Vizyonda bu hafta: Bağcık

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Görkem Yeltan'ın yönettiği "Bağcık" filminden bir kare

“İş işten geçmeden her ailede en az üç çocuk olmalı” diyor, daha güçlü bir Türkiye için yola çıktığını söyleyenler. Ama hiç kimse hanehalkının mutlu olabileceği koşullarla ilgilenmiyor. Oysa çokluk içinde yokluk yaşayan bir toplumsal gerçek var artık ortada. İçinde bulunduğumuz şu modern zamanlar, herkesin yalnızlıktan ve anlaşılmamaktan dert yandığı bir çağ. İleri teknoloji ve yüksek yaşam standartlarının imkanlarıyla donatılmış olsa da “sevgi”, “güven”, “değer bilme” gibi eksik kalan şeyler var modellenen bu aile yaşantılarında.

Bağcık

Yönetmen: Görkem Yeltan / Oyuncular: Kaan Çakır, Pınar Tuncegil, Alin Yeltan, Derin Yeltan, Ali Gökmen Altuğ, Okan Yalabık, Yeşim Koçak / 94 dakika
 


Varlığı ve ürettikleriyle dokunduğu alanların gündemlerinde ezber bozmayı amaçlayan; kitap ve şarkı sözü yazarlığı, senarist ve oyuncu kimliğinin yanı sıra bağımsız ve kendine has anlatım diliyle yönetmen olarak da emin adımlarla ilerleyen Görkem Yeltan’ın ikinci uzun metrajlı filmi “Bağcık” bu hafta gösterime giren yerli filmler arasında.
 


Vizyona henüz girme imkanı bulmuş olsa da ilk gösterimini 37. İstanbul Film Festivali’nin Yarışma Dışı kategori programında yapan ve “aile” kavramını kadrajına alan film, anne ve babasını bir kazada kaybeden ve anneannelerinin vekaletlerini üstlenme işlemlerinin tamamlanmasıyla birlikte Kanada’ya gitme planları olan, bu süre içinde geçici olarak Bodrum’da amcalarıyla birlikte yaşamaları gereken iki kız kardeşin hikayesini anlatıyor.
 


Akrabalık bağını öne çıkaran “aile” tanımının aksine aralarında akrabalık bağı bulunsun ya da bulunmasın aynı konutta yaşayan bir veya birden fazla kişiden oluşan ve “hanehalkı” olarak tanımlanan kavrama odaklanan Bağcık; iyi eğitim almış, kentli küçük burjuvanın yaşantısını toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla hayal kırıklığı ve bunun nedenleriyle yüzleşmeyi sağlıyor.

Çehov’un silahı misali

Ünlü Rus yazar Anton Çehov, “İlk bölümde duvarda asılı bir tüfek olduğunu söylüyorsanız, ikinci ya da üçüncü bölümde o tüfek patlamalıdır. Eğer patlamayacaksa o tüfek orada asılı olmamalıdır” der. Sinemada hikaye anlatımı için de önemli ipuçları veren “Çehov’un silahı” prensibi misali Görkem Yeltan’ın filmlerde kullandığı yemek masaları artık bende bu izlenimi uyandırıyor. Yönetmenin ilk filmi “Yemekteydik ve Karar Verdim” filminden edindiğim izlenimle de bu filmin başında gördüğüm yemek masası hikayenin akışında tüm karmaşalarıyla, olumlu ve olumsuz etkileriyle insanları bir araya getirerek ilişkilerde bir duygusal patlama yaratacağı beklentisi yaratıyor. Doğrusu film bu beklentiyi de boşa çıkarmıyor. “Bağcık” iki kız kardeşin etrafında şekillenerek çocukların dünyasını anlamaya çalışan bir filmse de diğer taraftan yetişkinlerin kendi dünyalarında çözmesi gereken meseleleri de aynı anda masaya yatırarak onlarla yüzleşme imkanı sağlıyor.
 


Filmde, anne-babası ölen iki kız kardeş, Kanada yolculukları öncesinde bir süreliğine amcalarının Bodrum’daki evinde kalmaya başlar. Engelli bir birey olan amcası bu durum karşısında kız kardeşlere bakıcılık yapması için bir plates/yoga hocasını bir süreliğine kendisine yardımcı olarak işe alır. Ancak kısa süre içinde kızların bakıcısı ve amcası arasında bir yakınlaşma başlar. Engelli olduğu için yeğenlerinin yanında kalma olasılığı üzerine hiç düşünmeyen Turgut, vekalet işlemleri sırasında ve yaşadığı duygusal ilişki sarmalında hem kızlar, hem büyükanne hem de kızlara göz kulak olmaya gelen bu genç kadınla ilgili bazı gerçeklerle yüzleşir. Sonrasında gitmek ve kalmak, bağı koparmak ve bağlanmak, aile olmak veya olmamak ikilemleri arasında bazı taşlar yerinden oynar, bazı taşlar ise yerine oturur.
 


Kıymetli bir yalnızlık

Turgut yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren engelli bir bireydir. Ama buna rağmen kimseye muhtaç olmadan yaşayabilen, zorluklarıyla kendi başına mücadele etmeyi tercih eden, otomobilini kendisi kullanan, sık sık teknesine atlayıp yüzünü açık denize ve ufka doğru çeviren, sınırlarının ihlal edilmesinden ve kendisine dokunulmasından pek hoşlanmayan ama yine de çevresindeki kadınlara çekici gelen, hayatın içinde olmayı seven biridir. Hayatının dümenini elinde tutarak sınırlarını ancak kendisi isterse kaldıracağı kıymetli bir yalnızlığı vardır. Ancak böylesi bir motivasyonla güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkan Turgut’un bastıramadığı örselenmiş bir özgüven sorunu vardır.
 


Bağlanma korkusu

Sadece Turgut’un değil yeni nesil ilişkilerin çoğunda var olan bu özgüven sorunu üzerinden erkeklerin ve kadınların dünyasına farklı bir açıdan bakan film bizim için, özellikle büyük şehirlerde görmeye başladığımız, orta-üst yaş grubu ve orta-üst ekonomik bir sınıfa mensup yeni bir yaşam tarzının resmini çiziyor. Bu ilişkilerin bir tarafında; hayatın hem içinde hem de uzağında yaşayan, uzun soluklu ilişkilerden kaçan, mutlu ve bilgisiz olmaktansa mutsuz bir filozof olmayı yaşam felsefesi olarak kabul eden ve derinlerde bağlanma korkusu olanlar; diğer tarafta bunun tam aksine romantik, girişken, cana yakın olanlar ve yaşam felsefesini ne olursa olsun mutlu olmak üzerine kuranlar. Tıpkı bir ilişkinin zıt kutuplarında yaşayan ve iki farklı karakter olan Peri ve Turgut gibi… 
 


Hayatta mutluluğa da yer var

Ölümler, ayrılıklar, bedensel engeller, yalnızlıklar… Bakıldığında dramatik olarak oldukça sert konulara değinen ve derin sularda yüzen Bağcık bu konuların ağırlığı altında ezilerek hayata bakmak yerine, hayatta mutluluğa da yer var diyerek tüm bunları umutla ve kararlılıkla omuzlanarak onlarla beraber geleceğe adım atmayı tercih ediyor. Her insanın kendini mutlu edecek şeyleri bulması gerektiğine, huzurlu olacağı insanların yanında yaşama seçiminin kararını kendisinin verebileceğine dikkat çekiyor. Aile kurumunun, zorla bir araya gelmiş insanlardan değil, severek ve isteyerek bir araya gelmiş, birbirleriyle bir bağ kurabilmiş insanlardan oluşmalıdır fikrini savunuyor.
 


Haftanın diğer filmleri

Büyülü Geceler


Paolo Virzi'nin yönettiği Notti Magiche, İtalya'da gerçekleşen 1990 Dünya Kupası’nın devam ettiği dönemde, polisin Tiber nehrinde ünlü bir yapımcının cesedini bulması sonrası gözlerin üç senariste dönmesini konu ediniyor. Efsane maçlara sahne olan ve İtalya’da yapılan 1990 Dünya Kupası soluksuz devam ederken, polis bir gece nehirden çıkarttığı arabada ölü birini bulur ve soruşturma başlatır. O sırada sinema dünyasında ise farklı bir hareketlilik yaşanmaktadır. Luciano, Antonino ve Eugenia adında birbiriyle anlaşamayan üç senarist önemli bir yarışmaya katılırlar. Üçü de yapımcı Saponaro’yla birlikte filmleri için yönetmen ve oyuncu kovalarlarken, Federico Fellini dahil İtalyan sinemasından birçok efsane ismiyle karşılaşırlar. Ancak yapımcının çevirdiği dolaplar yüzünden başlarına hiç beklenmedik olaylar gelir ve sonunda kendilerini karakolda bulurlar. Peki, bu ölü bedenin sırrı çözülebilecek midir? Bu üç senaristten biri ya da hepsi bu olaya karışmış olabilir mi?

En Sevdiğim Kumaş

Şam’da bir giyim mağazasında çalışan 25 yaşındaki Nahla yaşadığı sıradan hayatın boğuculuğundan kaçma hayalleri kurmaktadır. Annesi onu görücü usulü evlendirmek isteyince Nahla oralı olmaz. Madam Jiji’nin üst katta açtığı “işletme”, bastırılmış cinselliği benliğinin ötesine geçen Nahla için arzularını keşfedeceği bir sığınak olur. Prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yapan ve Suriye iç savaşının başladığı günlerde geçen ilk filminde, Buñuel’in Gündüz Güzeli’nden esinlenen yönetmen Gaya Jiji, ataerkil bir toplumdaki cinsiyetçi çifte standartlara feminist bir eleştiride bulunuyor.

Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı 2

2016 yapımlı animasyon filmi The Secret Life of Pets'in devam filmi olan The Secret Life of Pets 2'da Max ve arkadaşları Manhattan sokaklarında yeni maceralara atılmaya hazırlanıyor.

Koca Ayak

Evan Tramel'in yönettiği Bigfoot, Kuzey Kutbu'nun kötü yetisi Arvid tarafından sürgüne gönderilen Noel Baba'yı kurtarmak için yola çıkan genç Finn ve ejderhası Haldor'un hikayesini anlatıyor.

X-Men: Dark Phoenix

X-Men filmlerinin öne çıkan senarist ve yapımcısı Simon Kinberg'in bu kez yönetmen koltuğuna oturduğu X-Men: Dark Phoenix, çocukluğundan itibaren Jean Grey'in hikayesine ve sahip olduğu inanılmaz güçlerin onu mahvederek nasıl Dark Phoenix'e dönüştürdüğüne odaklanıyor. Henüz onlu yaşlarındayken bir telepat olarak güçlerini keşfetmeye başlayan, başkalarının zihnini kontrol edebilen ve büyük boyutlardaki cisimleri hakimiyeti altına alarak psişik saldırılar gerçekleştirebilen Jean Grey'in sahip olduğu bu olağanüstü güçlerin onu nasıl mahvederek Dark Phoenix'e dönüştürdüğünü konu edinen filmde X-Men ailesi Jean'i kaybetmeden dünyayı kurtarmanın yollarını arıyor. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU