Dr. Binnur Çelebi: Ne anaerkil ne de ataerkil yapıda büyük haklara sahip kadınların olduğu bir toplum yok gibi

Umut Ataseven Independent Türkçe için yazdı

- Sayın Hocam, ülkemizdeki mevcut çalışmalar göz önüne alındığında eskiçağ tarihi ve ilgili dallardaki çalışmaların saygınlık görme açısından bir yerinin oluşmadığını göz önüne alırsak öncelikle ilginizin nasıl ne zaman bu alana doğru yönelmeye başladığını sormak isterim.

İlköğretim ve lise döneminde tarihe çok ilgi duyardım. En iyi derslerimden biri tarihti. Üniversite sınavında da yine istediğim bölümlerden biriydi.   


- Eskiçağlardan beri süre gelen kadının toplumundaki yeri her daim çeşitli tartışmalara neden olmuş ve ara dönemlerde kadınların kimi zaman el üstünde tutulduğunu kimi zaman ise ayaklar altına alındığını görmekteyiz, sizin bu konuya bakış açınız nedir?

Geçmişte Paleolitik ve Neolitik dönemde kadınların günümüze göre ikincil bir yapıda olduğunu düşünmüyorum. Daha komin bir yaşam ön planda. Ortak üretim ve ortak paylaşım söz konusuydu. 

Bu dönem toplumunda kurucu unsur dindi. Bu dönemde aynı zamanda toplumun var olması, büyümesi için de kadınlara ihtiyaç vardı.

Ölüme ve dolayısıyla da yeniden doğuşa kadın aracılığıyla geçileceğine inanılmıştı. Henüz doğumdaki rolünü bilmeyen erkek için doğum çok gizemli bir şeydi.

Muhtemelen üreme ve çoğalma, tanrısal bir yaratı olarak değerlendirilmişti. Dolayısıyla doğum ilahi ve büyüsel bir olguydu.

Bu düşünce de kadının yüceltilmesinde karşılığını buluyordu. Bu nedenle erkeği doğuran kadına kutsallık affedilmişti. 


Öte yandan bu dönemde kadın alınıp satılan bir mal olmadığı gibi aile mefhumu da yoktu. Belki de ataerkil toplum anlayışının tersine Iroguois yerlileri gibi bu dönemde bebeğin kız olarak doğması erkek olmasından daha fazla sevinçle karşılanıyor olabilirdi.

Çünkü ölümün karşısındaki itici güç doğumdur. Dolaysıyla çoğalmayı sağlayan tek araç yalnızca kadındı. 

Ancak yazılı tarihi dikkate alacak olursak, kadınların bir bütün olarak el üstünde tutunduğu bir dönemin hiç olmadığı kanısındayım.
 

-.jpg
Dr. Binnur Çelebi

 

"Kadınların belki de en aşağılandığı dönem sözde uygarlığın beşiği sayılan Yunan çağıdır"

Yazının icadıyla kadınlar din, hukuk ve siyasetten dışlanarak dört duvar arasına kapatılarak, sadece çocuk doğurmaya mahkûm edilmiş, yok sayılıp unutturulmuşlar.

Yazılı tarihe baktığımızda, bütün dönemlerde kralların, padişahların ya da aristokrat sınıfa ait insanların eşleri ya da kızları el üstünde tutulmuştur.

Böyle olsa dahi bu kadınların siyasette, ekonomide yani ülke yönetiminde tek başlarına söz sahibi olamamışlardır. 


Tarih boyunca bu güce sahip üç beş kadın sayabiliriz. Onların da yine üst düzey ailelerden geldiğine şahit oluyoruz. Örneğin Hitit kraliçesi Puduhepa ya da Mısır'ı bir dönem yöneten Haçetsup.

Hitit kralı Hattuşili, Puduhepa ile Kumanni'li yüksek bir rahip ailesine mensup olması aynı zamanda Lavazantiya şehri İştar'ının rahibesi olması nedeniyle evlenmiştir.

Yani Puduhepa'nın babasının dini ve siyasi gücünden faydalanmak istemiştir. Kocası ölünce genç yaşında dul kalan Heçepsut da bir kadın olarak direk yönetimi devralamaz.

Çok küçük yaşta kral olan 3. Tutmosis'in naibi olur. Muhtemelen Haçepsut din adamları sayesinde bir entrika ile başa geçer. 

Kadın olarak yadırganmamak için takma sakal ve erkek giysileri ile halkını karşılar ve halkın arasına bu şekilde karışır. Bir kadın olarak değil erkek rolünde 22 yıl hüküm sürer. 


Bunu günümüzde Tansu Çiller ile bağdaştırıyorum. Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olarak başa geçen Çiller, eteği çıkarıp, pantolon giymeye başladı.

Eline erkeklerin kullandığı tespihi aldı. Sonrasında sözünü icra etmek için daha sert olması gerektiği söylenerek, erkek gibi masaya yumruk vurması öğretildi.


Kadınların belki de en aşağılandığı dönem sözde uygarlığın beşiği sayılan Yunan çağıdır. Bu dönemde yetişen Aristotales, Sokrates ve Platon gibi ünlü filozofların öğretileri yüzlerce yıl sonrasında hala geçerliliğini korumaktadır.

Bu dönemde erkek eşcinselliği had safhaya ulaşmış, kadınlar yalnızca çocuk doğuran kölelere dönüştürülmüştür. 


Ayrıca, postmodern olarak nitelendirilen bu çağda Afganistan'da Taliban'ın kadınları sosyal yaşamın dışına iterek, onlara eziyet etmesi Orta Çağı aratmaktadır.

Taliban erkekleri araba, telefon, televizyon, bilgisayar gibi çağın bütün modern araçlarından yararlanırken, cinsel bir obje olarak gördüğü kadınları burkalara sokup modern hayatın dışına itmiş, kafese sokmuştur. 

Muhtemelen Paleolitik dönemde kadın zina yaptı diye saçından tutulup yerlerde tekme tokat dövülmüyor, taşlanarak öldürülmüyordu.

Oysa günümüzde erkekler oğlancılık dahil her türlü zevki tadarken kadınları öldürmeyi kendilerinde hak görebilmektedir.


"Eski ile yeni hep iç içedir. Birbirinden tamamıyla koparamayız"

- Peki, sizin için öncelikle eskiçağ tarihi ne anlam ifade ediyor? Aslında tam anlamıyla bir tanım yapmak zor olsa da bu alanların önemini merak etsem, cevabınız ne olurdu? Bir başka deyişle eskiçağ ile modernite arasındaki ilişkiden bahsedebilir misiniz?

Bir laf vardır. "Geçmiş geleceğe ışık tutar" diye. Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez. Bu nedenle eskiçağ tarihi bizim hem kişi olarak hem insan olarak hem de millet olarak geleceğimize yön verecek bir alandır.

Geçmişten ders alarak eksiklerimizi, hatalarımız, iyi ya da kötü yönlerimizi bilerek hareket etmeliyiz. Modern olan ne varsa hepsinin bir öncesi vardır.

Bir şey, başka bir şeyin oluşumuna yol açar ve bağlantılı olarak devam eder. Örneğin modern tıbbın tarihine göz atacak olursak karşımıza şifacı kadınlar çıkar.

Ya da pagan dinlerine baktığımızda bugünkü dinler ile pek çok ortak benzerlik buluruz. Eski ile yeni hep iç içedir. Birbirinden tamamıyla koparamayız. Biri, bir diğerinden doğmuş ve gelişmiştir.


"Ne anaerkil ne de ataerkil yapıda büyük haklara sahip kadınların olduğu bir toplum yok gibi"

- Çalışmalarınızda, özellikle "Eskiçağ'da Kadın" başlıklı eserinizin Eskiçağlarda kadın hakları vs. ilişkin konular üzerine eğiliyor olması bu konudaki yapılan çalışmaların yetersiz kalmasından dolayı mı ileri gelmektedir? 

Öncelikle arkeoloji alanında ülkemizde bu husus teğet geçilmişti. Genel olarak arkeoloji bölümünde okuduğum yıllarda, bize, eskiçağ insanının elinden çıkmış sanat eserleri öğretildi.

Hangi dönemde hangi krallar hüküm sürmüş, hangi höyüğün tabakalarında hangi eserler bulunmuş, bunların tipolojik benzerlikleri falan filan. 

O dönem yaşanmışlıklarına sosyolojik açıdan bakış açısı yeterince getirilememişti. Yıllar sonra Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ Hocamızı tanıdım.

Eskiçağ tarihine farklı bir bakış açısı getiren Muazzez Hocam benim ilham aldığım kişidir. Hititolog Muhibbe Darga gibi yine çok takdir ettiğim hocalarımız var.

Ancak biri Hitit kadınının diğeri Türk kadınının büyük haklara sahip olduğunu ileri sürer. Oysa bana göre, aristokrat sınıflara ait kadınlar dışında ne anaerkil ne de ataerkil yapıda büyük haklara sahip kadınların olduğu bir toplum yok gibi. 

Bir tarafta tanrıça tapımı varken, öte tarafta ötekileştiren ve dışlanan kadınlar yaşam sürmüştür. Dini açıdan rahibeler sınıfında kadınların ayrıcalığı var gibi görünse de onları bu mertebelere seçen yine erkeklerdir. 

Ha bir de Amazon efsanesi var. Adı üstünde efsane. Doğruluğu tartışmalıdır. Savaşçı olan bu kadınlarda ise hakim bir erkek düşmanlığı söz konusu. 

Asıl mesele halen ikincil konumda alan günümüz kadınlarının geçmişle ilişkisini ortaya koyabilmekti. Çünkü insan kültürel bir varlıktır. Bu kültürün oluşması ise geçmişle olan bağlantısının bugüne yansımasıdır.

Bu düşünceden hareket ederek unutturulan, susturulan ve yok sayılan kadınların sesi olarak, arkeoloji ve tarihe farklı bir kadın bakışı getirmeyi amaçladım.
 

 

- Büyük bir cesaret örneği göstererek bu eseri bilim dünyasına kazandırdığınız için teşekkür ederim; tarihin her dönemini yaşamış olan Anadolu coğrafyası ve bu coğrafya üzerinde ikamet etmiş olan birçok medeniyet üzerine söylenecek çok sözümüz var ancak sizin müstakil olarak kadını ele almanıza neden olan ilginizin kaynağını öğrenebilir miyim? 

Ankara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezinde eğitim aldığım 2000'li yıllarda Deniz Akça ve Nezihe Ee adlı arkadaşlarım sayesinde "Kadın Çalışmaları" diye bir bölümün varlığından haberdar oldum.

Bu dostlarım sayesinde ufkum açıldı ve dünya görüşüm bambaşka şekillendi.

Öncelikle şunu söylemeyelim. Yıllar sonra en olgun çağımda 35'inden sonra Kadın Çalışmaları alanında yüksek lisan yapmaya karar verdiğimde bu alanda bildiğim fazla bir şey yoktu.

Bu dönem kızların idolü olan Duygu Asena ya da Erdal Atabek'in kitaplarını okumuştum. Bunları okumakla bu alanda gerçek anlamda bir bilinç oluşmuyor. Mutfağına girmek ve orada pişmek gerekiyor.

Ben de henüz tam pişmiş değilim. Çünkü ataerkil bir yapı içerisinde doğup büyüdüm ve bu kültürle yoğruldum. 

Kültür bir elbise değil ki hemen çıkarıp, bir başkasını giyesiniz. Teoride öğrendiğinize pratikte hayata geçirebilmek kolay değil. Öğrenilmiş çaresizlik söz konusu. Farkındasınız ancak uygulamada yoksunuz. 
 

 

- Ülkemizde son yıllarda kadın cinayetleri bir hayli artmış, olumsuz yönde birtakım gelişmeler yaşanmaktadır. Genel manada geçmiş ve günümüz kadını sizin için neyi ifade etmektedir? Sizce yapılan çalışmalar modern çağa bir tepki olarak mı karşımıza çıkmaktadır? 

Doğup, büyüdüğüm ataerkil yapı içinde kadınlar hep ikincil plandaydı. Ancak erkek çocuk doğuran ve de kayınvalide olabilen kadının kısmen değeri artıyordu.

Hayatım boyunca kadınların dayak yediğine çok şahit oldum. Bu onlar için olağan bir şeydi. Baba da koca da kardeş de bu hakka sahipti. Karşı konulmadan teslimiyet vardı.

Ancak kadınlar daha çok namus meselesinde öldürülüyordu. Ya da böyle bir durumda kendi kendilerini asmaları isteniyordu.

Günümüzdeki cinayetlerin bir kısmı namus cinayetlerinin ötesine taşındı. Analar, eşler, kızkardeşler dışında sevgililer de cinayete kurban gidiyor. 

Bugünkü gibi bedenlerinin parçalandığına, jiletle vücutlarının kazındığına, üzerlerine beton dökülüp gömüldüğüne ya da yakıldığına daha önce hiç şahit olmadım. 

Günümüz modern toplumunda daha vahşi daha barbar şekilde cinayetler işleniyor. İnsanın kanını donduracak türden.

Toplumda cahil, okumamış ya da belli bir kültür düzeyine ulaşamamış, sağ görüşe sahip muhafazakâr insanların şiddet uyguladığına yönelik algı vardı. 

Münevver Karabulut ve benzeri cinayetler bu algıyı tamamen yıkmış durumda. Okumuş, kültürlü, sosyal demokrat, toplumda üst sınıfa ait ailelerin çocuklarının da böyle cinayetler işleyebileceği görüldü.

En acı olanın ise Münevver Karabulut öldürdükten sonra parçalara ayıran Cem Garipoğlu'nun ailesinin de oğullarını korumaya ve vahşetin üstünü örtmeye çalışmış olmaları… 


Öte yandan son zamanlarda dayak yiyen, işkence gören kadınların da bir tepki olarak kocalarını öldürdüklerine şahit oluyoruz.

Erkeklerin kadınlara yönelik cinayetlerine tepki gösterirken, şiddet gören kadınların işlemiş olduğu cinayetlerine de haklı bir gerekçe buluyor ve hepimiz "Oh iyi oldu, hak etmiş" deyip bu sefer tam tersi bir savunma geliştiriyoruz.

Bu davranışlar kadınların eskiye göre daha bilinçlendiklerinin, daha güçlendiklerinin göstergesi. Erkeğin dayak atmasının erkeğe hak bir davranış olmadığının, kanuni haklarının olduğunun bilincinde olarak hareket ediyorlar.

Ancak şiddete karşı şiddet… 

Yani kadınlar haklarını yeni yeni öğreniyorlar. Tam içselleştirilmiş değiller. Yine çaresizler. Yaşadıkları şiddete çözüm için tam olarak nasıl hareket etmeleri gerektiğini bilmiyorlar.  


- Eskiçağda kadın konusu son derece ilgi çeken bir konu olmakla birlikte meydana getirmiş olduğunuz çalışmaların büyük bir kısmı kadın hakları, kadının toplumdaki yeri ve siyasal anlamdaki durumu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kadını bu yönüyle ele aldığımızda onlar adına neler söyleyebilirsiniz? 

Bana göre kadınlar hemen hemen her toplumda erkeklerin kullandığı araçlardır. Savaşta kadına ihtiyaç varsa onları yüreklendirirler. Savaş bitince onların da işi biter.

Siyasette yine aynı şekilde. Seçim zamanında onlara çok iş düşer. Ancak seçim biter bitmez onlar da evlerine dönerler.

Başörtü sorununda bile kadınlar erkeklerin iktidar mücadelesinde araç olarak kullanıldılar. Arada birkaç tanesi göstermelik milletvekili, bakan vs. olur.

Liderlerin çoğu erkektir. İl başkanları, ilçe başkanları hep erkektir. Dolayısıyla bürokrasi de bu şekilde oluşur. 

Kadın liderler de erkeksi davranış sergilerler. Üstelik bunların altını eşeleseniz çoğunun belli başlı ailelere mensup olduğunu görürüz. Sıradan kadınlara pek yer yoktur. Eskiden neyse şimdi de o. 

Kadınlar, erkeklerin kullanmasına izin vermeden kendi hür iradelerini kullanarak kendilerini kanıtlamak zorundalar.

Öncelikle eğitim şart. Sonrasında iş sahibi olarak ekonomik özgürlüğe kavuşmalılar. Para her zaman güçtür. Parası olmayanın gücü de olmaz. Kadın mutlaka çalışma hayatının içinde olarak söz sahibi olmalıdır. 
 

 

- Bilhassa sizi kendine çeken, bütün diğerlerinden ayrı olarak en çok zevk aldığınız çalışma konusu hangisi olmuştur?

Bu alanda en önemli olan hukuk ve dindir. Çünkü toplumu şekillendiren ana unsur din ve hukuktur. Bu nedenle "Hitit Hukukunda Evlenme ve Boşanma- Eski Ahit, Yeni Ahit ve Kur'an'daki Kutsal Metinlerle Benzerlikleri ve Farklılıkları" başlıklı çalışmayı yaparken çok zevk aldım. 


- Sizi en çok etkileyen yahut hayatınızın bir dönüm noktası olarak kabul edebileceğiniz hocalarınız kimlerdir? Bu kişilerin ne gibi yararlarını gördünüz?

Her ne kadar kadın hakları savunucusu olsam da taparcasına sevdiğim kadın hocalarımın gerçek anlamda kadınların önünü açmadığına yaşayarak şahit oldum. Ve büyük hayal kırıklığına uğradım. 

Hayatımın dönüm noktası; Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Bölümü eski Dekanı ve Arkeoloji Anabilim Dalı eski Başkanı olan aynı zamanda Arkeologlar Derneği başkanı Prof. Dr. Ahmet Adil Tırpan'ı tanımakla başlamıştır. 

Fevkalade alçak gönüllü, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun herkese yardım eden, düşeni kaldıran, sürekli teşvik eden ve kişiyi yüreklendiren bir hocamdır.

Beni hem yazmaya yüreklendiren hem de yarım bıraktığım doktoramı tamamlamam için elimden tutan kişidir. O olmadan asla olmazdı diyebilirim. 


- Sizi tanıyan yahut tanıyacak olanlar için yayınlarınızdan bahseder misiniz? Özellikle biz eskiçağ tarihi üzerine çalışmalar yürüten gençlere ne gibi tavsiyeleriniz olur? 

"Eskiçağ'da Kadın" adlı kitabımın yayımlanmasından çok önce Yüksek Lisans tezim olan "Anadolu'da Hitit Sosyal Yaşamında Kadının Yeri ve Önemi" adlı çalışmam 2009 yılında Kitapyurdu'ndan yayımlanacaktı. Ancak aksilikler oldu ve yayımlanamadı.

Dolayısıyla benim de şevkim kaçtı. İnternette erişime açık olan bu çalışmamdan çok kişi bana atıfta bulunarak yeni tezler ve makaleler yaptı.

Bundan son derece gurur duydum. Ancak tezimin başlıklarına kadar kullanarak, dipnotlarımı sıralı şekilde çalarak, doktora tezi hazırlayanlar ne yazık ki ismime ya da tezime dahi atıfta bulunmadılar.

Tabii ki bu durum da üzücü. Maalesef böyle sözde akademisyenler çok. Bu nedenle ilk fırsatta bu çalışmamı kitap olarak yayımlamayı çok arzu ediyorum.

Ayrıca benzer bir durumu da doktora tezimde yaşadım. Yine bir yayınevi basıma hazırlanırken idari kadroda son anda değişiklik oldu ve "Hayat Veren Tanrıçanın Ölüm Tanrıçasına Dönüşümü: Hekate" adlı çalışmam da yayımlanamadı.

Kısmet olursa eksiklerimi tamamlar tamamlamaz bunu da okuyucuya ulaştırmak istiyorum.

Arkeoloji, tarih, turizm, siyaset ve güncek konularda gerek dergilerde gerekse internet sitelerinde ve gazetelerde yayımlanmış çok sayıda makalelerim bulunmaktadır.

Bunlar arasında 2019 yılının ocak ayında Eskiçağ Araştırmaları dergisinde yayımlanan "Türk Modernleşmesinin Yapı Taşları Unutulan Kadınlar" başlıklı makalemdir.

Tazminat ve Cumhuriyet dönemine ışık tutan ve ilk çalışmalarımdan olduğu için bende özel bir yeri olan eserdir.

2018 yılında Bilim ve Ütopya dergisinin 285. sayısında kapak olan "Osmanlı'nın Körpe ve Çocuk Gelinleri" adlı makalem ise en çok ilgi görenler arasında yer alır.

Yine 2016 yılında Bilim ve Ütopya dergisinin 265. sayısında yayımlanan "Lut Kavmi ve Ensest Gerçeği" ise farklı bir bakış açısıyla yazılan özgün bir makaledir.

Kadına yönelik şiddet konusunda araştırma yapanlara ise 2015 yılında Bilim ve Ütopya dergisinin 252. sayısında yayımlanan "Geçmişten Günümüze Kadına Yönelik Şiddetin Binlerce Yıllık Öyküsü- Değişen Ne Var?" adlı çalışmamı öneririm.  


John Stuart Mill, "Hakikat zulmü sürekli yener" sözünün hoş yalandan ibaret olduğunu, tarihin, zulmün susturduğu hakikat örnekleriyle dolu olduğunu söyler.

Şimdiye kadar birçok gerçekler tarihten saklandı. Ancak, tarihin amacı da saklanan bu gerçekleri bulup ortaya koymaktır. 


Bir arkeolog ve feminist olarak bütün çalışmalarımda üstü örtülen bu tozlu geçmişteki unutulan/unutturulan, yok sayılan ve lanetlenen kadın gerçeklerini yaşam deneyimlerimi de katarak yazmaya çalıştım.

Ancak insan hayatında kolay diye bir şey yok. Her işin bir zor tarafı var. En zor olan da açık sözlü olarak ilişkileri sürdürmektir.

Birçok kişinin tahammül edemeyeceği şey budur. Çünkü kendimiz hakkında hep iyi şeyler duymaya alıştırılmışız. Bu nedenle hem eleştirmeye hem de eleştirilmeye de açık olmamız gerekiyor. 

Bunun dışında hedef belirlemek gerekiyor. Şimdiden on yıl sonra ne olacağınızı düşünerek çalışmalarınıza başlamalı, ona göre plan yapmalısınız. Ve bu düşüncenizden taviz vermeden inanarak kendinize güvenerek yolunuza devam etmelisiniz. 

Emek verilmeden başarı olmaz. Edison, ampulü bulmak için 2000 deney yapmış. Yani inanmak ve yılmamak gerekiyor.

Çok başarısızlıklarım oldu. Çok haksızlıklara da uğradım. Sabahlara kadar ağladığım da oldu. Ancak hiç yılmadım.

Güneşin doğuşuyla umudumu yeniden tazeledim. Yeniden, sil baştan başladım kaldığım yere. İnanç ve umut başarının kamçısıdır. 

Gandi'nin "Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür... Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür... Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür... Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür... Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür... Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür... Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür..." sözlerini kendime ilke edindim.

Önce düşüncelerimi yönetmeye gayret göstermeye çalıştım. Bana göre de başardım. Düşüncesini yöneten insan kendini de yöneten insandır. 

Ancak gençlerin tarih çalışmalarını fikri hür vicdani hür olarak yapmaları şart. Kalemini insanı öncelleyen evrensel değerler üzerinden kendi ülkesinin ve kendi milletinin yararına kullanmalıdır.

Bize dayatılan tarih içerisinde gerçeğin gerçeğini arayıp bulmalıdır.

Biz arkeologların ya da tarihçilerin asıl görevi pazılın parçalarını bütünleştirmek ve bunlardan kesin bir yargıda bulunmadan bir değerlendirme yapabilmektir.


- Katılımınız için teşekkür eder, çalışma hayatınızda başarılar dilerim. 
Topluma tarih bilinci kazandırmak adına göstermiş olduğunuz çabaların fazlasıyla farkındayım. Bize yazmak, size de yazılanı geniş kitlelere yaymak düşüyor. Siz olmadan olmaz. Size ve gazetenize bana bu imkânı tanıdığınız için ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU