Her bir nesnenin, her bir çizimin hikâyesi var

Tülay Sönmez-Memet Sönmez… İki sanatçı, iki yol arkadaşı. 1978 yılında evlendiler, bir oğulları ve bir torunları oldu. Bunca yıllık beraberliklerine birçok şey sığdırdılar. Acılar, kayıplar, yalnızlıklar, yoksulluklar, yoksunluklar

Fotoğraf: Independent Türkçe

Bunca yıllık beraberliklerine birçok şey sığdırdılar. Acılar, kayıplar, yalnızlıklar, yoksulluklar, yoksunluklar.  Bütün yaşadıklarına rağmen her ikisi de asla mücadele etmekten ve sanatlarından vazgeçmediler. Memet Sönmez geri dönüşümcü ve tasarımcı, Tülay Sönmez resim yapıyor ve yaptığı resimlere hikâye yazıyor. Independent Türkçe olarak kapılarını çaldık ve sanatlarını konuştuk.

Tülay Sönmez, yaptığı resimlere hikâye yazıyor ve çizmeye nasıl başladığını anlatıyor:

"Aslında resim yapmak aralıklarla da olsa hayatımda her zaman vardı. Hep sevdim çizmeyi. Ancak 80’li yıllar ve siyasi sorumluluklar varken bu çok da önemli değildi, o yıllarda çizmek önceliğim değildi.  Sonra arkadaşlarımdan biri bana yeteneklerimi geliştireceğim bir atölye önerdi. Daha doğrusu solcu olan bir ağabeyin Orhan Müstecaplıoğlu’nun Bayrampaşa sanayideki atölyesiydi. Orada arabaların içindeki kaplamaların desenlerini çizerdik birlikte. Birçok teknik bilgiyi de ondan öğrendim.

Çok uzun seneler birlikte çalıştık, çok yetenekli ve bilgili bir insandı. Film afişleri üzerine bile çalışmıştık. Eşim siyasi olarak cezaevindeyken de onun yanında çalıştım. Daha sonra bakmam gereken bir oğlum ve cezaevinde kocam olunca orası beni zorladı ve bir gün babam bana sordu, "hangi mesleği yapmak istiyorsun, bana söyle, bu benim sana yapabileceğim tek destek" dedi. Bende stilistlik eğitimi almak istediğimi söyledim ve böylece yıllarca tasarlayıp, çizdim ve ürettim"

1.jpg
Tülay Sönmez'in "Amazon kadını" tablosu

 

Tülay Sönmez’in "Amazon kadını" ismini verdiği resim ve yazmış olduğu hikâye...

Sahiplenmişliğim de oldu, dövüşmüşlüğüm de…

Amazon Kadını:

"Dayatılana itiraz eden savaşçı ruh, Amazon kadınları. Ataerkil Olimpos yönetiminin kibrine savaş açan, sadece bedenleri ile değil ruhları ile savaşan kadınlar.

İyi ok atmak için göğüslerini dağlayan Amazonlar. Kafkas kadınları, kadim halk. Tarih boyunca unutturulmaya çalışılıp veya efsane diye sadece Amerikan filmlerinin metalaştırıp üzerinden para kazandığı Amazon kadınları. Tıpkı tarih boyunca erkek ile omuz omuza savaşan ancak ataerkil düşünce yapısıyla yokmuş gibi davranılan kadınlar. Yarattıkları çok şeye erkler tarafından el konan unutturulan kadınlar.

Şimdi sorarım size! Hayatın her alanında var olduğu gibi, devrimci düşünce içinde birçok eylemde var olan ama sanki onlar hiç yokmuş da sadece erkler varmış gibi davrananlar. Biliyorsunuz değil mi? Yaptığınız her eylem ve direnişte omuz omuzaydık. Bir dönemi birlikte yaşadığımız Amazonlar! Ne dersiniz? Sahiplenilmemiş dövüştüğümüz de oldu bizim.

Tülay Sönmez Aralık 2020"

Çizdiğim her kadının benim kafamda hikâyeleri vardı.

Emekli olunca da hayattan emekli olmayan Tülay Sönmez şöyle devam ediyor:

"Bir ara bezden Anadolu bebekleri yaptım. Bir gün eşimin, arkadaşlarımın ve ablamın önerisi ile tuali elime aldım. Kendimi bildim bileli aralıklarla resim yaparken son bir buçuk senedir çizmeden duramaz oldum. Çizdiklerim hep kadınlardı, kadeh yüzlü kadınlar, efsane kadınlar, mitolojik kadınlar ama hepsi güzel yüzlü kadınlar.

Sanırım mesleki bir kaygı estetik olması. Mitoloji veya efsaneler hepsi benim kafamda hikâye olup şekilleniyorsa bu da yazılmalı dedim ve böylece hikâyeleri olan kadınlar ortaya çıktı. Şimdi karantina günlerinde Memet evin bir tarafında yazılarını yazıyor, bende başka bir tarafta çizim yapıyorum. Ara ara birbirimize fikir verip üretiyoruz"

2.jpg

"Kadın" isimli tablo - Tülay Sönmez

Tülay Sönmez’in "Kadın" ismini verdiği resim ve yazmış olduğu hikâye...

Kadın:

Yeryüzünü simgeleyen Gaia’dır, yaratandır. Kybele gibi, nar gibi berekettir. Üzüm gibi çoğaltandır kadın. Şahmeran’ın merhameti, Hera’nın kıvrak zekâsı. Afrodit’in güzelliği. Kirke gibi büyülü, Defne gibi saflıktır kadın. Lilith’in elmadaki gizemi. Belki de Havva’daki huzurdur. Sonsuz sularda hayatın başlangıcına dair her şeye ruh veren yaşamı başlatan Akana’dır. Sonsuz ateşin tanrıçası Hestia, ayın güzel yüzü Selene’dir kadın. Kadın tanrıçadır. Bir yudum şarabın içindeki üzüm, narın rahmidir. Oya gibi işleyendir.

Tülay Sönmez Eylül 2020

TÜLAY SÖNMEZ.jpg

Tülay Sönmez

 

Henüz bir sergi açmadığını söyleyen Tülay Sönmez, salgın ve yasaklar sonrası gelen önerileri değerlendireceğini söylüyor:

"Kadına dair çiziyorum ve kadın meselesinin izini sürüyorum. Persephone, Penolope, Hekate, Selena, Gaia… Ataerkil topluma geçiş, bunların izini sürüyorum ve bugün ile kıyaslıyorum veya bugünkü bakış açımla değerlendiriyorum. Bazen bir kadehte bu günün kadınını ararken, bazen bir "tentene "de çocuk gelinleri sorguluyorum. Evet, meselem kadın"

Memet Sönmez geri/ileri dönüşümcü ve tasarımcı.

"Çocukluğum haylazlıklarla geçti. İlkokulu sekiz senede bitirdim. Yaramazdım ama kendi oyun aletlerini kendi yapan el becerisi olan hatta arkadaşlarının oyuncaklarını da yapan bir çocuktum. Evet, benim bugünkü yolumun ilk adımlarıydı kendi oyuncaklarımı kendim yapmış olmam.

Sonra ilk gençliğimi, bilinçli hayatımı belirleyen, mahallenin iyi ağabeyleri vardı. Bu bir tür şanstı. Hayatımı etkileyen kötü ağabeyler de olabilirdi. İyi ağabeyler beni iyi yönlendirdi. Kitaplarla tanıştırdı. Kitapların dünyaya, hatta kozmosa açılan binlerce kapısı, penceresi vardı. Bir o kapıya, bir bu pencereye koşuyordum. Gördüklerim beni meraklandırıyordu. İçimde merakı keşfetmiştim. Hani o öğrendikçe sorular soran, kuşkulandıran merak. Ülke sorunlarına bakış açım beni hiçbir insanın yaşamaması gereken yerlere sürgün etti. Düşünmenin yazmanın öne çıktığı bir yer benim üniversitem oldu. Okudum, ne bulursam okudum. Gazetelerdeki küçük ilanlardan, ölüm haberlerine kadar okudum. Okuduklarım su dolu bardak gibi taştı. Böylece kendiliğinden yazma eylemi ortaya çıktı. Aslında ilk yazılarıma semtim Bakırköy’ün Cadde, sokak duvarlarına yazı yazmakla başladım"

Amacım farkındalık yaratmak

Yazarlıkta yapan Memet Sönmez, ahşaplarla nasıl buluştuğunu anlatıyor,

"Bilgiye ulaşmıştım. Bilgi beni düşünmeye, düşünme yazmaya itiyordu. Böylece yazmak sürgün hayatımın ilk becerisiydi. Okumak bilgiyse, yazmak uçmaktı. Uçmak özgürlüktü. Özgürlüğün de zorunluluğun bilinci olduğunu anladım. Koşullar gereği gazeteden evet bildiğimiz gazeteden kendi masamı, sandalyemi, ekmek içinden satranç taşları yaptım. Bu da beni o koşullardaki el becerilerimi öne çıkardı. Sürgün hayatım bittiğinde herkes gibi bende ekonomik zorluklar ile savaşa girdim. Bir farkla, ticaret yapmak, bir yere girip çalışmaktan bahsetmiyorum. Bodrum Kayarak taşları üzerine fotoğraf transferi yapmaya başladım. Duvar tabloları, magnetler yapıyor, stantlarda satıyordum. Ahşapla çok sonra tanıştım. Taş üzerine resim yapmanın yaratıcı bir yönü kalmamıştı. Yapılabilecek en iyi tabloları yapıyordum ama taşı eğip bükemiyor, kesip şekil veremiyordum. Biraz sürdürebilir bir dünya için, biraz sanatsal istek ve sosyal sorumluluk beni ahşap ve hurda demirlerle buluşturdu. Ağacın insanlar ve hayvanlar için önemini fark etmek, dahası bir yetişkin ağacın yirmi dört saatte ne kadar oksijen ürettiğini, yetişkin bir insanın da bir günde ne kadar oksijen tükettiğini bilmek farkındalığında olmak gerek"

3.png

Memet Sönmez’in, kapıdan yapmış olduğu sedir


Ahşapla buluşarak bir dünya peşinden koşan ve çevreci olduğunu söyleyen Memet Sönmez’e bütün marangozlar çevreci midir? diye sorduğumda:

"Diyemeyiz elbette. Zaten ben marangoz değilim. Marangozun ham maddesi kesilmiş, biçilmiş yeni ahşaplardır. Onun için ağaçlar kesilir. Benim hammadde kaynağım çöplerdir. Kesilmiş ağaçların son durağı yıkılmış ahşap binaların yer, tavan döşeme tahtaları, merdiven basamakları ya da çöpe atılmış kırık bacağı olmayan masa ve sandalyeler, hikâyelerle dolu olan çeyiz kırığı, parçalanmış çeyiz sandıkları, benim hammaddelerimdir.

Öyle ki insanlar bu hammaddeleri ne kadar çok terk etmişse benim için o kadar önemlidir. Yakılmak üzere olan baltanın ucundaki tahta, çöp konteynerinin içinde saklanmış masa göbeği, atölyeye getirdiğim andan itibaren nitelik belirleyici değerlere dönüşür. Bazen insanlar bunları görüp yakmak için almak ister. Tartışırız, gülüşürüz"

Yaşadığı bir anıyı da bizimle paylaşan Memet Sönmez, gülerek anlatıyor:

"Soğuk karlı bir kış gününde yoksul ve yaşlı bir adam, hurda arabasına iki kanatlı bir kapı yüklemiş yokuş yukarı gidiyordu. Arabasına el verdim. Birlikte tırmanıyoruz. Selamlar amca satıyor musun bu kapıları? Dedim. Amca, "evladım bunları kim ne yapar? Her yanı çürümüş baksana!" dedi. Peki, sen ne yapacaksın? "Yakacağım" dedi.  Yakma bana ver dedim.  "Evladım çocuklar üşüyor" deyince, sana üç çuval odun alayım dedim. Amca da "beş çuval" deyince, bende tamam anlaştık dedim. İkimizde mutlu ayrılmıştık. 

Şimdi bu kapı kırılacak, yakılacak, varlığını atmosferde duman, karbon monoksit olarak insanlara geri dönecekti. Bunun yanında kapıya ihtiyacı olanlar marangozlara koşacak. Marangozlar kereste siparişlerini artıracak. Ağaçlar kesilecek ve bu böyle devam edecekti. Kapı, iki metre kırk santim boyunda, bir metre yirmi santim eninde, yedi santim kalınlığında, tarihi Mollaaşkı Caminin kapısıymış. Restorasyon sonrası atılmış. Kapıyı zımparalayıp onardım. Heybetli görüntüsü ile atölyemin kapısı olarak kullanmaya devam ediyorum"

4.jpg
Memet Sönmez’in, kapıdan yapmış olduğu salıncak

Üç tür dönüşüm olduğunu söyleyen Memet Sönmez, bunların aşağı dönüşüm, geri dönüşüm, ileri dönüşüm olduğunu açıklıyor ve şöyle devam ediyor:

"Kapı örneğinden yola çıkarsak benim kapıyı onarıp yine, yeniden kapı olarak hayatımıza katmam geri dönüşümdür. Kullanılamaz halde bu kapının fabrikalarda talaş haline getirilip suntalaşması aşağı dönüşümdür. Kapının daha ileri bir biçimde kullanılması, gözlerimizi süsleyen, estetik değerde, işlevsel hale sokulması da ileri dönüşüme girer. O kapı bir masa, bir orta sehpa, duvar tablosu, kitaplık olarak hayatımızdaki yerini görsel, işlevsel sanatsal tasarım olarak da yerini alabilir"

MEMET SÖNMEZ.png
Memet Sönmez

 

Bazı tasarımların hikâyesini de yazan Memet Sönmez, çöpte bir ahşabı gördüğünde neler hissettiğini anlatıyor:

"Önce ağaç masif midir diye bakıyorum. Masif ise kafamda o an hemen bir tasarım canlanıyor. Geçmişini kronolojik olarak hayal ediyorum. Düş gücü ile hikâyesini yazıyorum. Örneğin başı bulutlarda bir ağaç olduğunu, kesilip doğranışını, üzerine çivilerin çakılışını düşünüyorum. Eğer yer döşeme tahtasıysa üzerinde yürüyen, koşan, tepinen insanları hayal ediyorum. Ağacımız cumbalı evin kerevet tahtası haline dönüşmüşse, üzerine oturan o insanların kahve içerken konuşmalarına kulak misafiri oluyorum"

Neden Balat?

"Hayat bazen insanları istemediği, bazen de istediği yerlere götürür. Benim hayatım beni istediğim yere getirdi. Doğadaki rüzgârlar, dalgalar gibi insan hayatında da dalgalar, rüzgârlar vardır. Denize düşmüş ceviz kabuğu gibi sürüklenirsin. Rüzgârlar, dalgalar sürükler seni. Ben bir gün gözlerimi açtığımda kendimi Haliç kıyısında buldum. Bekri Mustafa’nın şarap için kürek çektiği bu sular beni Balat’a çıkardı. Balat’ın sokaklarını, evlerini sevdim. Balat’ın evlerinde yaşayan insanlar, fırından çıkmış ekmek gibi sıcacıktır. Dokunursunuz, koklarsanız. Balat’ın insanları çabuk mutlu olur, çabuk mutlu eder insanları. Misafirperverlerdir. Yirmi senedir Balat’ta yaşıyorum. Buranın ünlü bir sözü vardır, ‘Bağdat’a gelen dönmüş, Balat’a giden dönmemiş’

Şansa inanmıyorum, kadere de. İnsanın hobileri işi, işleri hobileri olursa mutlu olurlar. Benim işimin hobim olması bir tesadüf ya da şans değil, ifadesini içsel davranışlarda bulan bilinçli tercihtir. Çöpte bulduğum bir nesne beni mutlu ediyor. Tasarlarken heyecan duyuyorum. Çalışırken ruhum dinleniyor"

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU