Müttefikleri terk etme konusunda Trumpçılık ve Bidencılık'ın çok ortak noktası var

Dünyanın işleyişinde tektonik değişimler yaşanırken eski ittifaklar da dağılıyor

(AP)

Trumpçılık, ABD'nin eylemlerine karşılık Trump'ın söyledikleri söz konusu olduğunda, dünyanın geri kalanı için hiçbir zaman göründüğü gibi olmadı. Üslup her zaman kavgacıydı fakat Trump herhangi bir savaş başlatmamak için yolunu değiştirdi. "Önce Amerika" sloganına gelirsek, bu da soyutlama taraftarı bir ABD'den ziyade, ABD'nin Trump'ın ülke çıkarına gördüğü durumlarda tek taraflı hareket etmesiyle ilgiliydi.

Bidencılık'ın da Trumpçılık'tan pek farklı olmadığı ortaya çıkıyor. Joe Biden, Donald Trump'ın Şubat 2020'de Taliban'la yaptığı gaddar anlaşmayı harfi harfine uyguladı. Bu anlaşma Afgan hükümetini terk etmeye dairken, kaderi belirlenen hükümet dışarıda bırakılmıştı. ABD'nin Avrupalı müttefikleri, Amerikanlar Kabil Havalimanı'ndan çekilme planını uygularken bile bu plandan pek haberdar değildi.

Trump'ın Afganistan'daki tek taraflılığını, şimdi de ABD'yle Britanya'nın önümüzdeki yıllarda Avustralya'nın Çin'e karşı konuşlandıracağı nükleer denizaltıları inşa etmesine yardımcı olacağı sürpriz anlaşmayı duyuran Biden sürdürüyor. Fransızların dizel motorlu denizaltı tedariki için imzalanan 66 milyar dolarlık (yaklaşık 575 milyar TL) sözleşmeden onları keyfi bir şekilde çıkaran Biden, tam da Trump'ın potansiyel düşmanını caydırmaktan ziyade müttefikinde daha büyük bir öfke uyandırma geleneğine yakışacak şekilde davrandı.

Bariz bir şekilde kendisine karşı kurulan bu ittifaka Çin sinirli bir tepki göstermiş olsa da üst düzey Fransız liderlerin kamuoyu önünde aşağılanmasıyla ortaya çıkan kriz karşısında bu yine de hafif kaldı. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, "Bu acımasız, tek taraflı ve öngörülemeyen karar bana eskiden Trump'ın yaptıklarını hatırlatıyor" dedi.

Kızgın ve kırgınım. Müttefikler birbirine böyle şeyler yapmaz. Gerçekten de arkadan saplanmış bir bıçak bu.

Fransızlar ihanete uğramış olsa da böyle bir hamlenin mümkün olabileceğini görememekle bariz bir saflık ve kötü bir istihbarat sergiledi. Müttefikini sırtından bıçaklamaya gelince, bunun yakın zamandaki emsali Afganistan'daydı. Birkaç yıl öncesinin uğursuzluk habercisiyse, Trump'ın çok yakın olduğu Suudilerin petrol tesislerine ayan beyan bir şekilde İran'ın düzenlediği Eylül 2019'daki yıkıcı füze saldırısına karşı misillemede bulunmamasının yarattığı şaşkınlıktı.

Körfez monarşileri, eskiden güvendikleri Amerikan koruyucu şemsiyesinin pek de göründüğü gibi olmadığının farkına vardı. Daha sonra Afganistan'daki şokla pekiştirilense, bu koruyucu şemsiyenin onlar için savaşa girmeyi içermediğinin farkındalığıydı ve bunun yanı sıra, bölgesel siyaseti radikal bir şekilde yeniden şekillendirdiği de ortaya çıktı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

ABD'nin hayal kırıklığına uğrattıklarından (ister Paris'te, ister Riyad'da, ister dağılan Afgan hükümetinin sığındığı yer neresiyse orada olsun) gelen şikayetler diplomasi tarihinde yeterince yaygın. Ne de olsa, "Anlaşmalar güller ve genç kızlar gibidir, ikisinin de vakti vardır" diyen Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulle'dü.

Ulus devletler arasındaki ilişkilerin daim olmadığıyla ilgili bu realpolitik ifade doğru olsa da (Kabil bozgununun ve Suudi Arabistan'ın savunulmamasının ardından gelen) Avustralya-Birleşik Krallık-ABD (AUKUS) denizaltı anlaşması, tektonik değişimlerin dünyanın işleyiş tarzını sarstığını hissettiriyor. "Amerika geri döndü" retoriğini başkanlığının başlarında bol bol kullanan Biden, şimdi bazı müttefikleri karşısında Trump kadar laubali davranıyor.

AUKUS ittifakı, büyük ihtimalle Fransızları çileden çıkaracak ve AB'yi endişelendirecek türden bir Anglo-Sakson safı oldu. Avrupa devletlerinde Çin'e karşı öncekinden daha farklı ve daha az zıtlaşan bir politika izleme çabasını harekete geçirecek. Bunu başaramazlarsa ve Ortadoğu'yla Balkanlar'da art arda yaşanan krizlerdeki acizliklerine bağlı alametler de iyi değilse, o zaman daha da ötekileştirilmiş hale gelecekler.

Fakat Brexit yanlılarının, Britanya'nın batmakta olan AB gemisini terk etmekte haklı olduğuna sevinmesi için henüz erken çünkü Britanya'nın ABD'ye bağlılığı her zamankinden daha fazla. Bu, Britanya'nın 2003'te ABD'nin birinci yabancı askeri müttefiki olarak katıldığı ve sonraki 6 yılı Amerikalıları gücendirmeden paçasını kurtarmaya çalışarak geçirdiği Irak Savaşı sırasında farkına vardığı üzere, hem öngörülemeyen riskler hem de belirsiz avantajlar taşıyor. Seçilen feci yöntem, Britanya askeri güçlerini Afganistan'ın Helmend vilayetine göndermek oldu ki buranın Irak'tan bile daha ölümcül bir yer olduğu ortaya çıktı.

Çin'e karşı cephelenmeyi hızlandıran ABD'yle Avustralya'ya katılmak da benzer riskler barındırıyor. Boris Johnson'ın da iddia ettiği gibi bu "büyük bir stratejik değişim" değil çünkü 10 yıldan daha uzun bir süre boyunca pek bir şey olmayacak. Çin'in dünyanın en büyük donanmasına sahip olduğuna dair soğuk savaş tehditlerini abartmak saçma çünkü ufakça bir balıktan biraz daha büyük olan gemiler Çin filosunun parçası sayılıyor.

Fakat yeni soğuk savaşa dair uyarıda bulunanlar haklıysa ve Çin gerçekten Tayvan'ı işgal ederse Britanya ne yapacak? Bu, "küresel" Britanya için önemli bir soru çünkü Çin ve Rusya gibi daha boylu poslu rakiplere karşı, onların aşırıya kaçmayacağını ya da ABD'nin sınırsız destek vereceğini umarak dimdik ayakta durmak anlamına geliyor.

ABD'ye bel bağlamak riskli çünkü Amerikan dış politikasını iç siyaset gündemi belirliyor, hem de daha önce hiç belirlemediği kadar. Biden'ın Çin karşısındaki yeni ittifakını gürültülü şekilde duyurmasının nedenlerinden biri bunun güç göstergesi olması ve dikkatleri ABD'nin Kabil'den karman çorman bir şekilde çıkarken sergilediği zayıflıktan başka yöne çekmesi. Geçen ay Amerika'daki TV ekranlarını ele geçiren bu bozgun, göreve başlamasından bu yana onay oranlarını ilk defa Biden'ın aleyhine değiştirerek kamuoyu yoklamalarındaki onay oranını yüzde 42'ye düşürüp ondan hoşnutsuz olanların oranını da yüzde 50'ye çıkardı.

Britanya büyük bir güçmüş gibi görünmek istiyor ama bunu yapmak için ABD'nin mütevazı yardımcısı olmak dışında giderek daha az seçeneği olacak. Bütün bunlar Johnson'a ve hükümetindeki aşırı milliyetçi şovenistlere bağlayamayız çünkü onlar sadece, Britanya'nın artık işe yaramayan güç kontrollerini elinde tuttuğuyla ilgili kamuoyu sanısından yararlanıyor.

Taliban, Kabil'i ele geçirirken Girit'teki lüks otelinin yüzme havuzunun başında çok fazla zaman geçirdiği için Dominic Raab, dışişleri bakanı pozisyonunu kaybetmiş olabilir. Fakat Raab aceleyle Londra'ya dönseydi de (otelin havuzunda boğulsaydı da) bu Afganistan'daki olaylarda en ufak bir değişikliğe sebep olmayacaktı.

Kamuoyunun ve medyanın Britanya hükümetinin gerçek gücüne dair yanlış algısı, hem yurtiçinde hem de yurtdışında Britanya'nın siyasi yaşamının büyük kısmına gerçek dışı bir hava veriyor. Bundan 6 yıl önce, Britanya'nın Suriye'de IŞİD'e karşı hava akını başlatmasının gerekli olup olmadığına dair tartışmalar alevlenmişti. Tüm taraflar, Britanya'nın kayda değer bir şey yapmak için gereken uçakları ya da istihbaratı olmadığı gerçeğini göz ardı etmiş, daha sonra bunu kabullenen Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin görevdeki subayı olmuştu.

Britanya'nın Güney Çin Denizi'nde ve Pasifik'te bir kez daha otorite haline geldiği yanılsaması, sadece Irak ve Afgan savaşlarından çıkarılan dersleri görmezden gelip ABD'ye duyulacak tam güvenle gerçek kılınabilir.



https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU