21'inci yüzyıl "terör çağı" mı?

Abdulbaki Erdoğmuş Independent Türkçe için yazdı

Resim: Prudence Cuming Associates

Bilim adamları, her çağı bilimsel buluşlara ve gelişmelere göre adlandırmışlardır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra (1946) Albert Camus, 20'nci yüzyılı "korku çağı" olarak tanımlamıştı. 

20'nci yüzyıldan önceki çağları "matematik çağı", "doğa bilimleri çağı" ve "biyoloji çağı" olarak adlandırırken 20'nci yüzyılı "korku çağı" olarak adlandırmasını şöyle tanımlar:

İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekle yüz yüze yaşamaları elbette ilk kez olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrıların yardımıyla aşarlardı. Umutlarını oluşturan değerlere atıf yaparlardı.

Bugün ise (kendilerini tekrar edip duranların dışında) artık kimse, konuşmuyor, çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçler tarafından yönetiliyormuş gibi gözüküyor…

(Elias Canetti-Körleşme-sh:12)


21'inci yüzyıl da 20'nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren çoğu bilim insanı tarafından "bilgi ve teknoloji çağı" olarak tanımlanmıştı.

Gerçekten de bilgi ve teknoloji alanlarında baş döndürücü hızlı gelişmeler yaşanmaktadır. Uzay ve savaş teknolojisi bir yana, örnek olarak 'yapay zeka' konusundaki gelişmeleri göstermek tek başına yeterlidir.

Ancak hiçbir bilim adamı veya düşünür, 21'inci yüzyılın hemen başında (2000) ABD-New York-İkiz kulelere yönelik saldırıyı ve sonrasında oluşan toplumsal korkulardan söz etmemişti.

Terör-işgal ve savaşların nasıl bir korku çağını yarattığını ancak yaşayarak öğrenebildik.

Bize göre de 21'inci yüzyıl; demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, insan hakları ve hukukun hâkim olacağı, yoksulluk ve açlığın en az seviyeye ineceği, toplumsal barış ve refahın artacağı bir çağ olacaktı.

Ne yazık ki öyle olmadı. Aksine ABD'nin başlattığı yeni savaşlarla dünyamız adeta cehenneme dönüştü.

Katliamlar, tahribat ve yıkımlar, yağma ve talanlarla şehirler ve nice topluluklar yok edildi, tarih, sanat, çevre gibi dünyamıza ve insana ait bütün varlıklar hedef alınarak imha edildi.

İşgallerle terör azdı, savaşlar yayıldı, yoksulluk, açlık yaygınlaştı ve kitlesel göçler trajediye dönüştü. Bir taraftan İletişim ve bilgiye ulaşım hızla arttı, teknoloji gelişti, diğer taraftan yeni korkular ve geleceğe ilişkin belirsizlikler de aynı hızla artmaya devam etti.

Bizler ise otoriter-totaliter-ırkçı yönetimlerin dayattığı kimlik ve ideolojik ayrışmalarla cehalet karanlığında yaşamaya devam ediyoruz.

Bu nedenle de gelişmelerin farkında olmuyor ve çağların gerisinde, geçmişin hayallerinde tutsak kalmayı Müslümanlık, özgürlük ve insanlık sanıyoruz.

Parçası olduğumuz terör savaşlarının, coğrafya olarak bizi nasıl dehşetle kuşattığını hala anlamış değiliz.

Terör savaşlarını, otoriter sistemleri için bir fırsata dönüştürmüş iktidarları vazgeçilmez görüyoruz.

Devletlerin otoriter ve ayırımcı tutumlarında meşruiyet arayan siyasal örgütler de siyasal iddialarını terör yöntemiyle zirveye taşımayı başardılar.

Hukuksuzluk, haksızlık, ayırımcılık ve devlet şiddetinden beslenen örgütlerin toplumsal ve uluslararası desteğinin de zirveye çıkması başka bir trajikomik durumdur.

Bu nedenledir ki söz konusu örgütler, uğruna mücadele verdiklerini iddia ettikleri halka rağmen şiddeti ve terörü azgınlaştırmak için bütün güçlerini seferber etmiş durumdalar!

Asıl nedeni siyasal sistemlerin ve yönetimlerin adaletsiz, ayırımcı, zorba uygulamaları olsa da esas olarak terör; küresel bir projedir, mühendisleri de küresel aktörlerdir.

Bölgesel, ulusal ve örgütsel boyutları da projenin tamamlayıcı uzantılarıdır.

20'nci yüzyılın son çeyreğinde projelendirildiğini düşündüğüm terör savaşlarının dünyaya ilan tarihinin de 21'inci yüzyılın hemen başında (2000) ABD-New York-İkiz kulelere yönelik terörist saldırılar olduğunu düşünüyorum.

Bu dönemden itibaren planlanmış terör savaşlarının açığa çıktığı ve kâbus gibi dünyayı sardığı görülmektedir.

Küresel aktörlerin başında ABD-İngiltere-Fransa-Çin-Rusya ve İsrail gibi devletler gelir. Bölgesel ve ulusal aktörlerini terör faaliyetlerine göre sayabiliriz.

Müslüman ülkeler içinde de başat aktörler olarak İran-Mısır-Suudi Arabistan-Suriye ve Türkiye ilk akla gelecek ülkelerdir.

Teröre zemin hazırlayanlar, araçlarını temin edenler ve lojistik destek sağlayanlar da aynı aktörlerdir.

Bu nedenle de terör cephesini oluşturan örgütler de küresel, bölgesel ve ulusal olarak değerlendirilmektedir.

Geçmiş çağlardan farklı olarak yaşadığımız çağı tek bir tanımla adlandırmanın mümkün olmadığını biliyorum.

"Uzay çağı", "bilgi ve teknoloji çağı", "iletişim çağı", "dijital çağ" gibi birçok tanımın bir araya geldiği bir çağı yaşıyoruz.

Ancak bizim doğrudan etkilendiğimiz gelişme; terör savaşları, yoksulluk ve yoksunluk olmuştur.

Bu bağlamda bizim için bir geleceğin söz konusu olmadığı çok açıktır. Gelecek ile aramıza duvarlar örüldüğünü düşünüyorum.

Bu bağlamda 21'inci yüzyılı "küresel terör çağı" olarak tanımlamanın daha uygun olduğuna inanıyorum.

Ne yazık ki insanlığın büyük çoğunluğunun, özellikle de coğrafyamızın geleceğini belirleyecek olan, bilgi ve teknoloji değil, terör savaşlarının sonucu olacaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU