Avcı, toplayıcı ve tarım toplumlarında dini inançlar üzerine

Umut Ataseven Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Twitter

İnsanlık tarihini alt başlıklar halinde 3 bölümde incelemek mümkündür. Bunlar:

a. Avcı toplumlar dönemi
b. Toplayıcı toplumlar dönemi
c. Tarım sonrası toplumlar dönemi

Bu üç dönem, tarihi devirler hakkında birçok bilgiyi bizlere vermektedir. Bu üç dönem incelendiğinde insanlık tarihini de incelemek bir nebze olsa mümkün olacaktır.

İlk insanların kimlerin olduğuna dair birçok rivayet olduğu gibi, kaynağı ilahi olan dinlerin kitaplarında ilk insanın Âdem olduğu bilinmektedir.

Bu bilginin maiyeti dönemler arası geçişlerde oldukça dikkat çekmektedir. İlk insanın Âdem olduğunu varsaydığımızda ilk avcı ve toplayıcı kişinin de Âdem olması muhtemeldir.

Ancak bu konu günümüzde varlığını devam ettiren dinler tarafından eleştiriye kapalıdır. Bundan dolayıdır ki; bu gibi konular eskiçağlara ışık tuttuğu kadar, karartabilmektedir de.

Avcı ve toplayıcı toplumları bireysel olarak incelemek mümkün olmadığından, toplum yapılarından bahsetmek daha uygun olacaktır.


a. Avcı toplumlar

Bu dönemde cinsiyet farkındalığı oluşmuş, iaşe ihtiyacının yanında cinsel arzular da büyük bir öneme sahip idi.

Aç olan karnını doyurma ihtiyacı hisseden insanoğlu, doğada var olan ve avlaması kolay hayvanları hedef olarak seçmişti.

Bu dönemde temel ihtiyaçlar dışında bir şey düşünmeleri olanaksızdır. Fizyolojik ihtiyaçlarını bulunduğu coğrafyanın verdiği imkânlar dâhilinde karşılayabiliyordu.

Bulunduğu coğrafyada yalnız olmayan insan, vahşi hayvanlarla da iç içe yaşamak zorunda idi. Aynı coğrafyada olmalarına karşın tabiat farkı bulunan bu iki unsurun, savaş halinde olması doğal bir durumdur.

Vahşi hayvanlar, karınlarını doyurmak için mevcut popülasyondan faydalansa da kimi zaman akşam yemeklerinde insanoğlunu görebilmekteyiz.

Bu amansız savaşta kazanan her zaman insan olmalıydı. Çünkü bu savaşı kazanamazsa ya yem olacak ya da aç kalacaktı.

Yem olmamak için avcı olmayı seçen insanoğlu, kendi elleriyle yaptığı sivri ve kesici aletlerle hayvanları alt etmeyi amaçlamıştır.

Ancak kendinden kat be kat güçlü bu hayvanlar karşısında tek başına direnmesi pek mümkün olmayabilirdi.
 

 

Bir aile kurumundan bahsetmek güç olsa da aynı mağara altında yaşayan insanlar, vahşi hayvanları alt etmek için birbirlerine yardım etmişlerdir.

Bu yardımın sonucunda avladıkları hayvanı bölüştürerek karınlarını doyurmuşlardır. İnsanoğlunun zihninde mevcut bir inanç sistemini görmek çok güçtür.

Çünkü böyle durum karşısında bir insanın yemek dışında bir şey düşünebilmesi pek mümkün olmamaktadır. Aç olan karınlarını doyurmayı birinci görev olarak görmekteydiler.

Bu nedenle aç olan insan, midesini inançlar ile doldurmak istemesi olanaksızdır. Sadece avcı toplumlar için geçerli bir anlayış olmamakla beraber, günümüzde dahi bu durum söz konusu olabilmektedir.

Avcılık döneminde bir inanç sistemi gelişmediğinden neye inanıp neye inanmayacağını bilmeyen insan için en kutsal şey aç olan karnını doyurmaktır.

Avcılık dönemi daha çok bireyin kendini tanıma ve keşfetme sürecidir. Bu dönemde gücünün sınırlarını görmek isteyen insan, doğada var olan vahşi hayvanlarla güç gösterisi içine girecektir.

Cinsiyet farkındalığın yoğun yaşandığı bir dönemde elbette çoğalmalar da düzensiz bir şekilde olmuştur. Cinsel arzularını bastırmak için sürekli bir arayış içinde olan insan, karşı cins sayesinde bu ihtiyacını gidermeye çalışmıştır.

Cinsel arzularının bir sonucu olarak meydana gelen çocukların zaman içerisinde ihtiyaçları da artmaya başlayacaktır. Bu ihtiyaçların anne ve baba tarafından karşılanması muhtemeldir.

Bu nedenle avcılık konusunda iyice ustalaşan insanoğlu, bu dönemde kendi keşfetmeyi de sürdürecektir. Bu süreç içerisinde birçok tehlike ile karşılaşan insanoğlu, bu tehlikelerle başa çıkmayı da yine kendisi başaracaktır.

Avcı toplumların her daim tehlikede olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Bundan dolayı ağaç kavuklarında ve mağaralarda yaşamaya başlamışlardır.
 

 

Buralarda yaşamaya başladıkları ilk anlardan itibaren avladıkları hayvanları duvarlara resmetmeye başlamışlardır.

Bu resimler bir av sahnesini yansıtsa da aslında inanın yaptığı güç gösterisinin sanata dönüşmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buradan da anlaşılacağı üzere kutsal bir varlıktan medet ummayan insanın henüz zihnini meşgul eden bir Tanrı ya da inanç yoktur. Çünkü kendisi dışında üstün bir varlığı kabul etmesi mümkün değildir.

Sadece bir tanrıyı değil, etrafındaki hiçbir insanı da kendinden üstün görmek istemez. Avcı toplumlarını yapısal olarak incelediğimizde karşımıza birçok unsur çıkmaktadır.

İlk insanın ırki durumu ve maiyeti hakkında kesin bir yargıya da ulaşmak mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki, bu dönemlerde bir ırk ayrımı yahut ırk bilincine rastlamak mümkün değildir.

Ancak bunun yanı sıra aynı aileden olan insanların ortak bir yerde iskân ediyor olmalarını bir milliyet olgusu olarak ele alınması yanlış bir kanı olmayacaktır.

Aynı aileden olan insanların mutlak surette bir otoriteye de ihtiyacı vardır. Bu otorite her daim erkek olmuştur. Bu erkek, ailesinin ihtiyaçların karşılamak, onları korumak ve muhafaza etmekle mükellefti.

Zamanın şartları bunu uygun görse de yapısal olarak erkeğin ön plana çıkması kaçınılmazdır. Kadın ise; varsa çocuklarını eğitmek ve onları bir avcı olarak yetiştirmekle görevliydi.

Çünkü bu dönemde ihtiyaç fazlası bir iaşe düşüncesi yoktur. Bu nedenle çocuklar da kendi ihtiyaçları için avlanmak zorunda idi.

Bir döngü halinde devam eden bu durum, diğer aileler arasında birtakım çatışmalara neden olacaktır. Aynı bölgede ancak farklı mağaralarda yaşayan aileler günlük ihtiyaçlarını hep eşit olarak karşılamayabilirdi.

Bu nedenle av konusunda başarılı olan aile her daim diğer aile tarafından bir hedef halindeydi. Kendi ailesini korumakla görevli olan erkek, bu süreçten sonra ailenin koruyuculuğu kendine şiar edinecektir.

Böylelikle ortaya bir güvenlik sorunu çıkacaktır. Bu sorunun en aza indirgenmesi için de birtakım kurumlar vücut bulacaktır.

Bunlardan bir tanesi ise Polis teşkilatına benzer bir kurum olan güvenlik kurumudur. Bu kurum tek bir ailenin değil, aynı bölgede yaşayan her ailenin güvenliğinden sorumlu olacaktır.

İki aile arasında meydana gelebilecek her türlü çatışmayı yine bu kurum önleyecektir. Bu süreçle birlikte kendini vahşi hayvanlardan korumak zorunda kalan insanoğlu, artık yeni bir tehdit ile karşı karşıya kalacaktır.

Bu tehdit ise insanın ta kendisi idi… Avcı toplumla rı kalıplaşmış klasik yapılarla anlamak mümkün değildir. Bu dönem basite alınmamalı ve dönemin şartları iyi bilinmelidir.

İnsanın tarihin her döneminde ilk olarak düşündüğü şey, aç olan karnını doyurmaktır. Aç olan insan kendini koruyamaz, savaşamaz, günlük ihtiyaçlarını karşılayamaz ve sonucunda yaşamı son bulur.

Aç olan askerleri savaştırmanın bir anlamı olmadığı gibi, aç olan insanın da düşünebilmesini beklemek çok güçtür. Bundan dolayıdır ki, avcı toplumların zihninde bir inanç sistemini ve tanrıyı aramak çok güçtür.

Bugün yediği yemeği yarın bulmakta güçlük çekebilmektedir. Bir plan dâhilinde hareket edemeyen avcı toplumu, her daim avlanmak zorunda idi. Bir tanrıya ayıracak vakti bulması olanaksızdır.

Avlandıktan sonra günün belirli saatlerinde dinleme ihtiyacı hissetmesiyle birlikte günün sona ermesi zaruri bir durumdur. Bu ihtiyacı genelde uyku ile karşılamaktaydı.

Uyku halinde bir tanrı düşüncesinin de meydana gelemeyeceği gibi rüya âleminde de bir inanç sisteminin gelişmesi beklenemezdi.

Sadece karın tokluğuna avlanan insanoğlunun bir tanrıya veyahut bir inanç sistemine ihtiyacının olduğunu söylemek ne kadar doğrudur?

Avcılıktan toplayıcılığa geçen insanoğlunun da yine bu dönemlerde bir tanrı motifiyle karşılaşması oldukça güçtür.

Toplayıcılık döneminde yarınını da düşünmeye başlayacak olan toplumlar, artık stok yapmayı da öğreneceklerdir.

Böylelikle işlevsel olarak bir hareket mekanizmasını da meydana getirmiş olacaklardır.
 

 

b. Toplayıcı toplumlar

Bu dönem bir önceki dönemden farklı olarak ihtiyaç fazlası ürünlerin stoklanması dönemidir. Avcılık dönemi devam etmiş, bunun yanı sıra avlandıkları hayvanları artık birkaç gün içinde tüketmeye başlamışlardır.

Günü çıkarmanın hesaplarının yapıldığı bir dönemi geride bırakan bu toplumlar, artık hayvanlar dışında doğadaki ürünleri de keşfetmeye başlayacaktır.

Bazı yenilebilir sebze ya da meyve doğada hazır bir şekilde bulunabilirdi. Hazır bulunan ürünler, insanların tesadüfen kullandık la rı ürünlerdir.

Zirai bir dönemden bahsetmek çok güç olduğundan, bilinçli olarak bir tüketimin olması pek mümkün değildir. Hazır bulunan yiyecekler keşfedilmiş ve insanın kadar sofrasına gelmiştir.

Bazı sebze ve meyvelerin yendikten sonra doğaya bırakılması ve bırakılan bu organik atıklar toprak ile buluştuktan sonra yeniden bir ürün olarak karşımıza çıkmıştır.

Bu ürünün bünyesinde bulunan tohumlar sayesinde yeni bir ürün olarak yeniden insanoğlunun emrine girmiştir. Bu döngüyü fark eden insan, tam manasıyla olmasa da tarımın bir alt yapısını oluşturmaya başlamıştır.

Sistematik bir şekilde olmayan bu olay, doğanın cömert davranmasına paralel olarak gerçekleşirdi. Bir ürünü her mevsimde alabilme k mümkün olmamasından ötürü toplayıcı toplumlar bu durumun henüz farkında değillerdi.

Bu farkındalığın oluşmasıyla birlikte tarımın keşfi de aynı döneme rastlamaktadır. İnanç sisteminin yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu toplumlarda, doğanın mutlak gücü kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştır.

Bu dönemin karakteristik yapısına baktığımızda aslında tek bir tanrının varlığı kâfidir. Yani sonuç olarak; toplayıcı toplumlarda tek tanrıcılık anlayışı hâkim idi. Bu anlayış bir bakıma çok geniş bir yere sahip de değildir.

Akla gelebilecek her şeyi doğadan istemeye başlayan insanoğlu, bu ihtiyaçları karşılandıkça doğanın yüksek bir güce sahip olduğuna inanmaya başladılar.

Özellikle mevsimsel olayların yoğun yaşandığı dönemlerde, istekler de buna paralel olmaya başlamıştı. Her coğrafyada aynı anda yaşanan devirlerden bahsetmek çok güçtür.

Bir bölgede toplayıcılık varken diğer bölgede avcı toplumları görmekteyiz. İnançlar babında gelişmeye başlayan bu toplumlar, doğa ile iç içe oluşlarından ötürü her şeyin yansımasını toprakta buldular.

Zihinlerde yerleşmiş bir tanrı motifini görmek oldukça güçtür. Tarihin her döneminde meydana gelen doğal veya yapay afetler insanlar tarafından korkuyla karşılanmıştır.

Doğada bulunan bir meyve ağacının yıldırım düşmesi sonucu yok olması, insanoğluna ağır travmalar yaşatabilmiştir. O ağaç onun karnını doyuruyor ve ihtiyacını karşılıyordu.

Doğanın zarar görmesiyle yüz yüze kalan insanoğlu bu olaylar akabinde yeni ürünlere yönelmiş, ürün çeşitliliği de artmaya başlamıştır. Ürünler arttıkça doğaya bağlılık da o derece artmıştır.

Doğaya saygı duyamaya ve yüceltmeye başlayan toplayıcı toplumlar, bu yüce varlıklara isimler vermeye başlamışlardır. Bu isimleri daha çok tarımın keşfiyle görsek de bu dönem içerisinde de zikredilme ye başlanmıştır.

Doğanın gücünün farkına varan insanoğlu, bu güçten istifade etmek istemiş, doğa ile ortaklaşa hareket etmeye başlamış ve sonunda tarımı keşfetmiştir.

Bu keşif, insanlık tarihi için oldukça önemli bir yere sahiptir. Toprağın keşfiyle birlikte mağaralarından çıkan insanlar, küçük köyler inşa etmeye başlayacaklardır.

Tarım ile meşgul olmaya başlayacak ve bu süre içinde karınları da doyacaktır. Karınlarının doymasının yanında kendisine fazla gelen zirai ürünleri de stoklayacaktır.

Bu stokları uzun süre muhafaza edemediklerinden ihraç edip ticaret yapmaya da başlayacaklardır. Ticaret sayesinde kurduğu köylerden çıkacak ve yeni coğrafyalar keşfedecektir.
 

 

Yeni keşfettiği coğrafyaların kaynaklar bakımından kimisinin zengin, kimisinin de fakir olduğunu görecektir. Kendi coğrafyasında yetişmeyen ürünleri başka coğrafyalarda görünce, o coğrafyayı ele geçirmeye çalışacaktır.

İnsanoğlunun savaşı başlayacak ve sömürgeciliğin de temeli böylelikle atılacaktır. Tarihin her döneminde görülmesi muhtemel olan sömürgeciliğin temeli, insanın daha fazla ürüne ihtiyaç duymasına dayanmaktadır.

Günümüzde dahi bu anlayış halen devam etmekte ve savaşlar meydana gelmektedir. Toplayıcı toplumların tarımı keşfetmesiyle yeni bir dönem başlamış olacaktır. Bu döneme tarihte "Neolitik Devrim" denmektedir.
 

   

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU