Nefrete karşı birlikte yaşam

Cevdet Acu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Son günlerde içinde yaşadığımız gezegende ardı ardına gelen felaketler; orman yangınları, sel felaketleri ve bitmek bilmeyen işgal ve bunun sonucunda ortaya çıkan yerinden edilme sorunu dünyada ve içinde yaşadığımız coğrafyada en fazla karşılaşılan sorunlardan bazılarıdır.

Afganistan'ın Taliban tarafından tamamen kontrol altına alınmasıyla birlikte, öyle görünüyor ki üstte belirtilen sorunlardan birisi olan mülteci krizi bir süre daha gündemi belirlemeye devam edecektir. 


Evet, 2011 yılındaki Suriye krizinden bu yana, Türkiye'de en fazla tartışılan konuların başında mültecilerin toplumdaki varlığı gelmektedir.

Dönem dönem muhtelif nedenlerden dolayı mülteciler, nefret söylemi veya suçunun mağduru olmuştur.

Hatalardan ders çıkar(a)mayan nevi şahsına münhasır bir toplum olduğumuzdan dolayı, ne yazık ki 2021 yılında da mültecilere karşı nefret suçu işlenmeye devam etmektedir.

Bunun en son örneği 11 Ağustos 2021 tarihinde Ankara'nın Altındağ ilçesi Battalgazi mahallesinde Suriyelilere karşı uygulanan vahşettir. 


11 Ağustos'ta insanlık tarihine utanç olarak gecen bu nefret saldırısının en büyük nedenlerinden birisi 10 Ağustos tarihinde Ankara/Altındağ semtinde Suriyeli ve Türkiyeli iki grup arasında ortaya çıkan bir kavga ve bunun sonucunda Emirhan Yalçın adlı 18 yaşındaki gencin hayatını kaybetmesidir.

Her şeyden önce altını çizerek belirtmek isterim; gencecik yaşında öldürülen Emirhan Yalçın'a Allah'tan rahmet, ailesine ve sevdiklerine tüm kalbimle baş sağlığı diliyorum.

Bu münferit elim hadisenin hemen akabinde Emirhan'ın katil zanlısı Suriye vatandaşı yakalanmış ve şu an tutuklu bir şekilde yargılaması devam etmektedir.

Ancak buna rağmen, toplumda huzursuzluk çıkarmaktan veya toplumu polarize etmekten çıkar elde eden bir grup insan üstte belirttiğim ölüm hadisesi ile hiçbir illiyet bağı olmadığı halde, Altındağ'da yaşamın kıyısında hayata tutunma mücadelesi veren masum Suriyeli vatandaşların evlerini ve araçlarını taşlamış ve bu süreçte Suriyelilere ait bazı dükkânlar yağmalanmıştır.

Oysa, modern ceza hukukunun en önemli ilkelerinden birisi de suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir. Bu prensibe göre, suç kişiseldir, suçu isleyenden başkasını suçlayamazsanız.   


Şüphesiz, mültecilere karşı işlenen bu gibi nefret suçlarının veya negatif bakış açısının muhtelif nedenleri vardır.

Mültecilerin yerel vatandaşları işinden edip negatif bir ekonomik etkiye neden olduğu ve toplumdaki suç oranını arttırdığı iddiası en fazla dillendirilen nedenlerin başında gelmektedir.

Bir önceki cümlede belirtilen iddiaları savunanlar, farkında olmadan veya olarak toplumdaki sosyal ve ekonomik sorunların nedeni olarak mültecileri hedef göstermektedir.

Evet, 2021 yılında, adeta işsizlik ve yoksulluğun mültecilerden dolayı ortaya çıktığını düşünen/iddia eden insanlar var.

Oysa, 11 Ağustos tarihinde ırkçı saiklerle Suriye vatandaşlarına karşı işlenen nefret suçunun işlendiği yer Altındağ semti, yoksulluk ve işsizlik sorunun doğrudan mültecilerle bir ilgisi olmadığına dair en güçlü örneklerinden birisidir. 

İçinde yaşayanlar veya yolu Altındağ Battalgazi mahallesine düşenler bilir; 2011 yılından önce, yani daha Suriyeliler bu bölgeye taşınmadan önce de Altındağ Ankara'nın en yoksul semtlerinden birisiydi.

2011 yılından önce de Altındağ semtindeki yerel vatandaşların büyük bir kısmı bir zamanlar Türkiye'nin mobilya başkenti olan Siteler'de asgari ücretin altında sigortasız ve herhangi bir güvencesi olmadan çalışmaktaydı.

Altındağ yine suç işleme oranın yoğun olduğu bir semtti; maalesef 2011 yılından önce de bir kadın istediği saatte dilediği gibi özgürce gezemezdi.

Kısacası, Ankara yerel hükümeti ve merkez hükümet tarafından yeterli sosyal ve ekonomik yatırım yapılmadığı için "nöbetleşe yoksulluk" kavramının pratik olarak uygulama alanlarından birisi olan Altındağ, tarihsel olarak yoksulluğa terk edilmiş semtlerinden birisiydi.

Üstte belirttiğim her cümle için ilgili literatürde yazılmış onlarca araştırma ve bilimsel çalışma bulunmaktadır.

Ayrıca bu satırları ömrünün neredeyse yirmi yılını Altındağ Battalgazi mahallesinde yaşayan birisi olarak bildiriyorum.

Şimdi tüm bu kronik sorunları göz ardı edip toplumdaki yoksulluk ve işsizlikten dolayı toplumun en savunmasız grupların birisi olan Suriyelileri hedef göstermek kibar bir tabirle aymazlıktır. 

Altındağ'ın dışlanmışlığını ve yoksulluğunu daha iyi anlayabilmek için ünlü şair Ahmed Arif tarafından, Ankara için yazılmış en güzel şiirlerinden birisi olan "Karanfil Sokağı" şiirinin şu dizelerini tekrar tekrar okumak gerekir: 

Gecekondularda hava bulanık puslu
Altındağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe, aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarına
İlkokul çağında hepsi
Kenar çocukları
Kar altındadır


Sonuç olarak, Altındağ semtindeki yoksulluk, işsizlik, sosyal ve ekonomik güvence yoksunluğu Suriyelilerden dolayı ortaya çıkan yeni sorunlar değildir.

Bu kronik sorunların en büyük nedeni kurulu düzenin ve kapitalist ekonomik sistemin toplumdaki küçük bir zengin sınıfına hizmet edecek şekilde uygulanıyor olmasıdır.

Bir diğer neden de gelir dağılımı adaletsizliğinin sistematik bir şekilde devam ediyor olmasıdır. 


Ekonomik yönden Ankara'nın en yoksul semtlerinden birisi olan Altındağ, aynı zamanda binlerce Suriyelinin yaşadığı semtlerden birisidir.

Bu bağlamda Altındağ, toplumun en savunmasız durumunda olan iki yoksul sınıfın hayata tutunma mücadelesi verdiği bir semtin adıdır.

Bu iki grubun kader(sizliğ)i bir yerde aynıdır; çünkü her iki grup da ülkede üretilen değerin/servetin çok küçük bir kısmından faydalanmaktadır.


Mülteciler konusunun her geçen gün sıcak siyasete daha fazla malzeme olması "anlaşılabilir" bir durum.

Toplumdaki polarizasyon ne kadar fazlaysa bazı siyasetçiler de bundan o kadar hoşnut olur çünkü ülkemizdeki siyaset kutuplaşmadan besleniyor.

Kendi kitlesini daha fazla konsolide edebilmek için masum mültecileri hedef göstermekten herhangi bir hicap duymayan onlarca politikacı bulunmaktadır.

Ancak, altını çizerek belirtmekte fayda var; üstte belirtilen ölüm hadisesi ile hiçbir ilgisi olmadığı halde masum insanları hedef göstermek ve onları nefret suçunun bir mağduru yapmak tek kelime ile ırkçılıktır, faşizmdir.


Bu eylemde bulunan veya bunu destekleyenler her kimse toplumun utanç kaynağıdır.

Eline taş alıp masum Suriyelilerin evlerini taşlamak, onlara ait araçları yakmak veya mültecilere insanca yaşam alanını bırakmamak ancak ırkçılıkla açıklanabilir.

Böyle bir ortamda hiçbir canlının mutlak anlamda güvende olduğu düşünmüyorum. Bugün masum Suriyelileri taşlayanların yarın toplumda "öteki"leştirilen veya dışlanan başka bir grubu taşlamayacağının garantisini kim verebilir?

Veya başka bir şekilde sormak gerekirse; masum insanların evlerinin taşlandığı, dükkanlarının yağmalandığı bir toplumda kim kendini güvende hissedebilir?

Bu bağlamda tekrarlamakta fayda var; toplumun sosyal ve ekonomik anlamda en savunmasız gruplarından birisi olan mültecilere insanca bir yaşam alanı sunulmadığı müddetçe kimse tam anlamıyla özgür değildir.

İbn Haldun'un "Coğrafya kaderdir" sözünü biraz değiştirerek söylemek gerekirse; bu coğrafyada yaşayan her birimizin kaderi birbirine bağlıdır.

Irkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşı ancak yan yana durarak güzel ve insani bir geleceğe sahip olabiliriz. Evet, nefrete karşı her daim birlikte yaşamı savunmalıyız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU