Laiksizlik özlemi

Nuray Mert Independent Türkçe için yazdı

Yeni Yargıtay binası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere çeşitli isimlerin konuşmaları ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın duasıyla açıldı / Fotoğraf: Twitter

AK Partisi, 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' adı altında bir nevi tek parti devleti inşa ederken 'Müslüman demokrat'lıktan ziyade bir nevi İslamcılık siyaseti uygular oldu.

En son yeni Yargıtay binasının açılış töreni örneği bu çerçevede dikkat çekti.

İslamcılık tanımı yapmak zor, burası bu tanımı yapmanın yeri değil, o nedenle 'bir nevi İslamcılık' diyorum.

AK Partisi'nin İslamcı geçmişine mi döndüğü, yoksa yeni bir İslamcı siyaset tanımı mı ürettiği konusu da tartışmaya değer.

Biz şimdilik özetle, siyasal alanda İslam sembol ve referanslarının giderek daha fazla öne çıkarılmasından söz ediyoruz.

Türkiye'de laiklik kaygısı adına özgürlüklerin ve demokrasinin rafa kaldırılmasına ön veren yaklaşım ve siyasetleri her zaman eleştirdim, bunları dar görüşlü ve katı laiklik anlayışının sonuçları olarak gördüm.

Bu görüşlerim değişmedi Türkiye'nin geçmişte de bugün de demokratik bir laiklik anlayışına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum, mevcut laiklik tartışmalarına da bu çerçevede bakıyorum.  


Mevcut rejimin, adını koymasa da 'laiksizlik özlemi' içinde olduğu giderek daha fazla açıklığa kavuşuyor.

Bu koşullar altında konuyu açıklıkla yeniden tartışmak gerekiyor. İslamcı çevreler geçmişte, ifade özgürlüğü/hürriyeti konusundaki kısıtlardan dolayı bu konularda karınlarından konuşma yolunu tutarlardı.

Şimdi de düşünce özgürlüğü kısıtlı ama bu kez İslamcı düşünceleri kısıtlayan bir rejim söz konusu değil. Ancak hala karınlarından konuşma veya fiili durum yaratmayı tercih ediyorlar.

İslami bir devlet ve toplum tasavvuruna sahip olanların laiklik kavramından rahatsız olmaları doğal diyelim, ancak laiklik devreden çıkarılırsa nasıl bir siyasal sistem ve toplum tasarlandığı soru işareti olmaya devam ediyor.

Laiklik kaygısı duyan çevreler, nedense bu sorunun peşinden gitmiyorlar, İslamcıların net bir hedefi olduğunu varsayıyorlar.

Bu kesime bir iyi, bir de kötü haberim var; önce birinciden başlayayım bence İslamcıların ne geçmişte, ne de şimdi net bir hedefleri veya tasavvurları yok.

Hadi gelin İslam devleti kuralım deseniz ne yapacaklarını bilemezler.

Öncelikle 'İslam devleti' diye bir model yok, geçmişte ve modern dönemde İslam devleti modelleri var.

Modern öncesi dönem modellerini ihya edeceğiz deseniz, hilafet nasıl ihya edilecek, hadi o ihya edildi saltanat kısmı ne olacak?

Günümüzde teokratik Suudi Arabistan modeli var, İran İslam Cumhuriyeti var, Pakistan başta olmak üzere Müslüman nüfuslu pek çok ülkenin resmi dini İslam diye tescillenmiş, tam anlamı ile laiklik ilkesini benimseyen tek ülke Türkiye.

Kısacası net bir model, net bir tasavvur yok, olması da imkansız. Dolayısı ile öteden beri sanıldığı veya korkulduğu gibi Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Taliban rejimi falan olmayacak.


Şimdi kötü habere gelelim, İslamcıların kafasında net bir İslam devleti olmaması, mevcut örneklerin Türkiye'de tatbik edilemeyecek olması, İslamcı iktidarın 'laiksizlik özlemi'nin kaygılanacak hiçbir sonucu olamaz anlamına gelmiyor.

Nasıl 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi' adı altında Türkiye'ye özgü bir Başkanlık sistemi icat ve inşa edildiyse, Türkiye'ye özgü bir İslam devleti icat ve inşasına doğru gidiyoruz.

Halihazırda Türkiye'ye özgü Başkanlık sistemi çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sembolik ve icra alanını dönüştürülüyor.

İmam hatip okulları dayatması istenildiği kadar başarılı olmadı, onun yerine orta öğretimde dini eğitimin alanını genişleten melez bir yol bulunabilir.

Anayasa'da laiklik ilkesi kaldırılmadan, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini İslam'dır' ibaresinin yer almasının gönüllerde yatan bir aslan olduğu belli.

Medeni kanun topyekûn değişmeden dini referanslar ile pekiştirilebilir, vs. 


Yine bir iyi, bir kötü haber (veya yorum); bence laiklik ve bu çerçevede tanımlanmış özgürlükler, toplumsal planda sanıldığından daha fazla kök salmış, sahipleniliyor durumda.

Kemalizm'in veya Atatürkçülüğün yeniden popülerleşmesi, aslında laiklik ekseninde yaşanan gerilimin bir sonucu.

Kötü haber ise, laikliği savunmaya girişen çevrelerin 'iktidar ile mücadele' adına, siyasetin İslamileştirilmesini benimsemiş olması.

Düne kadar başörtüsü özgürlüğüne karşı çıkanlar ve hatta bu uğurda demokrasiden vazgeçmeye razı olanlar kendi siyasetçilerinin din vurgulu siyaset yapmasından hiç mi hiç rahatsız olmuyorlar.

Bu konuda ileri sürdükleri tez; iktidarın elinden din kartını almak! Bu saçma stratejinin dinin (İslam'ın) siyasileşmesi sürecine katkı sunmak olduğunun farkında bile değiller.

Geçmişte, laiklik savunusu diye temel hak ve özgürlüklerden, demokratik normlardan vazgeçmenin sonucu işte böyle bir savrulma oldu, dahası geçmişteki tutumlarından dolayı inandırıcı olmaları da zor. 


Türkiye'nin geçmişte de, bugün de ihtiyacı olan şey demokrasi ve özgürlüklere saygılı bir laiklik anlayışı idi.

Kim ne derse desin Müslüman nüfuslu bir ülkede başörtüsü ile üniversite eğitimine bile devam edememek, namaz kılanın fişlenmesi gibi tasarruflar otoriter bir laikçilik anlayışının ifadesi idi.

Ben 28 Şubat dönemini yakından yaşamış biriyim, başörtüsü özgürlüğünü savunduğum için yıllarca üniversitelerde iş bulamadım.

Daha sonraki süreçte bir televizyon programında, bırakın başörtüsü ile üniversiteye devamı, tüm kamu kurumlarında başörtüsünün serbest olmasını savunduğum için söylediklerim, aynı programda yer alan bir iktidar partisi mensubuna mal edilerek, AK Partisi kapatma davasına girdi, bu arkadaşımız ifadesinde bu görüşlerin kendisine değil bana ait olduğunu belirtmek durumunda kaldı.

Sonuçta, sırtını askeri vesayet, ekonomik ve kültürel hegemonyaya dayamış laikçilik iflas etti, yerini sırtını dayayacak yer bulamayan ilkesiz bir laikçilik aldı.

İslamcı geçmişten gelmiş, başlangıçta kendini 'muhafazakar demokrat' diye tanımlayan iktidar partisinin demokrasi ufkunun ne olduğu ortaya çıktı, buna 'laiksizlik özlemi' de eklenince istikamet dinin giderek daha fazla siyasallaşması oldu.

Bu iktidarın illa gizli bir ajandası olması gerekmiyor, yönetmekte zorlandıkça din vurgusunu daha da artırmaktan başka çareleri olmayacak.

Bu süreçte muhalefet oyunu aynı kurallar ile oynamaya devam ederse, onlar da bu sürecin içinde debelenip duracaklar diye düşünüyorum.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU