Independent Türkçe sordu, sanatçı Ahmet Güneştekin yanıtladı: Kayyum desteği almadım, tersi bir durum yaşandı

Diyarbakır'da açtığı "Hafıza Odası" sergisi her gün 5-7 bin kişi tarafından ziyaret edilen sanatçı Ahmet Güneştekin, kendisine ve sergiye yönelik eleştirileri yanıtladı

Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası'nın (DTSO) ev sahipliği ve Pilevneli Galeri sunumu ile sanatçı Ahmet Güneştekin'in "Hafıza Odası" sergisi, 16 Ekim'de tarihi Keçi Burcu'nda açıldı.

Sergide yer alan "Analar Duvarı", "Kayıp Alfabe", "Yoktunuz", "Hafıza Tepesi", "5 No'lu Koridor" ve "Çürüme" gibi eserler, Türkiye'nin son 100 yılına ışık tutuyor. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ziyaretçi akınına uğrayan sergi, açılış galası sonrası sosyal medyada yer alan gazeteci-yazar Ertuğrul Özkök'ün halay görüntüleri, eserlerin önünde fotoğraf çeken kimi paylaşımlar, bir grup gencin Keçi Burcu'nun üst katında yer alan ve Roboski katliamını sembolize eden boş tabutları surlardan aşağı atması ve bazı siyasetçilerin etkinliğe katılması eleştiri konusu oldu. 

Sanatçı Ahmet Güneştekin, sergiyi ve sergiye yönelik eleştirileri Independent Türkçe'ye değerlendirdi. 

Güneştekin'e yönelttiğimiz 10 soru ve yanıtları şöyle:
 

Ahmet Güneştekin.jpg
Sanatçı Ahmet Güneştekin

 

"Diyarbakır çekim gücü olan bir yerdi" 

1- "Türkiye'nin son 100 yılını anlatan sergi" diye tanımladığınız "Hafıza Odası", neden Diyarbakır'da açıldı? Bu kenti tercih etmenizin özel sebebi var mı?

Son yirmi yıldır çalıştığım işleri sergiliyorum. Birlikte çalıştığım galerilerin tercihleri doğrultusunda bu sergiler dünyanın farklı şehirlerinde gerçekleşiyordu. Zaman zaman İstanbul'da da sergilerim açıldı ama ben her zaman doğduğum ve büyüdüğüm coğrafyada bir sergi yapmam gerektiğini düşündüm.

Bu sergiye de en az onlar kadar hatta onlardan da fazla özenecektim. Santa Maria della Pietà Kilisesi'nde, Venedik Tersanesi'nde, Viyana, Berlin, Barcelona ya da New York'ta açtığım sergiler gibi bu serginin de bir tekilliği ve söyleyeceği şeyleri olacaktı elbette.

Bu sergi kendi varoluşumu üzerinden tanımladığım ve kavrayışlarımı şekillendiren yaşam öğretilerinin inşasında söz sahibi olan insanlara bir şeyler söyleyecekti.

Bir şeyler söylerken, onlarla konuşurken yaşadıkları acılardan söz etmeyecek miydim? Onların acılarına eşlik etmeyecek miydim? Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Amacım yaşadıklarını insanlara göstermek değildi. Onların yerine konuşmaya da çalışamazdım. Ancak sanatsal hatırlama formları üzerinden işler çalışarak eşlik edebilirdim. Eğer bir yüzleşme yaşanacaksa, bu acının çok uzağında kalanların geçmişin parçalara ayrılmış yaşamlarıyla dayanışma geliştirerek kuracağı bir yüzleşme olabilirdi.

Serginin Diyarbakır'da gerçekleşme nedeni buydu. Çekim gücü olan bir yerdi aynı zamanda, çok fazla insanı bir araya getirebilirdi. Bu tarihi yaratan insanlara, yedi bin yıldır yaşamaya devam eden bu kente bir saygı gösterisiydi.
 

Ahmet Güneştekin (25).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"İşlerimle daha çok bir huzursuzluğun kaynağını gösteriyorum"

Yeniden inşa edilecek olan hiçbir şey sokakları yok edilen ve evlerinden zorla çıkarılan insanların, yok edilen kültürel mirasın yarattığı travmanın sonuçlarından bağımsız olamazdı. Sur sokakları, orada yaşayan insanların hafızasından söküp çıkarılmış bir harabe yığınına dönüşmüştü.

Ama harabeler öylece iş makinalarıyla istenildiğinde ortadan kaldırılabilecek bir şey değildir. Yerine gelen öncekini kopyalar ve yüzleşmediğiniz geçmiş kendini tekrarlar.

Yeni sokaklar, yeni anlamlar eskilerin yerini öylece alabilir mi? Yeni anılardan, anmalardan, kutlamalardan, tanıklıklardan, hakikatlerden ve fantezilerden oluşan başka bir dünyanın sembolik unsurlarını öylece oluşturmak mümkün müydü?

Tüm bu soruları sormanın, yanıtları aramanın ve bu düşünceler etrafında çalışmanın bana iç huzuru getirmeyeceğinin farkındayım. Aradığım da bu değil zaten. İşlerimle daha çok bir huzursuzluğun kaynağını gösteriyorum.

Mark Rothko'nun söylediği gibi; "Gerçekte tüm konuların içinde her zaman en çok dikkat çekenler trajik olanlardır. Sınırsız trajik deneyim bence sanatın beslendiği ana kaynaktır. Trajediler ve büyük acılar olmasaydı bugün taptığımız pek çok sanatçı bildiğimiz eserlerle var olamazdı."
 

 

"DTSO ev sahibi, yerel iş insanları da sponsor oldu"

2- Sergi için hangi sermaye grubu sizi finanse etti?

Serginin ana sponsoru ve ev sahibi Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası. Bununla birlikte kataloğun basımından sergi mekânında videoların gösterimi için gerekli alt yapı çalışmalarına kadar çok çeşitli düzenlemeleri tema sponsorları üstlendi. Özellikle yerel yatırımcıların sponsorluk faaliyetlerinde daha çok yer almasını arzuladık.

Diyarbakır'dan çıkmış iş insanlarının sponsor olması önceliğimizdi. Bu bölgede kültür sanat etkinliklerine destek olmaya dayalı bir kültürün gelişmesine ön ayak olmak istedik. Bu nedenle sponsorların neredeyse yüzde 90'ı yerel sermaye gruplarından oluşuyor.

Eserlerin yapımında bütçe tümüyle bana ait, üretim aşamasında sponsorluk desteği almadım. Serginin kataloğunun satışından elde edilecek geliri de GÖÇ-DER'e bağışlamaya karar vermiştik. Sergi ücretsiz geziliyor. Dolayısıyla bu sergiden en küçük bir gelir dahi elde etmiyoruz. 
 

 

"Sergiyle birlikte bir tartışma alanı oluşacağını düşünüyordum; En düşünmediğim yerden eleştiriler oldu"

3- Sergiyi Diyarbakır'da düzenleme kararı alırken bu kadar eleştiri alacağınız aklınıza geldi mi?

Sergiyle birlikte bir tartışma alanı oluşacağını düşünüyordum. Görece çok sesli bir alanda çok farklı yönlerden eleştiri gelmesi doğaldı. Hatta en düşünmediğim yerden bile gelebilirdi eleştiriler. Bazıları öyle oldu.

Sadece Diyarbakır'da değil bu bölgenin neredeyse tamamında yaşananların acısı halen o kadar taze ki. Henüz geçip bitmemiş bir şey var burada, farkındayım, tam anlamıyla geçmişe dönüşememiş bir şey.

İspanya'nın yeryüzünde Kamboçya'dan sonra en fazla toplu mezara sahip ülke olduğu söylenir. Günümüzde dahi yakınlarını aramaya devam eden iç savaş mağdurları, onların ya toplu mezarlarda olduklarına ya da başka ailelere evlatlık verilmiş olduklarına inanıyor.

Demokratik rejime geçiş kırk yılı aşkın bir süre önce gerçekleşmiş. Franco rejimi kurbanları ve faillerin büyük kısmı artık hayatta değil. Buna rağmen ve hatta belki de bu sayede, geçmişi sorgulayan sonraki kuşakların öncülüğünde bellek haritası yeniden çiziliyor.

Elbette deneyimleri ve acıları eşitleyemeyiz, karşılaştıramayız. Aynı süreçlerden bizim de geçeceğimizi asla söyleyemeyiz. Tarih benzer olayların benzer sonuçlar doğuramayacağını söylüyor bize.

Burada gelecekte, nasıl bir deneyimin bizi beklediğini de öngöremiyoruz. Bu gerçeği de bilerek, hatta buna rağmen, çalışırken ürettiğim işlerin geride kalan ve yaşamaya devam eden insanlar için bir aralık, bir geçiş olabilme imkanına yaslandım. Olabilirse diye. Olmalı ya da olmak zorunda diye değil.

Onlar bir şekilde acıya, yokluğa, kayıplara farklı bir açıdan bakmalarını sağlayacak bir yol bulacaklar. Doğru olan da bu zaten. Ben gösterdiğim şeylerle ancak eşlik edebilirdim. 
 

Ahmet Güneştekin (27).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

İçişleri Bakanı Soylu'nun eleştirilerine yanıt

4- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Diyarbakır ziyaretinde "Ben merak ediyorum. Hafıza Odası'nı açanlara bakarsanız, Cumhuriyet Halk Partililer, HDP'liler yan yanalar. Bu hafıza odasında Dürümlü köyünde katledilenler, türküleriyle yüreğimizi yakan Aybüke öğretmen, bir köydeki üç aylık, altı aylık bebek var mıydı" sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu soruyu tekrar tekrar yanıtlamak çok hoşuma gitmiyor. Sergiyi gerçekten izlemiş olsaydı, "Bellek" videosunda çalıştığım tüm olayların toplumsal hafızamıza yerleşmiş arşiv seslerini duyabilirdi.

Bu videoyu 2012 yılında çalışmaya başladım. Videoda seslerini duyduğunuz olaylar 1909 tarihiyle başlıyor ve bugüne kadar devam ediyor.

Dersim, askeri darbeler, Eruh ve Şemdinli baskınları, Halepçe, Başbağlar, Mavi Çarşı, Roboski, yakılan köyler, Reyhanlı, Gezi Olayları, Kobani, IŞİD katliamları, Yasin Börü, Suruç Katliamı, Hendek operasyonları, Gar katliamı, Merasim sokak, Kızılay, Eren Bülbül, Şenay Aybüke Yalçın…

Ben baktığım yerden gördüğüm tüm bu acılarla, bitmeyen bir video çalışarak baş edebiliyorum ve bu video yaşadığım sürece devam edecek. Her sergilemede seslerini eklemek zorunda kalacağım başka acılar yaşanacak.
 

Ahmet Güneştekin (30).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"Onlara da öbürlerine de kıyamayan bu yaşam kavrayışına daha cesurca bakmalıyız"

Bu sergiyle birlikte kadın cinayetleri, çocuk istismarları ve tecavüzleri, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve mülteci olayları da videoda yerini aldı. Biliyorum ki 2023'te bir sergi olacaksa yeni sesler eklemek zorunda kalacağım. Bunun için de üzgünüm.

Böyle bir içeriğe sahip bir eser üzerinden dayanaksız ve umursamazca konuşabilmeyi üzücü bulmayanlar olabilir. Görmek istemedikleri şeyler hakkında böyle rahatça konuşmak onlar için kolay olabilir. Benim için değil.

Benim insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili düşüncelerim koşullu olmadı hiçbir zaman. 12 yaşında Lice'nin bir köyünde yaşayan Ceylan Önkol'un havan topuyla param parça olan bedeni nasıl yüreğini yakmışsa, ölü bedeni çürümesin diye buzdolabında saklanan Cemile Çağırga bende nasıl bir acı bırakmışsa, Aybüke öğretmenin acısını da unutmuyorum, unutmayacağım.

Siz de unutmayın, özellikle Ceylan'ın annesinin sözlerini: "Benim Ceylanım gitmiş başkalarının Ceylanı gitmesin, bu iş bitsin artık" diyordu.

Onun için bunları söyleyebilmek çok zor olmalı. Onlara da öbürlerine de kıyamayan bu yaşam kavrayışına daha cesurca bakmalıyız. 
 

Ahmet Güneştekin (2).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"Tüm partilere davet gitti, İmamoğlu ve Sancar'ın katılımını sanatla olan yakınlıklarına bağlıyorum"

5- Sergiye katılımcı listesi de eleştiri konusu oldu; Ekrem İmamoğlu ve Mithat Sancar'ın açılışta yer almasının eleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Serginin açılışına çok farklı çevrelerden insanlar davet edildi, çünkü öyle olmasını arzuladık. Serginin ev sahipliğini yapan ve şehrin ekonomisini temsil eden en büyük sivil toplum kuruluşu olarak Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası'nın bu yaklaşımı doğruydu.

İktidar partisi dahil olmak üzere mecliste bulunan diğer tüm partiler, bütün siyasi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları açılışa davet edildi. İçlerinden bazıları bir sanat etkinliğe olarak açılışa bizzat katıldı, bazıları da nezaketen çiçek gönderdi.

Bugüne kadar ne bir siyasi yapının içinde yer aldım ne de siyaset dünyasıyla bağım oldu. Ama siyaset kültürünün ve insani ilişkilerin her zaman önemli olduğunu düşündüm.

Ekrem İmamoğlu ve Mithat Sancar'ın sergimin açılışa gelmelerini sanatla olan yakınlıklarına bağlıyorum, onlar için sergi politik bir materyal değildi. Bu yakınlığı rasyonel olmayan bir ısrarcılıkla başka bir yerden okumaya çalışmak çok yararlı bir bakış açısı değil. 
 

-.jpg
Mithat Sancar ve Ekrem İmamoğlu "Hafıza Odası" sergisinin gala gecesinde / Fotoğraflar: Independent Türkçe

 

"Kayyum desteğini almadım, tersi bir durum yaşandı"

6- Sergiye yerel ve merkezi yönetimin yaklaşımı nasıl oldu? Bir de kayyumlardan destek aldığınız yönündeki eleştirilere ne demek isterseniz? 

Sergi çalışmalarıyla ilgili olarak kayyumun desteğini almadım, hatta tam tersi bir durum söz konusuydu. Sergi afişlerimiz için belediye ve valiliğin yönetimindeki billboardlar dahi tahsis edilmedi.

Açılışa iktidara yakın isimlerin katılmamış olması bile tek başına bu eleştirileri çürütüyor. Esasında hazırlıkların son aşamalarında serginin yapılmamasını da çok arzuladılar ama bir engelleme girişimleri olmadı. 
 

özkök.jpg
Ertuğrul Özkök / Fotoğraf: Hürriyet 

 

"Ertuğrul Özkök'ün bu coğrafyanın ritimleriyle dans etmesinin kendisi adına büyük bir özeleştiri olduğunu düşünüyorum"

7- Ertuğrul Özkök'ün gala yemeğinde halay çekmesi ve sergide tabutların başında çekilmiş kimi fotoğrafların sosyal medyada paylaşılarak eleştirilmesi için ne söylemek istersiniz?

Ertuğrul Özkök ana akım medyada Kürtlerle ilgili yorumlarından dolayı geçmişte çok sert biçimde eleştirilmiş biri. Onun bugün buraya gelip bir dayanışma geliştirme çabasının ve bu coğrafyanın ritimleriyle dans etmesinin kendisi adına büyük bir özeleştiri olduğunu düşünüyorum.

Serginin içeriğinden uzaklaşılarak yapılan her türlü eleştirinin, pekiştirilmeye çalışılan bazı sahnelerin, bu rasyonel olmayan çabaların başka şeyler de söylediğini düşünüyorum. Bir rahatsızlık olduğunu görebiliyorum.

Bazı sanat inisiyatifleri kimin, nerede, ne şekilde ve ne içerikle sergi yapabileceğine karar verebilecek bir güce sahip olduklarını düşünüyor olabilirler. Bağımsız bir sanat olayının gerçekleşmesinin kendi denetimlerinde olmasını arzuluyor da olabilirler.

Ama kimsenin anlatma üzerinde bir imtiyazı olamaz. Burada ısrarcı olmanın hiçbirimize bir faydası olmayacak. Öyle zamanlarda yaşıyoruz ki insanlar daha çok görünür olmak istiyorlar.

Bilmedikleri ya da anlamadıkları bir eserin önünde fotoğraf da çektirebilirler. Bunu engelleme şansınız nasıl olabilir? Onlara nerede fotoğraf çekeceğini söylemeniz de doğru olmaz.

İspanya iç savaşının korkunçluğunu anlatan Guernica'nın önünde çekilen ve sosyal medyada paylaşılan fotoğrafları düşünün. Herkesin birey olarak kendi özgürlük alanı var, insanlar kendi davranışlarından sorumlu olabilirler ancak, bu nedenle bu konuda kişiliğime yöneltilen saldırgan eleştirileri haksızca buluyorum.

Serginin açılışında bir araya gelen insanların, orada yaşadıkları anları paylaşımları kuşkusuz hem ana akım medya hem de sosyal medya platformları için öncelikli içerikler olabiliyor. Sergi mekanının oldukça uzağında bir otelin bahçesinde yapılan serginin galasının ise bu coğrafyanın ritimlerinden uzak durması oldukça olanaksızdı.

Kardeş Türküler'in şarkılarıyla herkes halaya kalktı. Galayı bir matem olarak kurgulamadık. Ayrıca birbirimizin nasıl yas tutacağını nasıl sorgulayabiliriz.
 

Ahmet Güneştekin (20).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"Bir eseri eleştirebilirsiniz ama bunun için saldırganlaşmaya başladığınızda artık başka bir şeyden söz etmek gerekiyor"

8- Sergiyi protesto eden bir grup gencin Keçi Burcu'nun üstünde sergilenen tabutlara yönelik fiziki müdahalesi ve yaptıkları açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlya Repin'in 1885 tarihli "Korkunç İvan ve Oğlu" tablosuna saldıran 37 yaşındaki Dağıstanlı Rus milliyetçisi, "gerçekleri yansıtmadığı için tabloya saldırdığını" söylüyordu.

Louvre'da sergilenen "Mona Lisa"ya bir kupa fırlatarak saldıran, Fransız vatandaşlığı reddedildiği için deliye dönen bir Rus vatandaşıydı.

Avustralyalı bir jeolog olan Laszlo Toth Michelangelo'nun 1499 tarihli "Piéta"sına çekiçle saldırırken "Ben ölümden dirilen İsa Mesih'im!" diye bağırıyordu.

Anish Kapoor'un Versay Sarayı'na yerleştirien "Kirli Köşe"si Fransız medyasında geniş tartışmalara yol açınca gelişen bu atmosferle heykele sprey boyalı saldırı düzenlenmişti.

Sanat eserlerine karşı yapılan tüm saldırıların ortak özelliği sadece toplumdaki şiddet ve tahammülsüzlüğün göstergesi olması değildir, hepsinin oldukça bireysel bir yönü olmasıdır; çünkü suç oldukça bireysel bir şey.

Göründüğü ya da sunulmak istendiği gibi toplumsal bir tepki değil çoğu zaman. Bir eseri eleştirebilirsiniz ama bunun için saldırganlaşmaya başladığınızda artık başka bir şeyden söz etmek gerekiyor.
 

Ahmet Güneştekin (24).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"Çürüme" işini çalışırken sadece Sur'da ölen insanları düşünmüyordum. Eser ne yazık ki Türkiye'nin bütünü kapsıyor. Çünkü şiddet geleneği yaşadığımız coğrafyada köklü bir geçmişe sahip ve her yere saçılmış durumda.

Tabutların üzerindeki yazılarda bütün illerin kodlarını görebilirsiniz, bunların sadece 34 tanesinde Roboski'de çoğu çocuk yaşta bombalarla parçalanan insanların adlarının baş harfleri yer alıyor.

Dogmanın ve ideolojilerin insana ve ruhuna nasıl bir yıkım getirdiğini anlatan bir işe saldırmak tam da onun eleştirdiği şeye dönüşmek, onu örneklemek demek. Çünkü saldıranlar tam da o anda kendileri için başka türlü bir bakışın mümkün olmayacağını söylüyorlardır.
 

Ahmet Güneştekin (4).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"İlgi çok yoğun, kente hem kültürel hem ekonomik yönden hareketlilik kattı"

9- Sergiye ilgi nasıl ve Diyarbakır'a ne gibi katkısı oldu?

Sergiyi gerçekten görenler, belki de en açık ve de en savunmasız halleriyle orada yaşayanlar, geride kalanlar. Her sergimde oluşturabildiğim konuşma ve tartışma zeminini onlarla da kurabildim.

Sergi mekânı beş ana bölümden oluşuyor. Her bölümde mutlaka bir izleyici yoğunluğu görüyorum. "5 No'lu Koridor" eserin olduğu ve onu açıldığı yerde sergilenen "Çürüme" işlerinin olduğu açık alan çok daha kalabalık oluyor.
 

Ahmet Güneştekin (15).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

Her bölümdeki gruplarla ayrı ayrı konuşuyorum, sorularını yanıtlıyorum. Elbette serginin medyada konuşulma biçiminden ve önyargılı bakışlardan etkilendiklerini, yönelttikleri sorulardan anlayabiliyorum.

Bu karşılıklı etkileşim çok faydalı oluyor, merak ettikleri her şeyi sorabiliyorlar. Söyleyebilirim ki, bu sergi sanat hayatımda bugüne kadar gördüğüm en yüksek katılımlı sergi olarak kişisel tarihimde yerini alacak.
 

 

Açıldığı ilk günden bugüne devam eden, kesintisiz ve çoğalan bu ilgi şehirde yaşamı her açıdan olumlu yönde etkilemeye başlamış. Ticaret Odası'nın verilerine göre hafta içi 5-7 bin arası, hafta sonu 10-12 bin arası izleyici sergiyi ziyaret ediyor.

Sergiyi izlemeye bölge il ve ilçelerden, farklı illerden ve hatta yurt dışından gelenler oluyor. Oteller, restoranlar, cafe ve küçük işletmeler bu hareketlilikten payını alıyor. Trafiğin yoğunluğu bile değişmiş. Hem kültürel hem ekonomik yönden bu hareketlilik şehirde faydalı bir yoğunluğa yol açmış durumda.   
 

Ahmet Güneştekin (37).jpeg
Fotoğraf: Ahmet Güneştekin Arşivi

 

"Hikâyemin ana merkezi dengbêjler ve yarattıkları sonik atmosfer"

10- Siz sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Hikâyemin merkezi çocukken deneyimlediğim, dengbêjlerin öykülendirme ve seslendirme teknikleri kullandıkları performanslarında yarattıkları sonik atmosfer. Sonrasında yaşadıklarım ve öğrendiklerim bunun etrafında şekilleniyor.

Mitsel öğelerle erken yaşta tanışıp, çizerek düşünmeyi ve resim yapmayı öğrendim. Yıllar sonra sahada çalışırken bu masalların ve seslerin izini sürmek ve işlerimde yorumlamak üslubumu oluşturan temel dinamik oldu.

Düşüncelerimize içine doğduğumuz dünyalar şekil veriyor, benim için de öyle oldu. Eserlerimi çalışırken başvurduğum kavramlar, çoğunlukla geçmişe ve anlatının doğasına ilişkin oluyor. Geçmiş zaman dediğimiz şeyin geçmiş olarak belirginleşmesi hikâyeler sayesinde.

Geçmişi ve onu üzerinden işlerimi tanımlayan bana göre kurgular ve sözlü anlatılardır. Kullandığım her öğeyi bir tür biçime aktarılmış konuşma diliyle çalışıyorum.

Toplumsal belleğin, bilginin ve deneyimin aktarılması, anlatılar sayesinde gerçekleşebiliyor. Bu nedenle benim için en yaşamsal olan deneyimlerimi ve biriktirdiğim kaynakları nasıl kullanacağım sorusunu sorabilmekti.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU