Francis B. Nyamnjoh ve "Sukutuhayale Uğramış Afrikalılar"

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Francis B. Nyamnjoh

Kamerunlu anglofon romancı ve antropolog Francis B. Nyamnjoh, The Disillusioned African 1 [Sukutuhayale Uğramış Afrikalılar] romanında Afrika söyleminin ürettiği klişelerle dalga geçerken, elit siyahların beyazlarla ilişkisinin yapaylığına da eleştiriler getirmektedir. 

2007 yılında yayımlanan Sukutuhayale Uğramış Afrikalılar, 1980'lerde Londra'da yaşayan siyah bir öğrenci-akademisyenin gözlem ve tecrübelerini aktaran mektuplardan oluşur.

Roman, Afrika söyleminden postkolonilerdeki yönetimlere kadar kıtanın bugününü ve geleceğini belirleyen pek çok meseleyi gündeme taşır.

Nyamnjoh, Afrika'dan Avrupa'ya uzanan yolculukta siyah-beyaz ikileminin, ırksal olarak değil de toplumsal olarak nasıl zihinlerde yer ettiğine dikkat çeker. 

Beyaz adamın kendi siyah suretine karşı başlattığı savaş ekonomik, siyasi, kültürel dini her açıdan gerçekleştirilmiştir. Hayatında bir an bile durup, neden her türlü negatif eğilimin siyahlıkla özdeşleştiğini ve her pozitif yaklaşımın beyazlıkla özdeşleştiğini kendine sordun mu?

Meraklı çocuklarından birinin sorusu karşısında utanmadan önce ben seni aydınlatayım. Kara büyü ve beyaz büyüyü duymuşsundur, değil mi? Yalan söylediğinde, siyah ya da beyaz diye tarif edilir, değil mi? İlkokulda ikimiz de kara şövalye ve beyaz şövalye hakkında okuduk, değil mi?

 


Siyah/kara imgesinin toplumda yer edinmesinin siyahlıkla ilişkisini kurmaya çalışır Nyamnjoh.

Siyahlık barındıran her şeyin neden negatif olarak algılandığını ironik bir biçimde açıklamaya çalışırken, ideolojik ve söylemsel yapının bu tarz bir icattaki rolünün altını çizer. 

Elbette, kara propaganda, kara mizah, kara komedi, karalama, yüz karası, kara bulut, kara pazar, Kara Ölüm, Kara Ülke … deyişlerini biliyorsun.

Sence, görünüşte masum olan siyah renge karşı beyazların böylesi bir karalama ve yıkma kampanyası başlatmasının nedeni nedir? Neden, şiddet, zararlı, uğursuz ve kötü gibi olumsuz her şey siyah olarak algılanır?

Sözgelimi, neden satrancın ilk hamlesi beyazla olmak zorundadır? Tabii ki, bazıları her kültürde siyahın sürekli umutsuzlukla, beyazın da saadetle anıldığını iddia edebilir.

Bunu inkâr etmem, ancak ben sembolizmin beyaz tonunu bozan Darwinci temayülleri ve ırkçı taşlamaları hedef alıyorum.


Anlatıcının "neden" sorusu burada anlamlıdır. Zira Afrika'nın, daha önce de belirttiğim gibi, kendi başına bir entite olma özelliği yoktur.

Afrika söylemi ideolojik, kültürel, antropolojik çeperlerle kuşatılmış durumdadır. Siyah (kara) olanın mutlak manada olumsuz olması ve bu şekilde kabul görmesi sembolizm ırkçılığını da gündeme getirmektedir. 

"İnsan yapımı hiçbir şey nötr değildir, buna dil de dahildir" der anlatıcı.

Siyahlığın inşa ediliş biçiminde efendi-köle denkleminin izlerini süren anlatıcı, beyazlığın cazip olmasının sadece renkle değil de iktidar ilişkisinin de merkezinde olmasıyla açıklanabileceğini savlar:

Öte yandan, beyaz adamla ilk kez iletişime geçen siyah adam, beyaz teni kendi ideali olarak düşündü. Bütün avantajların beyaz tenle uyuştuğunu biliyordu. Tecrübesi ona beyaz bir tenle, ne kadar zayıf olursa olsun, kolayca efendi olabileceğini ve hizmet etmek yerine hizmet edilebileceğini öğretmişti.


Siyah beyaz ikilemini bir iktidar ilişkisi olarak ele alan Nyamnjoh, sömürgeciliğin ideal olarak ürettiği beyaz imgesinin doğuştan ayrıcalıklı haline vurgu yapmak ister.

Buna mukabil, siyahların beyazlaşma arzusunun da varlıklı olma ve sömürme olarak bir çeşit zihniyet taklitçiliği olduğunu düşünür.

Ancak burada, Homi Bhabha'nın "nazar" üzerinden okuduğu özentili taklit [mimicry] stratejisinin aşırılığa yönelmesi, görünmeyi maddi kılan biçime dönüşmesine tanıklık ederiz.

Avrupa'da ya da Amerika'da ev alarak orta sınıf beyazlardan daha iyi yaşayabilmeleri inatla onların daha üstün olduğunu iddia etmeleri onları nasıl da çocukça bir mutluluğa itiyor!

Batı'daki orta sınıf kadını, her resmî tatilde Oxford Caddesi'ne alışveriş yapmak ya da saçını yaptırmak için uçan Afrika devlet başkanları ve bakanlarının eşleriyle dev süpermarketlerde yarışırken nasıl üstünlük taslayabilir ki!

Kaç tane sözde üstün olan beyaz sırf diğer kadınlar eşleriyle aynı giyinmesinler diye tasarımcının haklarını satın alabilecek ekonomik güce sahiptir?

Eşlerinin ya da metreslerinin kaçı binlerce çift ayakkabı ve daha fazlasıyla, ya da safir, yakut ya da elmas yüzüklere sahip olduğu için övünebiliyor?


Müsrif, doyumsuz Afrikalı elitlerin avundukları sahte gururla da alay eder anlatıcı. Achille Mbembe'nin postkolonideki otokratların keyfiliğini, müsrifliğini, Nyamjoh'un romanında açık biçimde görürüz. 

"Karşısında ne derlerse desinler, modern Afrikalı elit beyaz adamın karşısında yüce aşağılık olduğunu kabul eder" der anlatıcı.

Nyamnjoh, bir yanıyla sömürgecilikten bu yana beyaza duyulan arzunun iktidar ve servetle beraber Afrikalı elitlerce nasıl fetişleştiğini göstermek ister.  

Sömürgede direnişin adresi belliydi, ancak sömürge sonrasında direnişin anlamını yitirmesi, siyah yoldaşların, özgürlükçülerin bu defa siyah kimliğin rejiminde aynı sıkıntılara maruz kalması ve bağımsızlık mücadelesinin milliyetçilik adına örgütlenmesi ortaya şu soruyu atar? 

Milliyetçilik özcü bir karakterde olduğu sürece daraltıcı ve ihaneti de içinde barındıran bir mevhum değil midir?

Gayatri Spivak'ın "stratejik özcülük" dediği de bu tarz kısa erimli yapılanmaların gerekliliğinden kaynaklanmıyor mu?

Esas sorun belki de milliyetçiliğin ırkçılıkla flörtü değil midir? 


Afrika, özgürlük hareketinde ulusal bilincin gücüne inandı ancak sonuçta despotizmler türedi.

Frantz Fanon'un milliyetçiliğin şiddet rejimlerine dönüşme tehlikesine karşı uyarıları bir anlamda postkolonyal devletlerin uygulamalarında çok daha anlamlı oluverdi.

Afrika ülkelerinin sömürgecilikten kurtulmasını "sözde bağımsızlık" olarak adlandıran anlatıcı, büyük umutların yerini nasıl hayal kırıklığına bıraktığını bakın şöyle anlatır: 

Beyaz Maskeli Dansçılar arka plana çekildiler ve yerlerini gölgeleri, siyah piyonlar aldı. Kuklaların dansı devam ediyordu. Ama işler düzelmek yerine daha da kötüye gitti. Demokratik refah ve kalabalık ihtişam yerine kitleler, yıkıcı bir diktatörlüğün altında neredeyse zar zor geçinebiliyorlardı.


Nyamnjoh'nun anlattığı, Mbembe'nin Postkoloni Üzerine çalışmasında "postkoloni" olarak tarif ettiği kamusal durumun ta kendisidir.

Çünkü yeni sömürge sisteminde elit siyahların buyruk sahibi olmaları, siyahların konumunu değiştirmediği gibi daha da kötürümleştirmiştir. 

Bağımsızlıkta ekonomik değil siyasi olana önem veren Afrikalı elitler bugün krallar gibi yaşamayı seviyorlar. Ekonomik güç genelde Avrupalılar ve yabancı yöneticilerin elindeydi. Bu da siyasi liderlerin krallar gibi zevklerini sürdürmek için neden kene gibi çiftçileri emdiğini açıklar.

Eğer Afrikalı liderler gerçekten ekonomik gücü ciddi anlamda düşünmüş olsalardı, Afrika ülkeleri kesinlikle çiftçilerin mekanik olmayan çabalarına bu derece bağımlı olmazdı. 'Les Mendiants du monde' gibi görünmeden kendi kalkınma çabalarını gerçekleştirecek konumda olurlardı.

'Dünyanın dilencileri, birleşin' Marx muhtemelen bunu yazabilirmiş eğer Afrika'da doğmuş olsaydı. Belki de siyah adam doğuştan güç taciridir.


Sukutuhayale Uğramış Afrikalılar, sömürgelerin bağımsızlaşması sürecinde inşa edilen postkolonilerin ve Afrikalı elitlerin eleştirildiği bir roman. 

 

 

1. Francis B. Nyamnjoh, The Disillisioned African, Langaa, 2007.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU