Vizyonda bu hafta: İskandinav trolleri

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Sınır (Border/Gräns) tanıtım afişlerinden bir kare

Bilgi aktarımının ve üretiminin böylesi yoğun olduğu bir çağda, konuşmanın evrimini ve kelime dağarcığımızın şekillenişini düşününce “troll” kelimesinin bu zaman içindeki evrimleşme hızını görmezden gelmek olmaz. 

Kökenine baktığımızda troller İskandinavya kültüründe genellikle dev ya da cüce olarak resmedilen ve mağaralarda yaşayan çirkin, insanımsı mitolojik yaratıklardır. Türkiye penceresinden baktığımda 90’lı yıllarda olsak, troll denildiğinde rengarenk ve upuzun saçlarını okşayınca şans getirdiğine inandığımız o sevimli suratlı bebekler ya da çocukların Tolga abisi; Tolga Gariboğlu’nun yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği Türk televizyon kanallarının ilk interaktif yarışması Hugo aklımıza gelebilirdi. 

Ancak internetin hayatımıza girmesi ve analogdan dijital evrene doğru genişlememizle birlikte, bu kavram web dünyası jargonunda yeni bir tanım ve anlam kazandı. Bir forum, sohbet odası ve blog gibi çevrimiçi portallarda okuyucuları duygusal bir tepki olarak provoke etmek veya bir tartışma konusundaki akışı değiştirmek amacıyla, topluluğa ilginç, yabancı ve konu dışı mesajlar gönderen kişiler troll olarak anılmaya başladı. 

Sosyal medyanın da etkisiyle insanları tahrik eden mesajlarla diğer kullanıcıları kızdırmak amacıyla yazılar yazan, fotoğraflar paylaşan kişilere troll denmesiyle boyut atlayan bu kavram, böylece yeni bir tanımla literatürümüze girmiş oldu. 

Bu çerçevede farklı ortamlarda farklı troll türleri ve davranışları olsa da çoğunlukla sosyal medya ortamlarında alaycı, mizahi ya da siyasi içeriklerle ortalığı karıştıran ve yanıltıcı içerik dağıtımıyla insanların keyfini kaçıran, münakaşa başlatmak için tohumlar eken, gündemle oynayan, algı yönetimi yapan kişiler akla gelmeye başladı. Hatta Türkiye’de troll olgusunun varlığı ana akım medyadaki haberlerde, programlarda ve köşe yazılarında bile açık bir şekilde kendini gösteren yeni bir kimlik kazandı.

Yeni bir türün keşfi: İskandinav trolleri

Yönetmen: Ali Abbasi | Oyuncular: Eva Melander, Eero Milonoff, Jörgen Thorsson, Ann Petrén | 110 dakika
 


Bu haftaki film incelemesine spoiler vererek başladığım için üzgünüm, ancak yarın gösterime girecek olan Sınır (Border/Gräns) filmini çekici kılan sürprizlere değinmeden ele almak çok zor. Yine de detay vermemek için dikkatli olacağım. 

İranlı yönetmen Ali Abbasi’nin ikinci uzun metrajlı film olan Sınır, Nordik edebiyatının önemli isimlerinden John Ajvide Lindqvist’in “Let the Old Dreams Die” adlı kısa öykü koleksiyonunun kısmen bir bölümünden uyarlanmış. Kısmen diyorum çünkü yönetmen bu fantastik anlatımı daha gerçekçi kılmak adına hikayeye muazzam dokunuşlar yapmış.
 


2018 Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış Ödülü’nü kazanan, 2019 Oscar Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde İsveç için aday gösterilen, 38. İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde seyretme imkanı bulduğum Sınır, fantastik unsurlar taşısa da, yazarın fantastik dünyasından çıkıp yaşadığımız dünyadaki entrikaların içinde vücut bulan karakterler insana gerçekmişçesine yeni bir canlı türü keşfetme heyecanı sağlıyor. Bu duyguyu sağlayan en büyük etken elbette Ali Abbasi’nin hikayedeki trolleri, bizim kendi doğal yaşam ortamlarımızda yaşatmasından kaynaklanıyor.
 


Filmin ana karakteri Tina, gümrükte çalışan bir memurdur. Normatif olmayan görünümü ve sıra dışı yüz hatlarının yanı sıra gelişmiş koku alma duyusuyla gümrük geçişlerinde kaçakçıları tespit etmek ve yasa dışı bir durumu sezmek konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahiptir. Hatta bu şüpheleri onu derinlemesine bir araştırmayı başlatarak çocuk pornografisi halkasının deşifre olmasına kadar götürür. Üstelik bu yeteneği onu hiçbir zaman yanıltmaz. Ta ki daha sonra isminin Vore olduğunu öğreneceğimiz kişi karşısına çıkana değin. Tina gümrük sınırındaki kontrol noktasından geçen yolcular arasında onu gördüğünde bir şeylerden şüphelenir ama bu kez hislerinde bir tereddüt de vardır. Tina bu yolcunun bir şey sakladığından şüphelenir ama bunu destekleyen herhangi bir şey bulamaz ve şüphesini ilk defa ispatlayamaz. Diğer taraftan bu gizemli yabancının onda bıraktığı etkiyi de aklından çıkartamaz.
 


Rezonans kanunu: Benzer benzeri çeker

Bu yabancıya karşı platonik hisler beslemeye başlayan, onu takıntı haline getiren Tina, etrafında sanki ideal partnerini yaşamına çekmesini sağlayacak bir rezonans alanı oluşturur. Hem yaban hem de kent hayatında etkisi belirgin bir şekilde görünen bu çekim gücüyle Vore başka bir seyahat dönüşünde ikinci bir defa Tina’nın karşısına çıkar. Yine benzer şüphelerle onu kontrol noktasına yönlendiren Tina bu defa bu yabancı hakkında bilmediği bir şeyler öğrenir. Biraz merak, biraz da suçluluk duygusuyla kendisi gibi gizemli olan Vore’ye olan ilgisini saklayamayan Tina onunla yakınlık kurmak ister. Ve ilk fırsatta onun kaldığı adrese gider.
 

 
 İki yabancı arasında garip bir aşk hikayesi
 

“Aşk her insanda mevcuttur, aslımızdaki diğer yarımızı arar, iki kişiden bir kişi yapmaya çalışır ve insanın doğasından kaynaklanan yarasına ilaç olur. Her birimiz, bir bütün insanın eşleyen yarılarıyız ve her birimiz bize uyacak o diğer yarımızın arayışı içindeyiz”


Aşkı böle anlatıyor Aristofanes.
 

 
Aşkı konu alan ve ona dair övgüler içeren konuşmaların yer aldığı Platon tarafından yazılmış diyaloglardan olan (Türkçe’ye “Şölen” olarak çevrilen) Symposion’un Aristofanes’e ait bölümünde, ilk insanlar arasında hem iki cinsin cinsel organlarıyla hem de iki yüz, dört el ve dört bacak ile donatılmış bir üçüncü türün varlığından söz edilir. Bu ucubevi yaratıklar yanlamasına ve çok hızlı hareket ederlermiş ve ayrıca çok da güçlülermiş. O kadar ki tanrılar onların üstünlük kuracaklarından endişelenmeye başlayınca bu yaratıkları ikiye ayırmış. “Bölünmüş insanlar sefil haldeydi” diyor Aristofanes;
 

“Her biri diğer yarısının hasreti içindeydi; bu yüzden birlikte tekrar büyüyebilmek için birbirlerini sarıp sarmalarlardı” 

 


Filmi seyrettiğimde bu anlatımı aklıma getiren Tina aslında bir ucube/troll olduğunu bilmiyor ama insan dünyasında kendini tamamen rahat hissetmediğini biliyor. Vore’yle daha sık vakit geçirdikçe hayatının aslında bir yalandan ibaret olduğunu anlayan Tina bu sayede kökenlerini keşfedip iç trolünü tanımasıyla hayatı yeni bir anlam buluyor. Vore ile kurduğu bağlantı, onun bu zamana kadar ifade edemediği bastırılmış duygularını ve özünü ortaya çıkarmasını sağlıyor.
 


Aramızdaki ötekiler

Dünya-dışı akıllı yaşam arayışları sonucunda şimdilik evrendeki tek gelişmiş tür olduğumuz gerçeğine varılmış olsa da 22 Mayıs Dünya Biyoçeşitlilik Günü’nde yapılan bir açıklamada, bugüne kadar dünyada toplam 8.7 milyon türün bulunduğu bilgisi paylaşıldı. Bu bilgiyi göz önüne aldığımda henüz dünya-dışı olmasa da en azından dünya-üzerinde bizim gibi görünen ama bizden farklı olan türlerle bir arada yaşıyor olma ihtimaline doğrusu “neden olmasın” diyesim geliyor. Sınır, herhangi bir film türünden bağımsız olarak, belli sınırlar içinde yaşamak zorunda kalan tüm ötekileşmişlere ait bu olağandışı hikayesiyle, özdeş olmanın ve kendi kimliğini aramanın sürrealist bir yolculuğu olarak seyredilmeyi kesinlikle hak ediyor. 
 


Bir oyuncunun dönüşümü hakkındaki her şey 

Oyunculuk tanımı gereği bir dönüşümdür. Ancak şunu söylemek isterim ki Sınır filminin baş karakteri Tina’ya hayat veren Eva Melander’in bir protez makyajıyla bu görünüşe sahip olduğunu anlamak gerçekten çok zor. 43 yaşındaki İsveçli oyuncu perdede göründüğünden çok daha farklı bir kişi. Filmin başarısı oyuncunun dikkat çeken fiziksel dönüşümüne bence çok şey borçlu.
 


Bundaki en büyük etken bir anlamda oyuncuların İsveç dışında çok fazla tanınmıyor olmasından da kaynaklanıyor. Dönüşümün bu kadar olağanüstü olmasının bir nedeni de kesinlikle bu. Filmi seyrettikten sonra oyuncunun kendi fotoğraflarını görmek beni çok şaşırttı. Parlak mavi gözleri, dalgalı sarı saçları ve o estetik yüz hatlarıyla güzelliği ortada olan oyuncunun yönetmene ilk anda “acaba doğru bir oyuncu mu seçiyorum” tereddüdünü yaşatması çok doğal.
 


Zira aslında Ali Abbasi aktarmak istediği ötekiliği herhangi bir protez makyajından kaçınarak doğal bir makyajla bu filmi çekebilme niyetindeymiş. Ancak yaklaşık iki yıl süre boyunca “İskandinav aktörlerin tüm kayıtlarını” araştırdıktan sonra görünüşe çok fazla odaklandığını düşünen yönetmen, anlatımı zor olan bu duygusal yolculukta birbiriyle doğru kimyayı yakalayacaklarını düşündüğü Melander ve Milonoff ile ilerlemeye karar vermiş.
 


Bunun üstüne Eva Melander daha sert ve güçlü görünmek adına vücut geliştirmek için haftanın dört günü antrenman yapmış. Ve Tina’ya dönüşebilmek için her 90 dakikada bir yemek yiyerek bu rol için tam 18 kilo almış. Tüm bunların yanı sıra her gün dört saatini makyaj koltuğunda geçiren oyuncunun tüm bu meşakkatli çabası nihayetinde Charlize Theron’un Cani (Monster) filmindeki performansından bu yana izlenebilecek en şaşırtan bir oyunculuk performansı ortaya koymuş.
 


Haftanın diğer filmleri

Acemi Kaşifler: Görevimiz Kocaayak

Orijinal ismi Mission Kathmandu: The Adventures of Nelly & Simon olan bu animasyon filminde genç ve acemi bir dedektifin yolu yanlışlıkla yerel bir üniversitede çalışan antropoloji hocasıyla kesişir. Hayırsever birisi tarafından desteklenen Nelly ile obsesif Simon kendilerini kanıtlamak için bir maceraya başlarlar. Simon bir kaşifin eski günlüğünü rehber alarak ilerlediği yolda, efsanevi yaratığın inine doğru ilerlerken Nelly, bilgeliği ile onu bir dizi tehlikeden kurtarmaya çalışacaktır.

Aladdin

Guy Ritchie'nin yönettiği, Will Smith’in oyuncu kadrosunda yer aldığı film; Aladdin, cesaretli ve kararlı Prenses Jasmine ve belki de onların geleceğinin anahtarı olan Genie'nin hikayesini anlatıyor.

Aykut Enişte

Onur Bilgetay’ın yönetmenliğini üstlendiği, Cem Gelinoğlu ve Giray Altınok'un senaryosunu kaleme aldığı Aykut Enişte, ferdi olacağı bir ailenin özlemini çeken kimsesiz Aykut'un kendini bir anda iki farklı ailenin arasında bulmasını anlatıyor.

Karanlık Lanet

Justin P. Lange'in yönetmenliğini üstlendiği Karanlık (The Dark), geçmişlerinde tahayyülü zor istismara maruz kalmış olan yaşayan ölü Mina ile görme engelli Alex'in arkadaş olması sonrası gelişen olayları konu ediniyor.

Şeytanın Kapısı

Orijinal ismi The Devil's Doorway olan bu korku filminde, 1960 yılında İrlanda'da gerçekleşen mucizevi bir olayı belgelemek için Vatikan tarafından iki rahip görevlendirilir. Araştırmalarını kamera ile kayıt altına alan iki rahip, bu mucizenin altında çok daha korkunç bir gerçeğin yattığını keşfeder.    

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU