Coğrafyanın kanayan yarası: Afganistan’ın erkek kızları ve Beççe pûş geleneği

İranlı Yönetmen Mecid Mecidi’nin 2001 yılında çektiği ‘Baran’ isimli film, Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesine dair kısa bilgiler verdikten hemen sonra Latif karakterinin fırından aldığı ekmekle izleyicilerinin karşına çıkar

Ekmek, insanın yaşamak için temel motivasyonlarından birisidir.

Bazen ona ulaşmak adına kişi vatanından bazen de kimliğinden vazgeçmek zorunda kalabilir.

Çoğu mülteci olarak ülkesinden uzaktan yaşayan ya da Taliban gibi baskıcı oluşumların düzeninde hayatta kalmaya çalışan kimi Afgan kızları, kadınlık kimliğinden vazgeçerek ‘bir erkek olarak’ hayatta kalmaya çalışıyor. Baran (2001)  filminde de bu tema Mecidi tarafından incelikle işlenmektedir.

Baran (2001) filminde beş çocuk babası Necef inşaattan düşer ve yatalak olur. Ailenin geçinebilmesi için Rahmet isimli çelimsiz oğlu inşaata getirilir. Aslında Rahmet erkek kılığına girmiş Baran isimli küçük bir kızdır.

Baran 1.jpg

Baran film afişi

 

Filmde bir yandan kendilerinden düşük ücretle çalıştırılmasına rağmen İranlı işçilerin Afganlara duyduğu rahatsızlığı gözlemliyoruz, öte yandan da mülteci polislerinin Afgan işçiler üzerindeki baskısına yakından şahit oluyoruz.

Rahmet, yani Baran, bu düzen içerisinde evine ‘o fırından’ ekmeği götürebilmek adına kadınlığından vazgeçen bir Afgan kızıdır.

Rahmet’in bir kız olduğunu anlayan Latif, Baran’a (Rahmet) sırılsıklam âşık olur.

Kurgusal hikâye bir kenara bırakıldığında Afganistan’ın erkek kızları bugün coğrafyamızın kanayan bir yarası olarak karşımıza çıkıyor. Bu meseleyi derli toplu bir şekilde inceleyen ve kamuoyunun gündemine getiren kişi gazeteci Jenny Nordberg’dir.

 

Nordberg’in “The Underground Girls of Kabul: In Search of a Hidden Resistance in Afghanistan” isimli çalışması konuyla alakalı ayrıntılı bilgiye sahip olmamızı sağlıyor.

Afgan Kızları ve eğitim

ABD, Afganistan’ı işgal ettikten sonra en büyük propagandalarından birisi kız çocuklarının eğitim düzeyini artırmaya yönelik vaadiydi. Oysa işgalden sonra istatistiklerin dili, işgal öncesine göre okula giden Afgan kızlarının sayısının %50’den fazla düştüğünü gösteriyor. Yani ABD’nin işgali Afganistan’da kız çocuklarının eğitim imkânlarını Taliban rejiminden dahi kötü bir hale getirmişti.

 

Elbette bu durum yalnızca kızlar için vahim bir tablodan ibaret değil, çünkü işgalden sonra mevcut okulların %40’tan fazlası kullanılamaz bir hale gelmişti.

Hamid Karzai iktidarında uluslararası kamuoyu bir nebze de olsa Afganistan’ın yeniden inşasına yardım etmişse de istenilen netice bir türlü elde edilemedi.

UNICEF’in istatistiklerine göre; Afgan kızlarının %40’ı hiç okula gitmemişken gitmeyi başaranların önemli bir kısmı siyasi ve toplumsal baskılardan dolayı okulu bırakmak zorunda kalmış.

Latif karakteri 2.jpg

Latif karakteri

 

Afgan kızlarının yaşadıkları zorluk yalnızca eğitim haklarının kısıtlanması da değil. Taliban’ın önceki yıllarda uyguladığı yasakları yeni iktidarında da hayata geçireceği aşikâr görünüyor. Buna göre; kadınlar yanlarında bir erkek olmadan dışarıya çıkamayacak ve tıbbi ihtiyaç durumunda dahi bir erkekle doğrudan iletişim kuramayacak. Her ne kadar Taliban değiştik, dese de şimdiden kadınların birçok haklarından mahrum bırakılması eskiye dönüşün kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor.

Latif karakteri.jpg
Latif karakteri

 

Afganistan’da Taliban rejiminin baskıları ve iltica edilen ülkelerde ise faşizan eğilimler sebebiyle Afgan kızları tuhaf bir çıkış yolu bulmuş durumda: Beççe pûş.

Kültürel bir gelenek olarak lanse edilen bu uygulamaya göre; aileler kız çocuklarını erkek gibi giydiriyor.

Saçlarını kesen, başörtülerini çıkararak pantolon giyen bu Afgan kızları tıpkı bir erkeğin sahip olduğu haklara sahip oluyor. Elbette bu çoğunlukla saklı yapılsa da birçok kişi erkek kılığındaki kızın gerçek cinsiyetini biliyor. Yine de Afgan toplumu bunu kabulleniyor Beççe pûş geleneğince erkek gibi yaşamaya çalışan kıza yazılı olmayan bazı haklar tanınıyor.

 

2010 yılında National Public Radio’ya röportaj veren Jenny Nordberg, Beççe pûş öyküsünü şöyle anlatıyor;

“Afganistan’a ilk defa gittiğimde bir kadın parlamenterin evine davet edildim. İki kız çocukları ve bir oğlu olan parlamenterin küçük kızları az da olsa İngilizce konuşabiliyorlardı. Onlarla büyüyünce ne olacakları ve en sevdikleri rengin ne olduğu türünde bir konuşma yapıyorduk. Derken kızlardan birisi bana sessizce ‘biliyor musun ağabeyim aslında bir kız’ dedi.

Sonraları, özellikle yurt dışında yaşayan, her Afgan’ın ailesinde böyle bir hikâye olduğunu gördüm.”

Ataerkil bir toplum yapısının son derece derinden hissedildiği Afganistan’da erkek çocukları olmayan ailelerin büyük kız çocukları evlerini geçindirebilmek adına bu yönteme sıklıkla başvuruyor.

Loulou d’Aki'nin kadrajından.png
Loulou d’Aki'nin kadrajından

 

Ne yazık ki bu yalnızca ekonomik sebeplerden de kaynaklanmıyor. Erkek çocuğu olmayan kişiler toplum arasında hor görülmekten çekinmeleri sebebiyle bu yönteme başvurmaktalar.

Nordberg, CNN’de yaptığı bir açıklamasında ise şunları söyleyecekti;

“Bu gelenek yalnızca Taliban ile ortaya çıkmadı, kökü çok daha eskilere dayanan bir gelenek. Afgan kızları eşit haklara sahip olana kadar da devam edecek.”

Erkek kılığına girmiş Afgan kızları her ne kadar bu şekilde çalışabiliyor ve sokaklarda rahatça gezebiliyorsa da tüm özgürlüklerini elde ettikleri anlamına gelmiyor. Örneğin; resmi bir kurumda işlem yapmaları ya da bu şekilde özgürce eğitim hakkına ulaşmaları pek mümkün görünmüyor. Beççe pûş, onlara yalnızca ekonomik ve sosyal anlamda nispi bir özgürlük alanı sağlıyor.

2017 tarihinde Nordberg ‘in “The Underground Girls of Kabul” kitabını okuyan İsveçli gazeteci Loulou d’Aki, bu geleneğin gerçek olup olmadığını araştırmak üzere Afganistan’a bir yolculuk yaptı. Birbirinden ilginç fotoğraflar çeken Loulou d’Aki, bu geleneğe göre erkek gibi yaşayan kızlarla önemli görüşmeler gerçekleştirdi.

Loulou d’Aki'nin kadrajından 2.png
Loulou d’Aki'nin kadrajından

 

d’Aki’nin gözlemlerinden ve röportajlarından çıkardığı izlenime göre; erkek olmayı seçen kızlar, bu tercihi toplumun kadınlara dayattığı zorbalıkla açıklıyor. Yaşadıkları toplum kadını cahil, yük ve aşağı bir varlık olarak görüyor. Erkek olmayı seçtiklerinde hem toplum tarafından kabul görüyorlar hem de böylesi zor bir tercihte bulundukları için başta aileleri olmak üzere kendilerini tanıyanlar tarafından büyük saygı görüyorlar; çünkü böylesi zor bir karar vermek herkesin yapamayacağı bir tercih olarak görülüyor.

Baran filmine geri dönersek, aslında seçilen isim dahi Afgan kadının kaderini yansıtan bir tercihtir; çünkü Baran’ın anlamı yağmurun yağması, dolayısıyla havanın kapalı olmasını çağrıştırır. Baran’ın gönlünde de Latif için çırpınışlar vardır; ama o yeri yurdu olmayan bir Afgan kızıdır.

Loulou d’Aki'nin kadrajından 3.png
Loulou d’Aki'nin kadrajından

 

Baran, yine bir bilinmeze doğru göç edeceği sırada elindeki sepet devrilir ve içindekiler etrafa saçılır. Bu sırada Latif koşarak Baran’a yardım eder. İki âşık göz göze gelir ve Baran’ın yüzünde küçük bir tebessüm belirir.

Ne Latif, Baran’ın kaderini değiştirebilir ne de Baran buna isyan edebilir. Baran, yavaşça yüzünün örtüsünü indirir ve araya giren peçe ile sınırlar muhkem olur. Baran uzaklaştığında çamurda ayak izi kalır; ama yağan yağmur o izleri de siler.

Mecid Mecidi’nin olağan üstü zekâsının bir yansıması olan Baran filmi coğrafyamızın kanayan yarası Beççe pûş geleneğinin beyaz perdeye ustaca aktarılmasıdır. Bugün de sayısız Afgan kızı, hayatta kalabilmek ve evine ekmek götürmek için cinsiyetlerinden vazgeçerek bir erkek gibi yaşamaya çalışıyor. Bu yöntemi Afganistan’da Taliban düzenine karşı uygularken iltica ettikleri ülkelerde çoğunlukla mülteci düşmanı kişilerden kendilerini koruyabilmek adına yapmaktadırlar.

DAHA FAZLA HABER OKU