Güncel politik sorulara psikolojik süreçler odaklı cevaplar

Rüveyda Çelenk Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Independent Türkçe'de yayımlanan "Donuk toplum ve yaklaşan seçimler" başlıklı yazımızın ardından güncel siyasete dair çok sayıda soru yöneltildi. Muhalefetten, iktidara; seçime dair psikolojik süreçler odaklı yöneltilen politik soruları bu yazımızda cevaplandırdım.

- Kemal Kılıçdaroğlu'nun son dönem çıkışlarını etkili buluyor musunuz?

Oldukça yerinde ve etkili hamleler olduğunu düşünüyorum. 

Mevcut iktidar, başkanlık sistemine geçişle birlikte toplumda daha geniş bir mutabakat aramaktan ve daha fazla seçmenin oyuna talip olmaktan vazgeçti. Mevcut oy oranını muhafaza etmek için kendi kitlesini konsolide etmeyi tercih ediyor artık.

Oylarında artışın durması ve oylarının gerilemeye başlamasında en büyük etken ülkemizin içinde bulunduğu güncel ekonomik ve sosyal koşullar. İktidar bu sorunlara çözüm üretemediği için, bu sorunları özellikle kendi seçmeninin görüş alanının dışında tutmaya çalışıyor.

Sorunları daha fazla öteleyemediği ve çözemediği için, seçmeninin geçmiş travmatik deneyimlerini ona tekrar tekrar hatırlatarak, onu bugünden koparıp geçmişin korkularına götürüyor. Sanki geçmişteki tehditler şu anda da varmış gibi bir algı yaratıyor.

Bu aslında psikolojik bir sonuç. Travmatik deneyimler tetiklendiğinde kişiler zaman algısını kaybeder, "şimdi ve burada"da kalamazlar, gerçek tehdidi algılamak ve ona "yanıt" vermek yerine geçmişteki uyaranların etkisi altında "reaksiyon" verirler.


AK Parti seçmeninde gözlediğimiz; her geçen gün zayıflayan alım gücü nedeniyle "bugün" evine yeterince gıda alamazken, 1970'lerdeki gıda kuyruklarını kendisi için daha gerçekçi bir tehdit olarak hissetmesi ve siyasi tercihinin nedeni sorulduğunda bunu ifade etmesi bu algı hatasının tipik bir örneği.

Yine "bugün"çift üniversite mezunu başörtülü kızı iş bulmakta zorlanırken hatta iş bulamazken, geçmişte başörtüsü sorunu nedeniyle eğitimini yarıda bırakmış kadınların acısını daha taze hissetmesi başkaca bir örnek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


CHP uzun süre boyunca, bu etkili ama yanıltıcı siyasi hamleye karşı donuk bir tavır takınmıştı. Ancak son yıllarda iktidarın "seçmeni geçmiş travmalarına hapsederek bugünkü kaygılarını yönetme" stratejisine gerçek anlamda karşılık verebiliyor.

Kemal Kılıçdaroğlu özellikle adalet yürüyüşlerinden beri, toplumun güncel ve gerçek sorunlarını siyasi gündeminin ilk sırasında tutmayı tercih ediyor. 

Bu anlamda, ülkemizdeki hukuksuz uygulamaların halka zarar verdiğini, bazı hukuksuzlukların devlet eliyle gerçekleştirildiğinin farkında olduğunu ifade etmesini ve tüm kamu görevlilerini koşullar ne olursa olsun hukuka uygun hareket etmeye davet etmesini yine "bugüne ve gerçekliğe" bir çağrı olarak görüyorum.

Akabinde, bir milat koyarak, bu tarihten itibaren hukuka uygun davranmayan herkesin sonuçlarına katlanacağına işaret ederek, AK Parti sonrası dönem için bir vizyon ortaya koyuyor.


Yine ekonomiden sorumlu kurmaylarıyla birlikte, ekonomide istikrarsızlığın zirve yaptığı günlerde piyasalardaki fiyat istikrarının sağlanmasından sorumlu olan Merkez Bankası'na bir ziyaret düzenlenmesi de benzer bir örnek. Bu ziyaretle hem tek adam rejimi altında faaliyet gösteren devlet kurumlarına hem de halka "bende varım" diyerek alan tutuyor.

Kemal Bey'in esnek dayanıklılığına (Parti içinde en büyük rakibini Cumhurbaşkanı adayı göstermesi) ve yumuşak gücüne (İYİ Parti'yi meclise sokması) birçok kez şahit olmuştuk.

Bu sefer ülke siyasetinin son 20 yılını domine eden ve siyaseten kimseyi kendisine denk görmeyen Sayın Erdoğan'la daha eşit bir ilişki kurduğunu düşünüyorum. Nitekim, bu çıkışların iktidar tarafında büyük bir yankı uyandırması da başarılı olduğunun bir ispatı niteliğinde.


- Metropoll Anketi'ne göre, AK Parti seçmeninin yüzde 69,2'si, Millet İttifakı seçimi kazanırsa yaşam tarzlarının tehdit altında olacağını düşünüyor. Millet ittifakı bu algıyı nasıl değiştirebilir?

Mevcut iktidar, seçmene bugünkü CHP'yi on yıllar önceki CHP'nin -artık yanlışlığı konusunda geniş bir mutabakat olan- politika ve icraatlarıyla yargılatma çabasında.

Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki yeni yönetici kadro, yıllardır bu algıyı yıkmaya çalışıyor. Nitekim muhafazakâr seçmenin CHP'ye oy vermek istememesinin en yaygın gerekçeleri mevcudiyetini çoktan yitirdi.

Yine de insan psikolojisi travmatik anıların geçmişte kaldığını algılamakta zorlanıyor. Hatta, travmatik anılar "şu an" yaşanıyor veya "her an" yeniden yaşanabilirmiş gibi algılanıyor.

Elbette, geçmişte yaşanan travmatik deneyimlerin benzerlerinin tekrar yaşanması da mümkün. Ancak buna dair "güncel" verilerin ve bilgilerin işlenmesi ve ona göre hareket edilmesi gerekiyor.

Ne yazık ki, kolektif travmalar çözümlenmeden bu pek mümkün değil. En küçük bir tetikleyici, çok kolay bir şekilde, bir kısım seçmenin korkularını tekrar canlandırabiliyor.

Örneğin, 28 Şubat süreçleri, imam hatipler, başörtü meselesi, yağ kuyrukları, "İslam'a" yapılan operasyonlar… Tetikleyiciler sadece mevcut iktidar tarafından gelmiyor.

Mesela, yakın zamanda CHP üyesi Feyza Altun'un fevri davranarak AKP'li herkesten nefret ettiğini söylemesi (daha sonrasında bu demeci ile ilgili bir özür beyanında bulundu) de tetikleyici sayılabilir.

Yani, kolektif travmalar çözülmeden akışkan bir tarih algısı edinmemiz zor gözüküyor. Geçmiş acıları işlemeden, "şimdi ve burada" kalamayız. Küçük bir gerilim bile bizi geriye götürebilir. 


Yine de Millet İttifakı'nın, seçimi kazandığı takdirde, AKP seçmeninin yaşam tarzlarının tehdit altında olacağı algısını değiştirebilme adına yapabileceği şeyler var.

Millet İttifakı muhafazakâr seçmenin bu kaygılarını önce tespit edip sonra giderecek çeşitli eylem planları yapabilir. Burada genel politik söylevlerden ziyade halkın kaygılarını dinleyip onlarla temas etmek önemli.

Söylemler, onarıcı deneyimlerle desteklenmedikçe yetersiz kalır. Onarıcı deneyimler ise hem doğrudan saha gezileriyle birlikte halkla duygusal temas hem de il ve ilçe teşkilatlarının halkla kurduğu kapsayıcı, destekleyici ve empatik ilişkilerle mümkün.

Ancak saha gezilerindeki duygusal temas derken, vatandaşla 2 dakika ayakta -görev gibi- sohbet etmeyi kastetmiyorum. Daha derin paylaşımlar yapılabilecek sosyal ortamlar oluşturulabilir.

Herkese ulaşmak mümkün değil. Bu noktada mümkün olduğunca sosyal medya ve medya araçları kullanılabilir. Millet ittifakı "yaşam tarzına tehdit" olarak algılanan şeyleri önce tespit etmeli, ardından çok net ve şeffaf bir şekilde, bunlara "reaksiyon" değil "yanıt" vermeli. 


Cumhur İttifakı geçmiş travmatik deneyimlere referanslar verdikçe, Millet İttifakı söylem, tutum ve davranışları ile vatandaşı tekrar "güncel"e getirmeli.

İnsanların güncel sorunlarla yüzleşebilmeleri ve "canlanmaları" için güvende hissetmeye ihtiyaçları var. Bunun için de -özellikle liderler- varlıklarını hissettirmeliler.

Hal ve hareketleriyle "Ben buradayım. Sana bugünü hatırlatmak için varım. Yaşadıklarını görüyorum ve elimden gelenin en iyisini yapacağım" diyebilmeliler. 


- CHP kemik seçmeninin iddia edilen katılığı hangi koşullarda nasıl yumuşayabilir ve dönüşebilir? 

Daha önce bahsettiğim kolektif travmalar burada da söz konusu. CHP kemik seçmeninin bir savunma mekanizması olarak, hayatta kalmak adına, tutunduğu bazı değerler var. Bu değerlere tehdit oluşturabilecek şeyler konusunda çok hassaslar.

Bu hassasiyet bazen travmatik tetiklenmelerle birlikte çok dramatik bir hal alabiliyor. Bu durum, güvenli bir zeminde dengeye oturtulmadığı takdirde, CHP'nin (iktidar olursa) iktidarı uzun süre elinde tutması zor. 


Son yıllarda, CHP'nin seçmen kitlesi oldukça genişledi ve parti, içerisinde farklı gruplardan insanları barındıran bir oluşum haline geldi. Ancak dış kılıf ve çekirdek arasında bir uyumsuzluk seziliyor.

İnsanlar, partinin kendi içerisinde çeşitli tutarsızlıklar yaşadığını hissediyor. Hem partinin kendi içerisinde daha çok bütünleşmesi hem de kemik seçmenin katılığının yumuşaması için öncelikle güvende hissetmeleri gerekiyor. 


Son yıllarda iktidarın, özellikle darbe girişimi ve pandemi ile birlikte, çoğunluğu CHP seçmeninden oluşan vatandaşın yaşam tarzlarına müdahale ettiği aşikâr. Bütün bunlar olurken CHP kemik tabanının güvende hissetmemesi ve radikalleşmesi beklenen bir psikolojik sonuç.

Ancak son dönemde Cumhur İttifakı'nın güç kaybetmesi ve Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener'in siyaset alanında mevcudiyetlerinin daha çok hissedilmesi CHP seçmenine güvenli bir alan açıyor ve alternatifleri görebilecekleri yeni bir bakış açısı getiriyor. 

AK Parti'nin iktidarı kaybetmesi durumunda, AK Parti döneminde yapısal şiddete (torpili olmadığı için iş bulamamak) ve dikkat şiddetine (devlet tarafından yok sayılmak, görülmemek) uğrayanların yıllar boyunca hissettikleri çaresizlikle birlikte bastırılan öfkelerinin açığa çıkması normal.

Bu öfkeyi yönetebilmek, sağlıklı bir şekilde deşarj etmek ve dönüştürmek doğru psikolojik hamlelerle mümkün. Hatta bu öfke doğru yönetildiği takdirde toplumsal kutuplaşmanın ve on yıllardır içinde kavrulduğumuz travmatik döngülerin de önüne geçilebilir.

Aslına bakarsanız ben, AK Parti'nin bu kadar uzun yıllar iktidarda kalabilmesinin sebeplerinden birinin, AK Parti döneminde mağduriyet yaşayanların öfkelerinin iyi yönetilememesi olduğunu düşünüyorum.

Öfkenin doğrudan AK Parti seçmenine yöneltilmesi, seçmenin değersizleştirilmesi bunun örneklerinden biri. 

CHP kemik tabanının yumuşaması için güvende hissetmesi, öfkesini doğru muhataba yöneltmesinin sağlanmasından sonra "öteki" olarak gördüğü kişilerle temas etmesi lazım.

Kendi acılarının görüldüğünü hissettikten sonra ötekilerin acılarını da görebilirler. Bunun için çeşitli sosyal projeler faaliyete geçirilebilir. 


- İYİ Parti'nin veya doğru deyimle tek başına Akşener'in başarısını bireysel ve toplumsal dinamiklerle nasıl açıklarsınız?

Meral Akşener'in "milliyetçi" kanat içerisinde başarılı bir geçiş siyaseti yaptığını düşünüyorum.

Ülkenin en çalkantılı siyasi dönemlerinden ciddi bir yara almadan çıkmayı bilmesi ve bu süreçte edindiği siyaset tecrübesi yanı sıra kadınların oldukça dezavantajlı olduğu "milliyetçi" camia içinde en alt kadrolardan başlayıp, genel başkanlığa kadar uzanan ve bir anlamda bir var olma savaşı denebilecek mücadelesi onu güçlü kılan unsurlar. 

Bu gücüyle partisini alışılmış kalıpların dışına çıkarmayı başardı. Milliyetçi siyasetin alıştığımız o dik başlı, sorgusuz itaate dayanan ve toplumun diğer bileşenlerini ihmal eden tavrı yerine uzlaşmacı, kapsayıcı ve değişime açık bir tavır takındı.

Bu sayede güncel siyasette iktidarın tekeline aldığı "merkez"de kendine bir yer edinmeyi başardı. Kemal Kılıçdaroğlu ile olan iş birliği, siyasetini öteki söylemi üzerine kurmaması ve ülkenin dört bir yanında etnik kökenden bağımsız olarak ilgiyle karşılanan bir siyasi lider olması bunun en güzel örnekleri. 


Ayrıca, Sayın Erdoğan'ın 20 yıla yaklaşan iktidarında seçmen üzerinde yarattığı "bir lider her şeyden önce güçlü olmalı" algısıyla uyumlu bir liderlik gösteriyor.

Kadroları üzerindeki hakimiyeti, parti içinde belirgin bir şekilde en göz önündeki figür olması, siyasi mücadelesini en ön safta vermesi vb.

Diğer bir unsur da Meral Akşener'in kişisel iletişim becerileri. Seçim bölgesi ziyaretleri genellikle halka kendini yakından göstermek ve mesajları doğrudan iletmek amacıyla yapılır. Ama gözlemlediğim kadarıyla Sayın Akşener bu ziyaretlerinde daha çok doğaçlama yapmayı ve halkı dinlemeyi tercih ediyor.

Tabii ki iletilecek mesajlar ve verilecek vaatler önemli, ancak seçmenin iletişim kanallarını açmak ya da canlandırmak için önce onları görmek gerekiyor.

Akşener'in iletişim becerileri ve duygusal zekâsı bunu hayatın akışı için yapabilmesini sağlıyor. Yani Akşener, anda kalarak, seçmeniyle uyumlanıyor, onların sinir sistemlerini (acılarını vb.) hissedip uygun yanıtlar veriyor. 


Geçenlerde bunun net bir örneğine şahit olduk; eğitim masraflarını karşılamak için tarlada çalışmak zorunda kalan bir gencin ellerini öpüp ona sarılıyor. Seçmen, görüldüğünü hissetmesiyle birlikte, kendisini ifade edebileceği ve duygusal boşalım yaşayabileceği bir alan buluyor.

Bu bağlamda, bundan 1-2 gün sonra, ilginç bir şekilde, bir sokak röportajında kâğıt toplayıcısı bir adamın, "telefonunu çıkar" diyen iktidar destekçisi başka bir adam karşısında sinir krizi geçirerek "Ellerimi çek, bu eller öpülür" diye haykırmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. 


- Muhafazakâr seçmen tabanı Gelecek ve DEVA Partilerine neden ilgi göstermiyor? Muhafazakar seçmenin bu partilere desteğinin başlayabilmesinin koşulları nelerdir? Bu anlamda bir Gelecek ve DEVA kritiği yapabilir misin?

Ahmet Davutoğlu'nu, iletişim kabiliyeti güçlü ve akademideki başardıklarıyla Türkiye siyasetinde ayrışan bir lider olarak görüyorum.

Ancak Sayın Davutoğlu, AK Parti içerisinde yer aldığı süreye oranla en fazla yıpranan siyasi. AK Parti'nin en zor zamanında sunduğu ve göreceli başarılı da olduğu hizmetin bedelini bir muhalif olarak ağır ödüyor.

Ahmet Davutoğlu'yla hedef seçmen kitlesi arasındaki kopukluğun giderilebilmesi için seçmenin yeni bir deneyime ihtiyacı var.

Çünkü seçmenin zihninde AK Parti'nin o dönemki başarıya ulaşmayan politikaları Ahmet Bey'e mal edilmiş durumda. Nitekim, o dönem yaşananlar muhalif ve kararsız seçmenin zihninde halen bulanık.

AK Parti seçmeni o dönem ile ilgili kendi liderlerinin demeçlerine bağlı. Herkes bu dönemi sadece iktidar tarafının anlatımıyla dinledi. Belki de kendi gözünden o dönem yaşananları açıkça ifade ederse kendine bir alan açma şansı bulabilir.

Ayrıca talihsiz bir şekilde, partiden ayrılırken yaptığı konuşmada halen harekete bağlılığını üzerine bastıra bastıra söylemesi seçmenin hafızasında tazeliğini koruyor.

Seçmenin zihnindeki olumsuz eşleşmeleri çözmesi gerekir. Mevcut siyasi söylemleri oldukça etkili. Ancak ihtiyacı olan, seçmenin zihninde eskiyi yeniye entegre etmesi ve AK Parti dönemi ile ilgili özeleştiriye dayalı gerçek bir hesaplaşma. 


Ali Babacan, Davutoğlu'na göre daha avantajlı. Hem AK Parti'de görev aldığı süre içinde -siyasi konulara çok dahil olmadan- tam bir teknokrat olarak çalışması hem de partiden ayrılış sürecinde daha net bir çizgi çekmesi onu zihinlerde AK Parti'den ayrıştırdı diyebiliriz.

Ancak DEVA Partisi'nin de AK Parti'den tam bir ayrışma için, bir geçiş siyasetine ihtiyacı var. Mevcut kadrolarının siyaseten yıpranmamış ve parlak -çoğunlukla- gençlerden oluşması bunu zorlaştırıyor.

Bu kadronun bilinçli olarak popülist siyasetten uzak durması güzel ama Türkiye siyasetinde kısır bir yaklaşım.

DEVA Partisi'nin ana çekirdeğini oluşturan eğitimli, beyaz yakalı ve muhafazakâr kadronun, toplumun benzer sınıflarında ciddi bir karşılık bulduğunu gözlemliyorum. Ancak henüz toplumun büyük kısmına ulaşabilmiş değiller.

DEVA Partisi'nin kendisi başarıya ulaşır mı, onu zamanla göreceğiz, ama yola çıkış noktalarının, yani akla dayalı, popülizmden uzak ve şeffaf siyasetin gelecek yüzyılda ülkemizde kabul göreceğine inanıyorum.   


Ortak bir eleştiri olarak; her iki parti de nitelikli ve farklı kadrolara sahip olmasına rağmen halen siyasal İslam etiketinden kurtulamadılar.

Bunun için tam olarak eski partileriyle hangi noktalarda ayrıştıklarını, nasıl yeni bir siyaset inşa edeceklerini ve bu siyasette eskilerinin (AK Parti kadrolarından gelenlerin) yerinin ne olacağını belirlemeleri ve seçmeni bu bağlamda ikna etmeleri gerekiyor.

Muhafazakâr seçmenin gözünde her iki parti de AK Parti'nin mirasına talip. Ancak bu miras beklentisi AK Parti iktidarının devam etme ihtimali olduğu sürece muhafazakâr seçmen tarafından eleştirilen bir husus.

Bu noktada yapılması gereken sürekli AK Parti sonrası döneme bir hazırlık havasında olunmasından ziyade "bugün" ve "şimdi" iktidarı değiştirebilecek bir siyaset ve söylev üretebilmek.

Pek tabi, içeriden ayrılanlar için önyargıları yıkmak kolay olmayacaktır. Yeri geldiğinde, özeleştiri yapmaktan ve geçmişleriyle çelişmekten çekinmemeliler. Çünkü bu tavır ve alttan alta korku siyasi manevra alanlarını daraltıyor. 


- Türkiye seçim atmosferine doğru hızla gidiyor. YPG'ye karşı başarılı bir Suriye operasyonu ekonomik krizin arttığı bu dönemde toplumda milliyetçi adrenalini artırır ve seçmen tercihini etkileyebilir mi?

Konuyu genel olarak ele almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Belirsizlik ve kriz durumlarında, mevcut durumu koruma içgüdüsü ve buna bağlı olarak otoriteye itaat eğiliminde artış, beklenen bir sonuçtur.

Mevcut iktidar geride bıraktığımız 19 yılda birkaç kez bu kartı kullandı ve genel olarak başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Ancak mevcut ekonomik ve global politik koşullar böyle bir operasyonu oldukça imkansız kılıyor. 


Mevcut olumsuzlukların birçoğunun müsebbibi olan bir "dış güçler" söylemi var iktidarın. Ancak, bunlar kimdir/nedir, ne zaman, nerede ve ne yapmışlardır belli değil.

Yani bu iddiayı dile getiren kimse öznesi, nesnesi ve yüklemi tam olan bir cümle kuramıyor. İfadelerde hep bir boşluk var.

Bu boşluklar her seçmen tarafından kendi bildiği ve anladığı şekilde dolduruluyor. Bunun için de elimizde her ortamda kullanabileceğimiz bir fihrist var "FETÖ, PKK/YPG, Ce-Ha-Pe zihniyeti, vesayetçiler, faiz lobisi" vb.

Bu algı biçimi yüzeyde işlevsel olsa da derine inildiğinde temelsiz olması nedeniyle katı tutuma dönüşüyor ve esnekliğini kaybeden her şey gibi özünde kırılgan hale geliyor.


Bu belirsiz olan düşmanın tanımlanması ve ona karşı eyleme geçilmesi elbette iktidar için bir avantaj sağlayacaktır.

Hatta YPG gibi milli hassasiyetler üzerinden belirlenecek bir düşman, yapılan operasyon yanlış veya zamansız olsa dahi muhalefetin elini kolunu bağlayabilir.

Dış siyasetteki başarısızlıklar ve ekonomik zorluklar başta olmak üzere güncel sorunların birçoğu "güvenlik ve beka" tehdidinin yanında ikinci plana itilerek dışsallaştırılacaktır.   

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU