosyalistler için daha gerçek kılan koşullardan söz edebilir miyiz?

Burada birkaç başlığa değinmek gerekir.

Öncelikle, son genel seçimlerde uygulandığı haliyle ittifaklara olanak tanıyan sistem, yüzde 10 seçim barajının kısıtlayıcı etkisini kısmi olarak azaltarak bazı kapıları oy oranı daha düşük partilere de açıyor.

Bu da demektir ki, sosyalistler, kendi partisi ve adaylarıyla seçime girebilir.

Bu hem bugüne dek muhtemelen seçim dönemi sosyalistlerin en çok duyduğu cümle olan "oyum boşa mı gitsin" direncini kıracağı, hem de bugüne dek hep başka partilerin listesinden seçimlere giren sosyalist adaylar üzerinden yürüyen "sosyalistler ve seçim" resmini değiştireceği için oldukça önemli.
 

 

Oy verecek kişiler olduğuna emin miyiz de sistemi, oy pusulasını konuşuyoruz? 

Türkiye'de sanıldığının aksine sosyalistlerin ciddi bir seçmen potansiyeli olduğu çeşitli araştırmalarda ortaya çıkıyor.

Yukarıda Yöneylem'in eylül ayı araştırmasında "Hangi dünya görüşüne sahipsiniz?" sorusuna seçmenlerin yüzde 4,3 sosyalist/komünist cevabını verdiği görülüyor.

Dünya görüşünü sosyalist olarak ifade edenlerin ise büyük çoğunluğunun baraj sorunu olmayan partilere oy verdiği, oy vermeyi tercih ettiği de bir başka önemli sonuç.

Solun oy potansiyelinin sadece bununla sınırlı olmadığını bilmekle birlikte, başlangıç için bu veriden hareketle sosyalist solun önümüzdeki seçimler için ciddi bir hazırlığa ihtiyacı olduğu söylenebilir. 


Sosyalistlerin elini güçlendiren bir başka durum da tüm siyasetin "Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı kim olacak?" sorusu üzerine kilitlenip, başka hiçbir şeyin konuşulamaz olmasıdır.

Mevcut partilerin bu büyük açmazının sosyalistler için günü geldiğinde, adaylar ortaya çıktığında karar verip pozisyon alacakları bir gündem olması nedeniyle, bu tartışma sürerken kendi programlarını anlatma ve siyaseti bu yöne açabilme olanağı vardır. 


Başlığımızı hem tarihsel hem güncel haliyle somutlayarak yazıyı sona yaklaştıralım, sosyalistlerin seçim başarısı deyince elbette Türkiye İşçi Partisi'nden söz etmek gerekir.

Yıllardır sosyalistlerin son seçim başarısı 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) 15 vekille mecliste temsil edilmesi olarak bilinirken bugün 53 yıl sonra aynı isimle TİP'in iki vekille başlayıp dört vekille devam eden meclis pratiği uzun zamandır görülmeyen bir muhalefet biçimini de geniş kitlelerle tanıştırdı.

TİP'in mecliste yarattığı rüzgar, birkaç kişinin büyük partilerden daha etkili ve cesur muhalefet yaptığı kanısı ve sürekli vatandaşla bir araya gelen, sokakta karşımıza çıkan vekillerin bıraktığı izlenim, benzer bir dönemin yaşanabileceğinin işaretlerini veriyor. 


Seçim sonrası Türkiye'nin durumu bu yazıya eklenemeyecek kadar geniş ve ayrı bir konu, ancak sosyalistlerin seçim başarısının neden önemli olduğu ve seçimden sonra nasıl bir ülkede yaşayacağımıza dair küçük bir öngörüye de değinmek gerek.

Şu anki atmosfer ile seçime gidilir ve AKP kaybederse, Türkiye'de sosyalistler hariç tüm muhalif kesimlerin gücü oranında iktidarda temsil edildiği bir tablo ortaya çıkacak.

Sosyalistler mecliste temsil edilebilirse, şu anda da bir provasını görebildiğimiz gibi, sesini daha fazla kesime ulaştırma olanağına kavuşacak ve hatta gerçek ana muhalefet görevi de sosyalistlere kalacaktır.


Nicel araştırmalarla isabetli ölçmek çok olanaklı değilse de, pek çok araştırma ve anket sonucunda seçmenin sosyalistlere ilgisinin arttığı, söylediklerinin karşılık bulduğu, kimi örneklerde oy verme davranışını etkilediği görülmektedir.

Bir "devrimci durum" değilse de ciddi bir yönetim krizi ve artan memnuniyetsizliğin olduğu bir döneme girmişken, sosyalist solun seçim başarısı elde etmesi olanaklıdır.

Hem bugününden ve geleceğinden kaygılı milyonlarca seçmenin yüzünü dönebileceği, hem de kendini sosyalist olarak tanımlayan kişi ve kurumların rahatlıkla parçası olabileceği bir seçim ittifakı, ülkedeki mevcut sorunlara dair gerçek çözümleri öneren bir program ile yola çıkarsa Türkiye siyasetinde açılacak yeni sayfaya emeğiyle geçinen çoğunluğun adı da büyük harflerle yazılacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU