15 Temmuz 2016… "Allah'ın lütfu" bir darbe girişimi

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Biliniyor, AK Parti hükümeti 15 Temmuz 2016'da FETÖ'cü addedilen bir darbe girişimi ile karşılaştı.

Bu darbe girişimine muhalefet ve meclis karşı durdu, halkın bir kısmı da tepki gösterdi. Vesaire…

Darbe girişiminden çok değil 5 gün sonra 20 Temmuz 2016'da Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere siyasi parti liderlerini Yenikapı'ya çağırdı.

Amaç içeriye ama özellikle dışarıya karşı "birlik" görüntüsü vermekti. Verildi. Bu görüntü sonra "Yenikapı ruhu" olarak nitelendirilecekti.

Ama 15 Temmuz darbe girişimi daha ilk günde tasfiye edildiği halde siyasi hayat normalleşmedi.  

'FETÖ'cü darbe tehlikesi' sürüyor kisvesi ardında 20 Temmuz 2016'da Yenikapı çağrısına paralel olarak Olağanüstü Hal Rejimi (OHAL- R) tesis edildi.  

'Artçı darbe şokları' ve 'hileli yönlendirme' yöntemleriyle OHAL her defasında uzatıldı.

FETÖ'cü darbecilik daha ilk günlerde "Allah'ın lütfu" söylemiyle adeta "baş tacı" edildi.

İlan edilen OHAL kapsamına, 'fırsat bu fırsattır' bakış açısıyla 'terörle mücadele'de alındı. Darbe ile 'terör' aynı şey olmadığı halde böyle yapıldı.

Bütün OHAL- R süresince Türkiye fiilen tek adam rejiminin kontrolü altında idare edildi.

Giderek 'olağanlaşan' OHAL- R şekli bir yasallığa, Kanun Hükmünde Kararname'lere (KHK) dayanıyordu.

TBMM ile ilgili darbeye karşı direndiği, "Gazi Meclisi" olduğu söyleminin karşılığı yoktu.

Çünkü fiilen meclis devreden çıkarılmış, yasama organı olarak yerine Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tavsiyeleri eşliğinde, Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu geçirilmişti.
Yürütme organı ise, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dı.

Yürütme organının tek bir insana dönüşmesi sürecin başta gelen özelliğiydi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında toplanan MGK, iç ve dış politikanın yanı sıra, askeri, toplumsal ve diğer gelişmelerle ilgili olarak tavsiye kararları alıyordu.

Yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında toplanan Başbakan ve Bakanlar Kurulu tavsiyeleri gözeterek Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ve paralel yasalar çıkarıyordu.

Ve yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın doğrudan ve dolaylı kontrolü altında toplanan komisyonlar tasarlanan kanun ve kararnamelerin gereklerine uygun paralel düzenlemeler yapıyordu.

Olan biten adeta 'kitaba uygun olsun' diye de meclis arada bir toplanıyor, KHK'ler için gerekli olan yasalar çıkarılıyordu. İşleyiş tersine dönmüştü.

Yani önce KHK'ler çıkarılıp uygulamaya konuyor, sonra yasa çıkarılıyordu.

Cumhuriyet kurumlarından kalan ne varsa ve artık nasıl kalmışsa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan' a bağlanıyor, liyakatten uzak bir atama usulü ile   içlerinin boşaltılması süreci işliyordu.

Ülke, devlet kurumları zayıf düşürüldüğü oranda tek adam idaresinin güçlendiği fiili bir durum içindeydi.  

Kısacası yasama, yürütme, yargı denebilir bütün devlet organları Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a bağlanmıştı. 

İktidar çevrelerinin "Türk tipi" dediği, ancak yaşanan gerçekliğe bakıldığında "Türk tipi Baas rejimi" olarak nitelemenin daha uygun olduğu bir rejim değişikliği fiilen gerçekleşiyordu.

Gerekçesi de süren ve hala sürdüğü vaaz edilen "FETÖ'cü darbe tehlikesi" idi.

Bununla birlikte Baas rejimleri belli ölçüler içinde laikti. Bizdekiler ise laik düzeni en azından etkisiz kılmanın hesabı içindeydi.

Biat kültürü çerçevesinde anlamını bulan "İtaat et rahat et" (Başbakan Binali Yıldırım) cümlesi meseleyi bir ölçüde anlaşılır kılıyordu.
 

 
Herhalde muhalefet de 'Allah'ın lütfu' idi…

Türkiye'de bir tür rejim değişikliği yaşanırken muhalefet ne yapıyordu, iktidar-muhalefet ilişkisi nasıl seyrediyordu?

Bunu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şöyle ifade ediyordu:

"Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dışarıda azalan şahsi itibarının muhalefet liderleri üzerinde yükseltilmeye çalışıldığı kuşkumuz var.

Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler konusunda eleştiri ve önerilerimizin dikkate alınmadığına dair izlenimimiz var. Bunların meclise getirilmesi, götürülmesi gerekiyor.

Böyle önemli bir dönemde, devletin yeniden yapılandırılması konusundaki kararları 3-4 kişinin oturup kendi arasında alması doğru değil, itirazlarımızın bilinmesini istiyoruz.

…KHK'ler yoluyla çok önemli değişiklikler meclisin, muhalefetin görüşü alınmadan oldu-bitti şeklinde yapılıyor. Örneğin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yeniden yapılandırılması…  Sivil denetim gerekiyor.

… Ama getirilen demokratik sivil denetim değil, tam tersine ordunun iktidar partisi çizgisinde siyasileşmesine yol açabilir. ABD'de var diyorlar. ABD'de çok güçlü bir parlamenter denetim mekanizması var. Bizde var mı? Yok. Biz güçlü bir parlamento denetimi gerekir diyoruz, ama önerilerimizin dikkate alınmadığını görüyoruz…"
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA​​​​​​​


Atı alan Üsküdar'ı geçerken…

Cumhurbaşkanı Erdoğan FETÖ darbe tehlikesi gerekçesi altında rejim değişikliği bağlamında köklü operasyonlar yapıyor, dışarısı bunu görüyor.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan dışarının tepkisini aşağı çekmek için muhalefetle görüntü vermeye özen gösteriyor.

Ana Muhalefet Partisi lideri bunu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın şahsi itibar kaygısına bağladığından, meselenin esasını görmekten uzak bir profil çiziyor.

Neymiş 'KHK'lerle ilgili muhalefeti dikkate almadığına dair izlenimleri varmış…'

'Devletin yeniden yapılandırmasının 3-4 kişiyle yapılması doğru değil, itirazlarının bilinmesini istiyorlarmış…'

'TSK'yi demokratik parlamenter denetimden yoksun biçimde yapılandırıyor, 'AK Parti ordusu' durumu ortaya çıkıyormuş…'

Ana muhalefet "kuşku", "izlenim" düzeyini aşmayan 'itirazlarının bilinmesini' istiyor ama bu arada 'Atı alan Üsküdar'ı geçiyordu'

 
Muhalefet milli olunca…

Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ deneyimi ile ilgili olarak muhalefetin üzerinde durması gereken şeyler söylüyordu.

Mesela "Bundan dolayı hem Rabbimize hem milletimize verecek hesabımızın olduğunu biliyorum" diyordu.

Yani sadece "Rabbim ve milletim beni affetsin" demedi… Önceki hükümetler gibi 'neden müsamaha' gösterildiğini ise 'yurtdışındaki eğitim faaliyetlerinin hatırı' ile açıklıyordu.

Aslında ana muhalefetin bu sözlerin üstüne atlaması ve suyunu çıkarması beklenirdi.

Tamam 'Rabbin ve milletin af etsin' ama bunun bir de siyasi maliyeti olmalıydı.  

Ancak böyle olmadı.

Muhalefet siyasi maliyeti erteledi.

'Neden göz yumdunuz?' sorusuna karşı CHP Genel Başkan yardımcısı Bülent Tezcan, 'Bu sözleri duymaktan memnun olduklarını' belirtiyor, hemen ardından da 'şimdi hesaplaşma değil, mücadele zamanı olduğu' cümlesini ekleyerek itirazı boşa çıkarıyordu.

Milli muhalefet olma hali böyle bir şey olmalıydı…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU