Şeyh Cerrah: Filistin arenasının tanık olduklarının başlangıcı ve sonu

Arapların ve dünyanın göz önünde, İsrail savaş makinesi Gazze'deki en yüksek konut, ticaret ve hizmet kulesini tahrip etti

Fotoğraf: AA

Bu adımı hem Filistin hem İsrail tarafı bekliyordu. Hamas füzeleri İsrail'in çeşitli bölgelerine yağdıktan sonra nasıl böyle bir şey beklenmesin ki.

İktidardaki İsrail sağı, esasen bir ön provokasyon olmaksızın Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesindeki insanları yerlerinden etmekten sakınmazken, bazı dünya başkentlerinin kendisine inanmak için yarıştığı nefsi müdafaa “bahanesi” eline geçmişken Gazze’deki taşları mı affedecekti?

Rakamları, yardım taleplerini, kınamaları ve arabuluculukları bir yana bırakın. Likud ve Hamas ile Hamas’ın arkasındakiler oyunu ve sonucunu tamamen biliyorlar. Mantık ve deneyimler yıllardır bunu söylüyorlar.

Kimyası, Siyonist işçi sosyalizminden faşist köktendinci Tevratçılık ile muhafazakar Siyonist militarizm ittifakına dönüşen İsrail otorite kurumunun açık ve net bir projesi var ve tereddüt etmeden kendisini gerçekleştirme yolunda ilerliyor. Yasama seçimlerinin birbirini izleyen sonuçları, barış ve bir arada yaşamanın mümkün olduğuna ikna olmuş sol ve liberal alternatiflerin çöküşü bunu gösteriyor. Bu, yalnızca saf veya kibirli bir kişinin inkar edebileceği bir gerçek.

Öte yandan, Filistin tarafında "Hamas" ve onunla birlikte "İslami Cihat" tarafından somutlaştırılan bir alternatif var. Onun da din ve silah arasındaki fikri-örgütsel ittifaktan güç alan bir siyasi projesi var.  Burada da silahlar dini sloganlara hizmet ederken, bu sloganlar silah kullanımını haklı gösteriyor.

Ayrıca, vatansever kanaatler, kardeşlik duyguları, ulusal ve dini bağlılıklar bir yana analitik tanım temelinde söyleyecek olursak, ateşli cephe hattının iki yanında yer alan taraflar, tarafsız veya tarafsız olduğunu öne süren taraflara benzer bir görüntü sunuyorlar.

Bu, şehit sayısı, masum insanların gözyaşları, füzelerin dakikliği, bombalanan ve yıkılan bina görüntülerinden çok daha büyük hesapları olan bazı büyük bölgesel ve küresel oyuncular için kesinlikle geçerli değil. Sonuçta, her savaşın bir sonu vardır ve her son bir anlaşmadır.

Beyaz Saray Sözcüsü Jane Psaki'nin dün yaptığı açıklama, saçmalığıyla anlamlıydı. Psaki, “Hamas bir terör örgütü ve attığı roketlerin bir gerekçesi yok” diye konuştu ve şunu ekledi “Hamas, düşünceleri ve acı çeken insanları, bu şiddete maruz kalan Filistin halkını temsil etmiyor.”

Buradaki saçmalık iki meseleden kaynaklanıyor.

Birincisi, Psaki’nin tanımına göre Hamas’ın bir terör örgütü olması, savunmasız sivilleri roketlerle hedef alma hakkını ondan alıyor. Ancak bu hak, egemen bir devletin hükümeti tarafından kullanılırsa, saygı görmeyi ve savunulmayı hak ediyor. Bu devlet ki, ABD genellikle (son olarak da “Kudüs, İsrail’in birleşik ve ebedi başkentidir” konusunda) ona BM’nin kararlarını ihlal etme hakkını vermektedir. Cezaevine girmemek için iktidara yapışan Binyamin Netanyahu hükümetini Şeyh Cerrah mahallesi sakinlerini yerlerinden etme savaşını başlatmaya teşvik eden tam da buydu.

Dahası, Psaki’nin terörizm hakkındaki sözleri, bu "mantığın" Yemen ve Suudi Arabistan şehirlerini hedef alan, ama Washington ve Batılı ülkelerin yine de suçlarını görmezden geldikleri Yemenli Husiler için geçerli olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Husilerin eylemleri terör değil mi? Füzelerinin kaynağı, Hamas ve İslami Cihat’ın cephanelerini besleyen kaynak ile aynı değil mi? Washington ile Batılı başkentlerin kendisi ile müzakere etmek, nükleer kapasitesini kabullenmek, büyük Batılı ülkelerin terör olarak tanımladıkları faaliyetlere tahsis edilmiş mal varlığını dondurma kararını kaldırmak için yarıştığı taraf değil mi?

İkincisi, Psaki’nin “Hamas acı çeken insanları temsil etmiyor” ifadesidir. Bu, doğru olabilir, ama Psaki, Filistinlilerin işgal, yerleşimcilerin saldırılarına direnme, evlerin yıkılması, ağaçların sökülmesi, Kudüs halkının seçimlerde oy kullanmasını engellemek, “Kudüs’ün İsrail’in birleşik ve ebedi başkenti” olması konusunda görüş bildirme hakkına sahip olup olmadığını bize söylemiyor. Sözcü ve elbette sözcülüklerini yaptıkları, bu tür suçlar konusunda sessiz kalan herhangi bir Filistinli politikacının, herhangi bir temsil yetkisini elinde tutabileceğini mi sanıyorlar? İsrail'in Washington'un desteğiyle Filistinli akılcı, ılımlı ve bir arada yaşama inanan akımların güvenilirliğini yok etmek için yaptığı ve yapmaya devam ettiklerinin, Filistinli nesilleri "umutsuzluğa" sürükleyen ve onları Hamas ve benzeri örgütlerin kollarına iten doğrudan neden olduğunu bilmiyor mu? Filistin halkını temsil eden taraf, onu seven, saygı duyan ve haklarını savunan taraftır, peki uluslararası toplum onun sesini gerçekten dinlemek istiyor mu?

Son iki gündür "bombalama ve füze savaşı", dikkatleri başlangıç kıvılcımından, Şeyh Cerrah mahallesini ele geçirme ve Yahudileştirme suçundan uzaklaştırdı.

İşte halihazırda yaşanan olayların başlangıç ​​noktası bu. 2000 yılında patlak veren "İkinci Filistin İntifada”sının (El-Aksa İntifadası) kıvılcımı nasıl ki, neye yol açacağını önceden bilen Ariel Şaron'un kışkırtıcı ziyareti ise, Netanyahu da yol açacağı tepkinin önceden farkında olarak Şeyh Cerrah mahallesi sakinlerinin yerinden edilmesi sürecini hızlandırmayı seçti.

Netanyahu'nun hesapları esasen şahsi ve fırsatçı, çünkü ne pahasına olursa olsun yolsuzluk suçlamalarıyla cezaevine girmekten kurtulmak istiyor, bu ise hükümetin dışında kalıp dokunulmazlığını kaybetmesi durumunda mümkün değil. Dolayısıyla,  inandığı için değil, siyasi olarak sağcı olan  Netanyahu’nun Tevratçı ve yerleşimci aşırı sağa giderek daha fazla güvenmek, ondan güç almak ve izinde yürümekten başka seçeneği yok. Netanyahu'nun Donald Trump yönetimi ve damadı Jared Kushner ile kişisel ilişkilerinden büyük fayda sağladığı anlaşılıyor. Özellikle de Trump'ın, Kudüs’ü Yahudi halkının birleşik ve ebedi başkenti olarak kabul ettikten sonra Amerikan büyükelçiliğini Kudüs'e taşımak gibi Tevratçı sağcılara sunduğu armağanlardan yararlandığı kesin. Golan Tepeleri’nin ilhakından ise bahsetmeye bile gerek yok.

Evet, hükümet konusunda sıkıntılı olan  Netanyahu bir çatışma istiyordu. Çatışmayı daha çekici kılan da gelecek vaat eden bölgesel boyutu. Barack Obama yönetiminden miras kalan bir ekibe sahip yeni Demokrat yönetim, İran ile ilişkileri normalleştirmeye hevesli. Kaldı ki, İsrail'in bölgesel düzeydeki ABD-İran uzlaşısının çıtası konusunda söz sahibi olması ordunun yanı sıra Netanyahu'nun da çıkarına.

İranlılar da milislerinin Ortadoğu'daki rolünü biliyorlar ve onları silahlandırıp amaçlarına hizmet etmeleri için hareket ettiriyorlar. Aynı zamanda güç dengesini de anlıyor ve bir uzlaşı çıtasının var olduğunu çok iyi biliyorlar. İsrail ile gerekli bir arada yaşama ve paylaşma anlaşmasının detaylarının bilincindeler. Bu nedenle, tarihine rağmen Hizbullah, Lübnan sınırlarını aşmaktan kaçındı ve ne Esed'in bir avuç askerinden ne de Suriye'de onu destekleyen Filistinli ve İranlı örgütlerden ciddi bir hamle gelmedi.

Gazze ve Batı Şeria'daki insanlık trajedisi, siyasi bir müzakere sonucuna mahkum.

Beklenmedik bir sürpriz olmadıkça, sonucun büyük ihtimalle öncelikle Filistinliler, ikinci olarak da Arapların aleyhine olacağını, ABD’nin onayıyla İsrail ve İran arasında bölgeyi paylaştırma formülünü hızlandıracağını düşünüyorum.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU