78'lilerin "İddianameleri"

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

78'li yılların öğrenci gençliği kazandıkları bir direnişten sonra okullarının bahçesinde coşku ve neşe içinde halay çekiyor, İstanbul

Bizim kuşağımızın insanları yalnız 12 Eylül darbecilerinin kurduğu Orta Çağ engizisyonunu andıran mahkemelerde yargılanmadı.

50 yıla yaklaşan tarihimizde Kürtlerin nice kuşaklarıyla birlikte en büyük bedeli ödeyen 78'liler kuşağını suçlayan suçlayana…

Üstelik bu yargılamalar, tıpkı 12 Eylül siyasi polis fezlekesi ve istihbarat raporlarıyla yetinen peşin hükümlü yargılarından pek de farklı değildi…

Hiçbir ciddi ve bilimsel analize dayanmadan 78 kuşağı hakkında şöyle konuşmalara birçoğunuz tanık olmuşsunuzdur:

Yitik bir kuşaktır 78 kuşağı...

Harcanmış gitmiş, ardında da kaba ve ilkel bir gelenek bırakmıştır.

1960'ların entelektüel havasını solumamıştır.

Prevert'ten, Tristin Tzara'dan, Eluard'dan, Lorca'dan habersizdir.

Tolstoy, Lermontov, Dostoyevski, James Joyce, Sartre okumamıştır.

Beatles'larla coşmadığı gibi, Bach'la, Paganini ile tanışmamıştır.

Okudukları en zirvedeki yapıt ya 'Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum' ya da 'Tütün' romanlarıdır.


Şurada burada bir hayli yaygın şu türden eleştirileri de sık sık işitiriz:

78'linin adı yoktur. Birey olamamanın ağırlığı altında ezilmiştir.

78'li erkeğinin adı 'dayı'dır, 'kirve'dir, 'hoca'dır…

Kadınlar ise bütün bu dönem boyunca 'bacı' diye anılmıştır.

Kimisi en yakın arkadaşına 'yoldaş', kimisi 'arkadaş' demiştir.

Bir de buna 'kod isimleri'ni eklerseniz, 70'li yıllar boyunca on binlerce genç insanın kendi kişiliğini nasıl erittiğini, büyük bir hareketin ruhsuz birer vidasına dönüştüğünü anlarsınız.

Bu vidalardan birinin çıkarılıp bir hurdalığa atılması, yerine bir yenisinin eklenmesi hareketin bütünü bakımından hiçbir şeyi değiştirmez.

Ama sökülüp atılan 'vidaların' birer insan olduğu unutulmuştur.

 

1978'li yılların devrimci kadınları… 1984, Metris Askeri ve Ceza Tutukevi.jpg
1978'li yılların devrimci kadınları… 1984, Metris Askeri ve Ceza Tutukevi


"Kabalıklarımız" ve "ilkelliklerimiz" hakkında yıllardan beri söylenenlerin sayısını çoğaltmak mümkündür.

Biz burada şu sıralar "şiddet" hakkındaki yaygın kanıyı besleyen bir diğer klişeyi eklemekle yetinelim:

78'li güce tapınır.

Onun politik eylemine damgasını vuran şiddettir.

Şiddetten arınmış bir dünya onun ufkunda yoktur. Beline silah koyan genç, bir süre sonra o silahla bütünleşmiş, insanlığın bilimsel ve teknolojik keşifleri içinde en fazla silah teknolojisine merak salmıştır.

Güce tapınma ve şiddeti yüceltme, 78 kuşağının 'yitik kuşak' olmasının en önemli nedenlerinden biridir.

Çünkü günümüz dünyası artık şiddetten uzaklaşılan, her türlü çatışmacı ideolojinin çöktüğü, bütün bunların yerini uygar 'tartışma' ve 'konsensüsün' aldığı 'küreselleşme çağıdır'.

78 kuşağı işte bu çağın dışına düşmüş, çağı yakalayamadığı için 'yitik kuşak' olmuştur...


Bütün bu eleştirileri, yargıları hiç kimse, burada tırnak içinde yazıldığı biçimiyle derli toplu ortaya koymamış olsa da, bizler özellikle "çağı yakalayan" insanına yabancılaşmış "beyaz elbiselilerin" sofralarında bu amansız suçlamaların bin bir türünü işitmiş, şurada burada bu eleştirilerin ipuçlarını bölük pörçük yazılarda fark etmişizdir.

 
Entelektüel ilkelliğin çelişkisi

Bizim "kolektifi" yüceltmemize amansızca saldıran ve kendilerini, bireyi yücelten çağdaşlar olarak tanıtan bu gibi çevrelerin, milyonu 12 Eylül işkence tezgâhlarından, göz altılardan geçirilmiş bir kuşağı "topyekûn" karalaması ne büyük bir çelişkidir.

Bireyi yüceltenlerin, bizim kuşağımızın "bireyler" topluluğunu tarihin çöplüğüne gömme çabalarında "insani" olmayan bir kabalık ve ilkellik var.

"Bireyi" yüceltirken, yaşadığımız tarihi /toplumsal dönemin ideallerini, milyonları harekete geçiren sorunları, koşulları içinde değerlendirilmesi gereken kaçınılır ve kaçınılmaz hatalarımızı ve elbette olması gereken olumlu yanlarımızı bilimsel sorumluluk duygusu içinde bütünlüklü değerlendirme zahmetine katlanmıyorlar.

Halkın ilk defa kendi geleceğini kendi elleriyle kuracağı umuduna kapıldığı, Türkiye solunu da ilk defa ciddiye aldığı, binlerce ölüsüyle Türkiye'nin hala hesabını vermediği, dönemin koşulları içinde dünyanın en büyük kitlesel antifaşist, özgürlükçü, bağımsızlıkçı mücadele günleri böyle mi değerlendirilmeli?

Bu kadar basit mi? 

Her şey boşuna mı yaşandı?

Bu içler acısı duruma baktıkça, insanın içinden kuşağımız adına "kabalık ve ilkelliğimizin" özeleştirisini yapmak bile gelmiyor.

Öte yandan 78 kuşağına karşı yürütülen bu "ince ve olgun" olmayan eleştirilere bakıp, kendi kuşağımızı yüceltmek elbette doğru olmaz.

"Çubuğu bükmekte" kesinlikle haklı olsak bile, bu eleştirilerde gerçeğe ait ne varsa onları görmemiz de zorunludur.

 
Sözün özü:

Hayat, bizim kuşağımızı her şeye karşın şu ya da bu aşamada haklı çıkarıyor.

"Kaba ve ilkel" 78'linin hala duyulmayan emperyalizme ve oligarşik egemenliğe karşı çığlığının, belki de Kaf Dağı'na çarpıp, yıllar ve yıllar sonra bizi suçlayanların kulaklarında çok daha güçlü bir şekilde yankılanacağı günler uzak değildir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU