İran'dan Taliban'a Tanrı Devleti maskesi takan Devlet Tanrısı

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Prof. Dr. Bijan Abdülkerimi


Kutsal din devleti dünyaca ünlü İranlı Filozof Abdülkerimi'yi neden üniversiteden kovdu?

Taliban'ın yeniden iktidarı ele geçirdiği Afganistan'daki gelişmeler dünya kamuoyunda yeniden İslamcılık, İslam devleti, din-devlet ilişkisi ve İslam-demokrasi ilişkisini de gündeme taşıdı.

Hilafet II. Abdülhamid döneminde Sünni Müslüman dünyada etkinliği artırmak için siyasal bir kart olarak canlandırılmış, 1924'te ise kaldırılmıştı.

Hilafetin kaldırılmasının ardından yeniden İslam birliğini kurma hedefiyle Arap dünyasında 1928'de İhvan-ı Müslimin kuruldu.

Siyasal İslamcılığın 20'nci yüzyıldaki ana damarı olan İhvan'ın Arap ülkelerinde örgütlenmesinin yanı sıra Takiyuddin Nebhani liderliğindeki Hizbu't Tahrir, Mevdudi liderliğindeki Cemaat-i İslami Sünni dünyada etkin İslamcı akımlar oldular.

Şii dünyada ise İhvan'dan etkilenen usuli mollalar Ayetullah Humeyni liderliğinde Velayet-i Fakih teorisini ortaya attılar.

Velayet-i Fakihçiler/Humeyniciler Şiilerin Mehdisi gelinceye kadar siyasete bulaşmayan ahbari Şii mollaların aksine Mehdi gelip idareyi ele alana kadar onun adına vekaleten mollaların kutsal bir din devletinin kurulmasını savunuyordu.

Şii bir din adamının (ki birincisi İmam sıfatıyla Humeyni ikincisi de Rehber sıfatıyla Hamaney oldu) iktidarında bu kişiyi halk seçmiyor.

"Rehber" bu açıdan Hz. Muhammed ve Dört Halife'nin iktidar anlayışından farklı bir dini iktidar kuruyor. Ana akım (Sünni, Zeydi Şii, İbadi, Mutezili) İslami devlet teorisi "Ehlu'l Hal ve'l Akd" üzerine kurulur.

Yani peygamber dahi olsa Hz. Muhammed de toplumsal bir sözleşme ile dünyevi iktidarını meşrulaştırır.

"Biat" bu bağlamda hem Resulullah hem de Dört Halife dönemlerinde halkın yöneticiyi seçmesi yöneticinin de halka söz vermesi, karşılıklı haklar ve sorumluluklar anlaşmasıdır.

Müslümanların kendi aralarındaki bu yönetici seçiminin yanı sıra İslami olmayan kesimlerle de daha geniş bir yelpazede Medine Sözleşmesi belgesinde gördüğümüz üzere ortak-federal yönetim tecrübesi de sabittir.

Ancak Sünni dünyada saltanat rejimlerinin askeri darbelerle yönetimi ele geçirmeleri sebebiyle bu karşılıklı sözleşme algısı fiilen rafa kaldırılmış, halife sultan'a dönüşmüş, halk iradesi önemsizleşirken şura sadece bir grup teknokratın tek adama danışmanlığına indirgenmiştir.

Bu açıdan Dört Halife sonrası Sünni yönetimler "Raşid" (Rüşd: olgun, doğru) olarak tanımlanmamıştır.
 

Ancak 12 İmamcı Şii tarih-inanç okumasında ise böyle bir sözleşme imkansızdır ve dünyevi yönetim diye bir şey olamaz.

Devlet de kutsal olarak Allah tarafından belirlenmiştir/yöneticiler Tanrısal olarak atanmıştır. Bu sebeple Şiilikte halk yöneticisini seçemez yönetime 12 İmam Allah tarafından atanmışlardır.

12. İmam olan ve kaybolan Mehdi ise geri dönecek ve son ideal adalet çağını başlatacaktır. Şiiliğin bu açıdan apokaliptik bir altın çağ mitolojisi olduğunu ifade edebiliriz.

 
1979'da yaşanan halk devriminin önemli bir bileşeni olan Velayet-i Fakihçi/Humeynici molla sınıfı bir "İslam Cumhuriyeti" tesis etti.

"İran İslam Cumhuriyeti" modeline İslamcılığın 20'nci yüzyılda elde etmiş olduğu en büyük başarı diyebiliriz.

İran'daki şeriat yani İslam hukukuna dayalı yönetim modeli iç siyasette sekülerist siyaset yapılmasına imkan tanımıyor.

Rejim, Türk, Kürt, Beluç ya da Fars temelli etnik siyasi akımları da dışlıyor. Sınıf temelli Marksist, Liberal vs. siyaset yapmak da illegal olarak görülüyor ve yasak.

Sünni toplum da kendi dini anlayışlarını ifade edebilecekleri İslam yorumunu siyasal bir söylem olarak örgütleyemiyorlar.

Bahai, Zerdüşti, Hristiyan ve Yahudi azınlıklar da kendi siyasetlerini yapamıyorlar.


Dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti rejimi siyaset alanını sadece Şii İslamcı kulvarda (reformist-muhafazakar kalıplarında) yapılmasına izin veren dar bir alanı "İslam Cumhuriyeti" olarak kurguluyordu.

Devrim sürecinin önemli bir başka çizgisi olan Ayetullah Talegani, Mehdi Bazergan, Ali Şeriati gibi isimlerin temsil ettiği özgürlükçü, sosyal adaletçi İslamcılar ise aşamalı olarak 1979 sonrası aşamalı olarak tasfiye edildiler ve karar alma mekanizmalarından uzaklaştırıldılar. 

Rejimde "özgürlükçü İslamcı" çizginin reformist cephenin öncülüğünü yani sistem içi muhalefet yapıyordu. Özellikle 2009 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri bir kırılma noktasıydı.

2009'da Mir Huseyn Musevi-Ahmedinejad rekabetinde "Devrim Rehberi" Hamaney'in müdahale etmesi ve denge unsuru olarak tahammül edilen Reformistlerin de sistem dışına itilmesi sonrası İran rejimi otoriterlikten totaliterliğe geçiş yaptı.

2021'de şahin Muhafazakarların temsilcisi olan İbrahim Reisi'nin Cumhurbaşkanı olarak "seçtirilmesi" sonrası ülkedeki baskılar daha da artıyor.


Felsefe Profesörü Abdülkerimi neden kovuldu?
 


Neden bu kadar uzun bir arka plan verdim? İran'da yaşayan en önemli filozoflardan sayılan Prof. Dr. Bijan Abdülkerimi ülkede her geçen gün daraltılan bu siyaset alanını eleştirmesi sebebiyle öğrencilerinden kopartıldı, yıllardır ders verdiği Azad Üniversitesi'nden atıldı.

Prof. Dr. Abdülkerimi'nin en önemli kitapları arasında "Çağdaşın İzinde", "İranlı Don Kişotlar" ve "İran'da Heidegger" sayılabilir.

Ayrıca Just Van Loon tarafından yazılan Media Technology from a Critical Perspective ve Walter Bimmel tarafından Martin Heidegger'in fikirleri üzerine aydınlatıcı bir çalışma gibi sayısız çeviri yayımladı.


Bijan Abdülkerimi ayrıca İran'da Ali Şeriati çizgisini savunan en önemli isim. Şeriati'nin devrim sürecinde din adamları sınıfına yönelttiği eleştirileri Abdülkerimi devrim sonrası teo-oligarşiye dönüşmesi sebebiyle yenilenerek gündemde tutulmasını savunuyor.

Halkın iradesine değer vermeyen, sadece kendi oligarşilerini meşrulaştırmak için araçsallaştıran ve son kertede din adamları sınıfının "toplumsal sözleşme"ye değil tanrısal atamaya dayandığını bu sebeple de hem İslam'a hem Cumhuriyet'e tezat teşkil ettiğini vurguluyor.

Abdülkerimi, Ali Şeriati ve Ahmed Fardid gibi düşünürlerin entelektüel geleneğinin yeniden okunmasına vurgu yapmakta ve Abdul Kerim Suruş, Mustafa Malikiyan ve Muhammed Müctehid Şebüsteri gibi entelektüellerin kutsal metinlere tarihselci yaklaşımını eleştirmekte.

Üniversitelerin sadece İslamcı akademisyenlere yer vermesi ve tüm müfredatın resmi ideolojiye göre şekillendirilmesine karşı çıkıyor. 

Bijan Abdulkerimi'nin geçtiğimiz yıllardaki sert eleştirileri her zaman sosyal ağlarda ses ve video dosyaları şeklinde olmuş ve zaman zaman çok ses getirmişti. Dr. Abdülkerimi aynı zamanda Farhang Naqd Yayınları'nın direktörü.

Bazı eserleri şu şekildedir:

  • "Din adamlarının ve çağdaş dünyanın geleceği", Tahran: Culture Critique, 1397
  • Çağdaş dünyada dinin olasılığı hakkında soru, Tahran: Culture Critique, 1397
  • Peygamber ailesinde bir müşrik , Tahran: Farhang Naqd Publications, 2017
  • Teolojinin Sonu (iki cilt), Tahran: Farhang Naqd Publications, 2016
  • Şeriati ve gelecek düşüncemiz, Tahran: Culture Critique, 2014
  • İran'da Heidegger, Tahran: İran Bilgeliği ve Felsefesi Araştırma Enstitüsü , 2013
  • Heidegger ve Aşkınlık: Heidegger'in Kant Yorumu Üzerine Bir Yorum, Tahran: Phoenix Publications, 2013 (First Edition, 2002)
  • Biz ve Nietzsche'nin Dünyası, Tahran: Alam Yayınları , 2008
  • Biz ve Postmodernizm: İran'da Postmodernizm Söyleminin Eleştirisi, Tahran: Jihad Üniversitesi , 2005
  • Hegel veya Marx: İranlı Entelektüellerin Bir Eleştirisi, Tahran: Farhang Naqd Publications, 2005
  • Monism or Pluralism: An Ontological Analysis of a Social Theory (Analysis and Critique of Dariush Shaygan's View on the New Enchantment), Tahran: Uluslararası Medeniyetler Diyaloğu Merkezi, 2004
  • Kurtuluş veya tahakküm: İran eğitim sisteminin bir eleştirisi, Tahran: Farhang Naqd Publications, 2002
  • Şeriati ve Politizasyon, Tahran: Rasa Kültür Hizmetleri Enstitüsü, 1998
  • Düşünce ve Politika: Platon'da Metafizik ve Siyaset Felsefesi Arasındaki İlişki, Tahran: Bilimsel ve Kültürel Yayınlar, 1997
  • Şeriat Politikasının Felsefi Temellerine Yeni Bir Bakış: Kurucu Demokrasinin Paradokslarına Bir Yansıma, Tahran: Ishraqiya Publishing, 13


İslami Azad Üniversitesi rektörlüğü, 20 yılı aşkın süredir okulda hocalık yapan Bijan Abdülkerimi'nin 1979 Devrimiyle yıkılan Pehlevi Monarşisini savunmakla suçladı.

Rektörlük 2014'te yayınladığı "Üniversitede görev yapması uygun değildir" kararı askıya alınmıştı. Ancak bu hafta raftan indirilen bu ihraç kararı yeniden gündeme geldi ve Abdülkerimi'nin görevine son verildi.

Rejime bağlı MEHR Haber Ajansı ise olayı Pehlevi Rejimini savunan profesör ihraç edildi şeklinde servis etti.

Düşünsel çizgisi Pehlevi rejimine karşı mücadele vermiş bir düşünürün bu kadar basit bir suçlamayla cezalandırılmasının arka planında ise daha derin bir hesaplaşma yatıyor.


Abdülkerimi, devlet televizyonunda katıldığı bir programda siyaset felsefesi açısında "Din devleti"nin sorgulanamazlığını tartışıyor.

Kendisini kutsallaştıran bir iktidarın doğal olarak kendisine yönelen her türlü eleştiriyi kutsala, dine yönelik eleştiri hatta saldırı şeklinde algılayıp yansıtacaktır.

Muhalefet ya da farklı dünyevi ya da dini yorumlar, siyasal söylemler de fitne, ifsad, şeytani gibi dinsel suçlamalarla gayri meşrulaştırılacaktır.

Bunun İslam'ın özgürlük anlayışına da ters olduğunu belirten Abdülkerimi kutsal din devletlerinin Şii, Sünni, Yahudi ya da Hristiyan olmasının fark etmediğini de vurguluyor.

"Kutsal devlet" özgürlüğü tehlike olarak görür. İşte bu noktada Pehlevi Şah rejimi dönemi ile İslam Cumhuriyeti dönemini mukayese eden Bijan Abdülkerimi, Monarşi döneminde dünyevi baskıların, despotizmin olduğunu, ancak o dönemde Ali Şeriati'den Mutahhari'ye, Bazergan'dan Talegani'ye, Marksist düşünürlerden geleneksel ulemaya farklı düşüncelerin konuşabildiğini ancak İslam Cumhuriyeti özgürlükler alanında Pehlevi monarşisinden daha daraltılmış bir zemin oluşturduğunu belirtiyor.

Rejim burada özetlediğimiz bu uzun tahlili "Pehlevi monarşisini savunmak" şeklinde çarpıtarak yeni Cumhurbaşkanı Reisi'nin muhafazakar iktidar ikliminde bir susturma aracına dönüştürdü.


Karara tepkiler

Araştırmacı yazar Abbas Abdi, "İran toplumunun ihtiyaç duyduğu aydın örneklerinden biridir. Herkes onunla aynı fikirde olmayabilir veya onunla aynı fikirde olmayabilir, ancak onun davranışlarına saygı duymaması olası değildir" dedi.

Asre İran gazetesinden Mehrdad Khedir de düşünürlerin sosyal şartlarının iyileştirilmesi gerekirken tam tersi muamele görmelerinin ülkeye zarar verdiğini belirtti.
 

 
Tahran Üniversitesi'nden antropolog Prof. Dr. Nasır Fekuhi de Bijan Abdülkerimi'nin Pehlevi monarşisini savunduğu suçlamasının gülünç olduğu kadar düşünürün üniversiteden kovulma kararının da olabilecek en kötü zamanda en kötü karar olduğunu belirtti.

Fekouhi, sisteme en büyük darbeyi Abdülkerimi gibi isimler değil beceriksiz yöneticilerin aldıkları bu gibi kötü kararlar olduğunu ifade etti.

 
Öte yandan Bijan Abdülkerimi'nin görevine son verilmesini eleştiren bir tv programcısı da işinden oldu. Hamid Aron Horasan Razavi Radyo ve Televizyonu'nun haber spikeriydi. Karara tepki gösterince o da kovuldu.

Abdülkerimi vakası, din devleti ile din ile barışık devlet arasındaki farkı gösteriyor. Orta Çağ'da Vatikan'ın egemenliğinde bugün ise Taliban'ın ve İran rejiminin devletin kutsalın temsilcisi ve dini dayatma organı olarak bir Tanrıya dönüştürülmesi üzerinde tartışılması gereken bir husus.

      

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU