Kıbrıslı Türkler TRT dizisini yorumladı (2): Kıbrıs davası henüz bitmemiş bir hikaye

TRT 1'de yayımlanan 'Bir Zamanlar Kıbrıs' dizisini HP Lefkoşa Milletvekili Gülşah Sanver Manavoğlu, akademisyen ve tarihçi Prof. Dr. Ulvi Keser ile Kıbrıslı Türk gazeteci Erkan Eğmez Independent Türkçe'ye değerlendirdi

Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi, 15 Kasım 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş kararını ve Bağımsızlık Bildirgesi'ni oy birliğiyle onayladı ve KKTC’nin kurulduğunu tüm dünyaya ilan etti / Fotoğraf: Halkın Sesi Gazetesi

TRT'nin yeni 'Bir Zamanlar Kıbrıs' dizisiyle ilgili Kuzey Kıbrıs'ta tartışmalar devam ediyor.

Diziye dair yapılan yorumlar elbette birbirinden farklı.

Bir kesim 'hataları, eksiklikleri olsa da dizinin Kıbrıs Türklerinin mücadelesini farklı coğrafyalara duyuracak olmasından memnuniyet duyduğunu' belirtiyor. Bir kesim de diziye yönelik eleştirileri dile getiriliyor. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diziyle ilgili eleştiriler ise kendi içinde farklılık gösteriyor. Henüz Kıbrıs meselesi bir "çözüm"e kavuşmamışken, dizinin iki toplumun ilişkilerini zedeleyeceği görüşünü savunan da var. Ada içerisinde dizi tartışmalarının kutuplaşmayı artıracağını düşünenler de yok değil.

Kıbrıslı Türklerin diziye dair görüşlerine yer verdiğimiz dosyanın bu bölümünde, Halkın Partisi (HP) Genel Sekreteri ve Lefkoşa Milletvekili Gülşah Sanver Manavoğlu, Girne Amerikan Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulvi Keser ve Kıbrıslı Türk gazeteci ve televizyon programcısı Erkan Eğmez ile konuştuk.


"Bizim hikayemiz devam ediyor"

Gülşah Sanver Manavoğlu'na göre, Kuzey Kıbrıs'ta diziye yöneltilen eleştirilerin en önemli sebebi Kıbrıs meselesinin hala devam etmesi ve insanların yaşadığı hassasiyet.
 

Gülşah Sanver Manavoğlu.jpg
Halkın Partisi (HP) Genel Sekreteri ve Lefkoşa Milletvekili Gülşah Sanver Manavoğlu


'Bir Zamanlar Kıbrıs' dizisine benzer dünya çapında çokça savaş, katliam ve direniş mücadelesi filmleri yapıldığını söyleyen Manavoğlu, "Bu örnek verilen filmlerde geçen olayların hepsi oldubitti. O zulmü yaşan halklar şu anda kendi ülkelerinde, tanınmış bir ülkenin vatandaşları olarak yaşıyorlar. Bizim hikayemiz ise bitmedi; hala devam ediyor" diye konuştu.

Kıbrıs'ta iki toplum arasında henüz anlaşma sağlanamamış hususlar olduğuna dikkati çeken Manavoğlu, şunları söyledi:

Kıbrıs'ta şu an halihazırda ne olacağı belli olmayan bir durum sözkonusu. Bizim ülkemizde Maraş mevzusu gibi, mülkiyet hakkı uyuşmazlığı gibi mutabakat sağlanamamış hususlar var. Bu Ada'da beraber yaşadığımız komşularımızla 'çözüm' sağlamaya çalışıyoruz. Kuzey Kıbrıs'taki esas hassasiyet bundan kaynaklanıyor. Çünkü Kıbrıs hikayesi şu anda bitmemiş bir hikayedir.


"Bu dizi çekilirken Kıbrıslı Türklerle biraz empati yapılması lazım"

Manavoğlu, "Şimdi bu diziyi çeken ekip, bunun bir kurgu olduğunu söyleyecektir. Fakat Kıbrıslı Türklerin bu hususta ciddi bir hassasiyeti var. Bu konu kapanıp bitmediği için her şeyi en ince detayına kadar ele alıp, tartışıyorlar" ifadelerini kullandı. 

"Ben vatansever ve milliyetçi bir ailenin mensubuyum. Babam Ahmet Sanver, Türk Mukavemet Teşkilatı'nın bir üyesidir. Aynı zamanda o dönemin mücahitlerindendir" diyen Manavoğlu, "Fakat rasyonel olduğum için her zaman iki taraflı bakarım meselelere. Bu dizi çekilirken Kıbrıslı Türklerle biraz empati yapılması lazım" dedi.

Ayrıca Manavoğlu, dizide Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesinin doğru yansıtılmadığı eleştirilerine hak verse de yine de sabırlı davranılması gerektiğini düşünüyor;

Dizide gördüğümüz repliklerden yola çıkarak, sanki Kıbrıs Türk'ü olması gereken bir duruşta gösterilmiyor. Fakat henüz birinci bölümü izledik yalnızca. İlerleyen bölümleri görmek gerekir.


"Bu dönem birleştirme dönemi olması gerekirken, kutuplaşma olmaması lazım"

Manavoğlu'nun en önemli gördüğü nokta ise, Kuzey Kıbrıs'ta dizi tartışmalarının kutuplaşmayı artırma eğiliminde olması.

Bu eğilim ile ilgili ise Manavoğlu, Kıbrıs Türk toplumunun varoluş ve özgürlük mücadelesi lideri Dr. Fazıl Küçük'e yönelik söylemleri Kuzey Kıbrıs'ta tepkiyle karşılanan Orhan Baylan adlı yazarı örnek gösterdi. 

Söz konusu olayda Orhan Baylan, merhum Dr. Küçük'ü de sert sözlerle andığı 'Bir zamanlar Kıbrıs' başlığıyla 5 Nisan Pazartesi günü YouTube'dan bir video yayımladı. Bu videoda kullandığı hakarete varan sözler Kuzey Kıbrıs kamuoyunda tepkiyle karşılandı. 

Bunun üzerine KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Dr. Fazıl Küçük'e yönelik saldırılar ile ilgili gerekli yasal işlemlerin yapılması talimatını verdiğini belirterek, "Ulusal liderimize sahip çıkıyoruz. Dr. Fazıl Küçük kırmızı çizgimizdir" açıklamasında bulundu.

Kuzey Kıbrıs kamuoyunda tepkiyle karşılanan bu örneği veren Manavoğlu, şunları söyledi:

Bu dizi olmasaydı bu adam konuşmayacaktı demek istiyorum ben aslında. Dizi üzerine yapılan bu gibi konuşmalar Kıbrıslı Türk liderleri ve Kıbrıs halkını itibarsızlaştırmaya çalışan bir görüntü veriyor. Çünkü bu konuşma ve tartışmalar süreceğe benziyor. Ve bu da kutuplaşmaya yol açıyor. Esas sitem de bence budur. Bu şekilde düşünen çok insan var. Bu dönem birleştirme dönemi olması gerekirken, kutuplaşma olmaması lazım.


Son olarak, 27-29 Nisan'da Cenevre'de gerçekleştirilecek gayri resmi 5+1 zirve öncesi, zamanlama açısından bu dizinin yayımlanmasını yanlış olarak değerlendirenler de olduğunu belirten Manavoğlu, "Ben zirve öncesi yapılmasının tehlikeli olduğunu düşünmüyorum. Bana göre bu, zirveyi etkilemeyecektir. Benim çekincelerim ülke içerisindeki yansımalarıyla ilgili" diye konuştu.


"Kıbrıs Türk mücadelesini anlatması açısından düşününce son derece olumlu, ama..."

Independent Türkçe'ye diziyle ilgili görüşlerini aktaran bir diğer isim ise Kıbrıslı Türk tarihçi ve akademisyen Prof. Dr. Ulvi Keser.

TRT'de Kıbrıs ile ilgili bir dizinin yapılmasını "Kıbrıs Türk mücadelesini anlatması açısından düşününce son derece olumlu" gördüğünü belirten Prof. Dr. Ulvi Keser ise, "Ama Kıbrıs'ı solumuş, Kıbrıslı Türk bir akademisyen olarak konuştuğumda ciddi yanlışlar olduğunu görüyorum" sözleriyle eleştirileri olduğunu vurguladı.
 

Prof. Dr. Ulvi Keser.jpg
Girne Amerikan Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulvi Keser


"Bu dizinin başında 'Burada anlatılan olaylar, hiçbir kişi, yer, zaman, karakterle ilintili değildir. Hayal mahsulüdür' dense muhtemelen tepki de olmayacak. 'Biz bunları benzettik, Kıbrıs'a benziyor' denilir, geçilirdi. Ama böyle bir şey yok. Dolayısıyla bir tarihi roman gibi, tarihi dizi çekilmiş" ifadelerini kullanan Prof. Dr. Keser, bu açıdan düşünüldüğünde ise dizide "iki vahim hata" gördüğünü belirtti.

Teknik maddi hataları da ayrı tuttuğunu ve bunların düzeltilebilir olduğunu söyleyen Prof. Dr. Keser, "Benim çok hırpalayıcı olmadan, 'İçimizdeki İrlandalılar' diye tabir ettiğim, kendi evinin önünü süpürmeyen ama ayağı taşa takılıp düştüğünde dönüp Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne sövüp sayanların eleştirilerini de bir kenara bırakıyorum. Onlar, ağzımızla kuş tutsak dahi hiçbir şeyi beğenmezler, onları bir kenara ayırıyorum" diye konuştu.


"O tarihte dizide olduğu gibi Kıbrıs'ın dört bir tarafında bu şekilde saldırılar yaşanmadı"

Tespit ettiği iki hata üzerine konuşan Prof. Dr. Keser, "Birincisi şu: Bir defa tarihi gerçekler anlamında örtüşmüyor. Dizinin birinci bölümü 21 Aralık 1963 tarihinde geçiyor. O tarihte dizide olduğu gibi, Kıbrıs'ın dört bir tarafında bu şekilde saldırılar yaşanmadı" dedi ve ekledi:

Sadece Lefkoşa Suriçi'nde Tahtakale denilen mahallede Türk Mukavemet Teşkilatı'nın (TMT) istihbarat biriminde çalışan Cemaliye Emirali ve Zeki Halil isimli iki kahramanın, dördü Rum polis teşkilatında, biri de sivil ve kimliği belli olan 5 kişi tarafından katledilmesi var. Ardından da olaylar 24 Aralık 1963'te Kumsal Saldırısıyla devam eder. Sonra Ada'nın farklı yerlerine sıçrar. Ki ben bunların hepsini 'Kanlı Noel' adlı kitabımda yazdım.


"Grivas 1963'te Ada'da değildi; sorumlu olarak gösterilmesi gereken kişi Polikarpos Yorgacis"

Dizide gösterildiği gibi bir olaylar zincirinin söz konusu olmadığını söyleyen Prof. Dr. Keser, 1959 yılının sonunda EOKA'nın başındaki Grivas'ın Yunanistan'a döndüğünü ve dizideki olayların başladığı 63'te Ada'da bulunmadığını anlattı:

Grivas'ı getirdik bu olayların başındaki sorumlu haline soktuk dizide. Yani tarihi gerçeklerle bu kadar oynamamak lazım. 21 Aralık 1963 saldırılarının ardından devam eden süreçte, Akritas denilen bir illegal derin devlet yapılanmasının başında o dönemde İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis var. Dolayısıyla sorumlu olarak gösterilmesi gereken kişi Polikarpos Yorgacis. Dizide bu olaylarla ilgili olarak onu da görmedik. Neyi gördük; Grivas ve 15 Temmuz 1974'te Makarios'a darbe yapan üniformalar içerisindeki Nikos Sampson'u gördük. 


Dizide beraber gösterilen Grivas ve Nikos Sampson'un hiç bu şekilde bir araya gelmediklerini söyleyen Prof. Dr. Keser, "Siyasi anlamda da Makarios, Grivas ve Nikos Sampson birbirlerine yakın insanlar değil. 15 Temmuz 1974'te Makarios'a darbe yapan kişidir Nikos Sampson. Dolayısıyla bir araya gelmeleri söz konusu değil. Tarihi anlamda birbiriyle çelişen ciddi hatalar ve üzerinde durulmayan noktalar var. Bu açıdan yanlış olmuş" dedi.


"Kıbrıslı Türkler boyunduruk altında çaresiz insanlar olarak gösterildi"

Prof. Dr. Keser, "Hepsinden önemlisi dizide öyle bir gösterildi ki Kıbrıslı Türkler hiç mücadele etmeyen, direniş göstermeyen, zoru görünce kaçan, pasif, edilgen, yönetilmeye hazır ve Rum'un boyunduruğu altında çaresiz yaşayan insanlar olarak gösterildi. Asla öyle bir şey yok. Yani 100 yıl geriye gidersek, Kıbrıslı Türklerin son 100 yılında hem diplomasi masasında, hem de silahlı mücadelede çok ciddi kahramanları vardır; hem kadınlar hem de erkekler olarak" şeklinde konuştu.
 

Mücahitler, 11,43mm M1928 THOMPSON ile.jpg
Kıbrıslı Türk Mücahitler


"Diplomasi masasında Kıbrıslı Türklerin hakları savunulurken, kendileri 1918'de Meclis-i Milli diye bir ulusal meclis kurmuşlardır. Milli Mücadele içerisinde de Kıbrıslı Türkler, bizim insanımızla beraber gelip Anadolu'da savaşmışlardır" diyen Prof. Dr. Keser, sözlerine şunları ekledi:

1950'li yıllarda Türkiye'nin Dışişleri Bakanı, 'Bizim Kıbrıs diye sorunumuz yoktur' dediği süreçte, Kıbrıslı Türkler Volkan gibi, 9 Eylül gibi, Türk Mukavemet Teşkilatı gibi yeraltı örgütlerini kurmuş; silah, Kur'an'ı Kerim ve bayrak üzerine yemin etmiş, tıpkı Anadolu'daki Kuvayi Milliye mücadelesi gibi örgütlenmişlerdir. 7'den 77'ye; kadınlar da erkekler de.

Örneğin o dönemi yaşayan kadınların neredeyse tamamı, benim annem dahil, onlar içerisindedir benim annem de sahra hastanesinde bir savaş anında yaralıya nasıl müdahale edeceğini bilir. Hemşirelik eğitimi de görmüşlerdir Kıbrıslı Türk kadınlar.

 

Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş.jpg
Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş


"Adına 'Bir Zamanlar Kıbrıs' diyorsanız, dikkat etmeniz gereken şeyler var; realiteye uygun değil"

"Sapla samanı birbirine karıştırmamak lazım. Güzel insanlarımız var bizim Kıbrıs'ta. Tabii ki anlatılsın, bizim Ada'da yıllar boyunca neler çektiğimizi dünyanın dört bir yanında görsünler, gönül ister ki farklı dillere de çevrilsin" diyen Prof. Dr. Keser, teknik olarak detaylara da takılmadığını, tarihi gerçeklerin saptırılmasına tepki gösterdiğini ifade etti:

'Kıbrıs ağzı olsaydı', 'Kıbrıs'ta trafik soldan akar, dizide hatalı', 'O kılık kıyafet bize uygun değil', 'EOKA'cılar üniformayla sokakta geziyor, o dönem EOKA yok' gibi hatalar olabilir, bunları geçiyorum. Ama bu yapımın adına 'Bir Zamanlar Kıbrıs' diyorsanız, dünkü Kıbrıs'ı anlatıyorsanız dikkat etmeniz gereken bazı şeyler var. Rauf Dektaş, Fazıl Küçük gibi insanları böyle edilgen, yönetilen, boynu bükük göstermek hiç hoş değil. Realiteye de uygun değil.
 

 

"Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş, dizideki gibi ağlamaklı, edilgen bir görüntüde asla olmadılar"

Dizide Kıbrıs Türk toplumu liderleri Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş'ın da "son derece silik bir görüntüde" olmasından duyduğu üzüntüyü paylaşan Prof. Dr. Keser, ikinci bölümün fragmanı için "Ağlayan bir Rauf Denktaş var. Mümkün değil bu!" sözleriyle tepkisini dile getirdi: 

Rauf Bey'in ilk kod ismi 'Mülayim'dir, 1958'den sonra 'Toros' ismini alır. O mücadelenin içerisinde 1963'de Makarios, Denktaş'ın Ada'ya girişini yasaklar. Gizlice Erenköy'e çıkar ve yakalanır, esir düşer 12 gün. Ama hep dik durmuştur, dirençli durmuştur.

Dr. Fazıl Küçük de öyle… Volkan teşkilatının kurucusudur, Lefkoşa Ortaköy'de kendi etrafındaki yakın arkadaşlarıyla birlikte bir yeraltı teşkilatlanmasının içerisindedir. Dizide gördüğümüz gibi böyle ağlamaklı, pasif, edilgen bir görüntüde asla, hiç olmadılar. Ne dirençlerini, ne ümitlerini yitirdiler. Denktaş ve Küçük aileleri de tepkilerinde çok haklı.

 

Harekat sırasında, Girne'ye giren ilk Türk tankın üzerine çıkıp askerleri selamlayan Rauf Raif Denktaş.jpg
Harekat sırasında, Girne'ye giren ilk Türk tankın üzerine çıkıp askerleri selamlayan Rauf Raif Denktaş

 

"Bir süreç içerisinde Kıbrıslı Türkler devlet oldu; bu çok kolay bir mücadele değil"

"Altını çiziyorum; böyle bir dizi tabii ki yapılsın, arkasındayım, her türlü desteği de veririm" diyen Prof. Dr. Keser, bu olayların çok daha kötüsünü bizzat yaşadıklarını belirtti:

Yani Rumların neler yaptığını biz dün de biliyorduk, bugün de biliyoruz, yarın da bileceğiz. Yani Grivas ile Makarios'un 'Ateşle su ne zaman bir araya gelir, o zaman biz Türklerle bir araya geliriz, beraber yaşarız' sözünün biz bu Ada'da ne anlama geldiğini biliyoruz. 'En iyi Türk ölü Türk'tür' lafının ne anlama geldiğini biz biliyoruz. Bu konuda bir beis yok. Ama bizim tarihimizin iyi anlatılması lazım. Kıbrıslı Türkler dik durdular.
 


"Böyle bir çaresizliğin içerisinde değildi Kıbrıslı Türkler; zoru görünce kaçmadılar"

"Dünya coğrafyasının farklı yerlerinde yaşayan Türklerin hiçbiri Kıbrıslı Türklerin yaptığı gibi sürekliliğini sağlayamadı" şeklinde konuşan Prof. Dr. Keser, sözlerine şunları ekledi:

Cemaatle başlayan, toplumla devam eden, Kıbrıslı Türk Kurumları Federasyonu olan, Türk Cemaat Meclisi haline gelen, devamında Otonom Türk Yönetimi, sonrasında Kıbrıs Türk Federe Devleti ve en sonunda da Kıbrıs Türk Cumhuriyeti haline gelen bir sürecin içerisinde Kıbrıslı Türkler halk oldular, devlet oldular. Bu çok kolay bir mücadele değildir, bunun altının çizilmesi lazım.
 


Kıbrıs Türk mücadele tarihinin dizide doğru yansıtılmadığı görüşünü aktaran Prof. Dr. Keser, şu bilgileri paylaştı:

Bir, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ne bağlı olarak bizim Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı diye bir askeri birliğimiz var 650 kişilik. 16 Ağustos 1960'dan itibaren Kıbrıs'ta görev yapan bir birlik. İkincisi, Rıza Vuruşkan'ın komutanlığında fiili olarak 1 Ağustos 1958'den itibaren işin içinde olan.

Türkiye daha işin içine girmeden öncesine bakacak olursak ise 15 Kasım 1957'den itibaren Türk Mukavemet Teşkilatı diye bir direniş örgütü var, her köyde her kasabada. En son 74'e kadar 13 sancakta Kıbrıslı Türkleri örgütleyen, istihbarat, hareket, lojistik, personel, sağlık; iletişim, muhabere, haberleşme anlamında normal bir düzenli ordunun bütün imkan ve kabiliyetlerini bir yeraltı örgütü çerçevesi altında yapan bir TMT vardır.


Dizinin geçtiği 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin kendi imkanlarıyla Kırıkkale adında silah atölyeleri kurduklarını anlatan Prof. Dr. Keser, "Örneğin Lefke'deki Motor Sanat Okulu'nda öğretmenlerin yardımıyla, Lefkoşa'da, Mağusa'da havan imalatı yaptılar. Otomobillerin, kamyonların direksiyon millerinden tüfek yaptılar. Karyola demirlerinden silah yaptılar. Hiçbir şey bulamazlarsa TMT'nin çıkardığı Nacak gazetesi vardır, ona adını veren nacakla silahlı Rumlara karşı mücadele ettiler. Yani dizide anlatıldığı gibi zoru görünce Kıbrıslı Türkler kaçmadılar" ifadelerini kullandı.
 

 

"'Ben hiç doğum yapamadım, silah sandıkları taşımaktan hep düşük yaptım' diyen Sıdıka teyzeyi inkar mı edeceğiz?"

Prof. Dr. Keser'e göre, dizinin hayali bir yönü daha söz konusu: "Bir kara bereli çıktı dizide; Türkiye'den istihbaratçı bir Türk geldi ve Kıbrıs'ı kurtarıyor. Bu olacak şey değil." 

"Biz burada çok acılar çektik. Dizide gösterilenlerden de daha kötülerini yaşadık, bunun altını çiziyorum" diyen Prof. Dr. Keser, "Ben bütün ömrüm boyunca Kıbrıs çalıştım, yarım saat öncesine kadar elimdeki belgeleri araştırıyordum. Tüylerimi diken diken eden belgeler, fotoğraflar elimde. Biz, Rum saldırılarında daha kötülerini de yaşadık, 1974'e kadar gelinen süreçte o mezalimleri yaşadık. Bunları anlatmakla bitiremeyiz. O ayrı bir şey. Ama birincisi, Kıbrıslı Türkler zoru görünce, silahı görünce, saldırıyı görünce kaçan insanlar değil. İkincisi, tarihi gerçek anlamında da Türkiye'den böyle bir kara bereli bir polis ya da istihbaratçı gelip de Kıbrıslı Türkleri hiçbir zaman kurtarmadı. Bu tamamen hayal ürünü" diye konuştu.

Prof. Dr. Keser, sözlerini şöyle sürdürdü:

1955-57'lerde Bereketçileri, Türkiye'ye balıkçı sandallarıyla gidip, 'Biz vatan müdafaası için sizden silah istiyoruz' diyen Vehbi Mahmutoğlu'nu, Cemal Mahmutoğlu'nu, Kemal Abdullah'ı, Kemal Saliboylu'yu, onların nereye gittiğini bilmez kocalarının arkasında duran eşlerini, Galatya'da (Mehmetçik) silah nakli için uğraşan; 'Ben hayatımda hiç doğum yapamadım, silah sandıkları taşımaktan hep düşük yaptım' diyen Sıdıka teyzeyi inkar mı edeceğiz?.. Böyle bir şey olamaz.
 

1958-59'lı yıllar, Erenköy kıyısında bir balıkçı teknesi; içerisinde gerçek balıkçı ve birkaç TMT üyesi askerle, mücahitlere ve adadaki askerlere mühimmat ulaştırıyor.jpg
1958-59'lı yıllar, Erenköy kıyısında bir balıkçı teknesi; içerisinde gerçek balıkçı ve birkaç TMT üyesi askerle, mücahitlere ve Ada'daki askerlere mühimmat ulaştırıyor

 

"Böyle bir kara bereli yok; Kıbrıslı Türklerin mücadelesi gösterilseydi daha etkili olacaktı"

Prof. Dr. Keser, "Ada'nın İngilizlerin eline geçtiği 1878'den itibaren Kıbrıslı Türkler, 'Yönümüz Anadolu'dur, Toroslardır, Akdeniz'dir, Türkiye'dir' demiş ve bunu hep devam ettirmişlerdir. Türkiye'den hiç umudunu kesmemiş, 'Biz varsın sefil yaşayalım ama bizim anavatanımıza bir şey olmasın' demiş. Bütün çareyi, sığınılacak liman, derman anlamında Anadolu'da, Türkiye'de görmüş. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de her türlü desteği, yardımı esirgememiş ama böyle bir kara bereli yok" diye konuştu.

"Kıbrıslı Türkleri ön plana çıkaracak, onların mücadelesini 7'den 77'ye ortaya koyacak bir görüntü olsaydı; Tahtakale semtinde o Rum'un katlettiği iki kişi Cemaliye Emirali ve Zeki Halil gibi kahramanların evlerine saldıran 4 polis ve 1 sivil EOKA'cıya karşı nasıl direndiklerini gösterselerdi çok daha etkili olacaktı" diyen Prof. Dr. Keser, "Benim gibi sağduyulu düşünen insanların diziye tepkisi bu şekilde" ifadelerini kullandı.
 

Rauf Denktaş TMT.jpg
Rauf Denktaş TMT mensupları ile birlikte


"Sampson gibi bir katille, bir Kıbrıslı Türk kadınının bir araya gelmiş olması Kıbrıslı Türklere hakarettir"

Prof. Dr. Keser'in "umarım böyle bir şey yapmazlar" uyarısı eşliğinde yaptığı bir diğer eleştirisi ise, dizinin ilk bölümünün sonunda sahnelenen Nikos Sampson ile filmin kahramanlarından Kıbrıslı Türk karakter İnci arasında bir aşk hikayesi iması yapılması.

"Kıbrıs'ta böyle bir şey asla mümkün değil. Çok istisnadır, bir ya da ikidir. Böyle bir şey olamaz. Hele ki Kıbrıslı Türk bir kadın Sampson gibi bir katille hiç olmaz" diyen Prof. Dr. Keser, şunları söyledi:

Nikos Sampson, eli kanlı, EOKA teşkilatının en acımasız, en vahşi 5 katilinden bir numaralısıdır. Sampson yüzünden daha sonra adı 'Ölüm Yolu'na çıkan Ledra Palace önündeki 'Uzun Yol'da, yanından geçen İngiliz'e, kendilerine yardım ve yataklık etmeyen Rum'a veya Türk'e belinden çıkarıp silahını ateş eder, öldürür. Hemen oraya bisikletli bir EOKA'cı kız gelir, silahı uzaklaştırır. Ve gazeteci kimliği altında Nikos Sampson daha bir dakika önce öldürdüğü veya hala can çekişen o insanın fotoğrafını sanki kendisi öldürmemiş gibi çekip, gazetede yayımlar. Bu derece soğukkanlı bir katil. Konunun pozisyonu ne olursa olsun, böyle bir katille, bir Kıbrıslı Türk kadınının bir araya gelmiş olması Kıbrıslı Türklere hakarettir. Çok net söylüyorum. Çok üzücü.
 

Askeri üniformalı Nikos Sampson Polignosi.jpg
Askeri üniformalı Nikos Sampson / Fotoğraf: Polignosi


"Sırf Nikos Sampson'un bu cinayetleri yüzünden İngilizler döneminde Sıkıyönetim Mahkemesi, kızların bisikletlere binmesini yasaklamıştı. Çünkü bisikletin önündeki küçük sepetleri var, hemen Sampson elindeki silahı o sepetin içerisine bırakır ve bisikletli kızlar silahı uzaklaştırırdı" diyen Prof. Dr. Keser, şöyle devam etti:

Eli kanlı katildir Nikos Sampson, kendi insanını öldüren bir katil. 15 Temmuz 1974'te yaptıkları darbede kamyonlar dolusu insanı öldürürdüler; kendi insanlarını… Sırf Kıbrıs Adası'nı ENOSİS düşüncesi içerisinde Yunanistan'a bağlayabilmek için. Gözünü kırpmadan öldürür, öldürdü de. İnsanlık anlamında zaten bir yüz karasıdır. Rahmetli Rauf Denktaş, Nikos Sampson'u Kıbrıslı Rumların, o dönem Yunanistan'ının Adolf Hitleri olarak nitelendirir.


"Türk kadınının, katil Sampson'un sevgilisi olması ne demek! Yazıklar olsun"

Dizide Nikos Sampson ile bir Kıbrıs Türk kadınının arasında geçen aşk hikayesi imasına en çok tepki veren isimlerden biri de gazeteci ve televizyon programcısı Erkan Eğmez.

Dizide kendisini en çok rahatsız edenin Sampson'un Kıbrıslı Türk bir kadınla aşk hikayesi imasının olduğunu söyleyen Eğmez, "Türkçe konuştuğum gibi Yunanca konuşurum. Kesintisiz 13 yıldır TV programı yapıyorum. Bizzat çok konuştum Kıbrıslı Rumlarla, Sampson'un öyle bir sevgilisi olmadı. Ve bu bizi aşağılıyor" sözleriyle tepki gösterdi.
 

Erkan Eğmez2.jpg
Kıbrıslı Türk gazeteci ve televizyon programcısı Erkan Eğmez 


"Yani 'Kıbrıslı Türk kadınlar, EOKA lideri katil Sampson'la sevgili olabiliyor.' Ne demek bu yahu? Tarihte böyle bir şey olmuş olsa, 'tarihtir, yaşanmıştır' deriz. Ama öyle bir şey yoktur. Yalandır bu ve bizim aşağılanmamızdır. Ben onun için bundan TMT mensuplarının da bundan rahatsız olacağını ifade ettim. Benim Cumhurbaşkanım da, hepsini alkışladı. Ben alkışlamam. Yazıklar olsun bunu yazana! Yaşanmış olsa tamam, ama yok öyle bir şey. Bu bende bardağı taşıran son damla oldu" dedi.
 


"Hayaller değil, doğrular anlatılsın; Türk Mukavemet Teşkilatı'nın direnişi anlatılmıyor"

"Bizim diziye eleştirilerimizin amacı, hayaller değil, doğrular anlatılsın" diyen Eğmez, "TMT'nin direnişi anlatılmıyor. Benim tarihsel sürece yönelik en büyük itirazım, 1958 TMT'nin resmen kurulduğu tarihtir. Yeraltında kuruluyor. TMT'yi Üç kişi kuruyor: Rauf Raif Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Rıza Vuruşkan. TMT kurulduktan sonra da burada TMT mensupları askeri bir eğitim almaya başlıyorlar. Ve dönem dönem Türkiye'ye gizli bir şekilde gidip eğitim alıyorlar, silah kullanmayı öğreniyorlar. Erenköy'den gizli gizli silahlar buraya çıkarılıyor, dağıtılıyor. Mesela Akıncılar köyünde silahlar orada gömülü bir şekilde muhafaza ediliyordu ve oradan dağıtılıyordu. Benim rahmetli babam TMT mensubuydu. Bunlar dizide yok sayıldı" ifadelerini kullandı.
 

TMT ve mücahitler, kıyaya getirilen mühimmat ve silahları alıyor, 60'lar..jpg
TMT ve mücahitler, kıyaya getirilen mühimmat ve silahları alıyor, 60'lı yıllar.


"İşte bunlar Kurtlar Vadisi'nde yaşananlar"

Dizinin 1960'da başlatılmasını da "yanlış" olarak yorumlayan Eğmez, "TMT hiç anlatılmıyor. 1930'larda yaşanan toplumsal kavgalar var. Hiçbir şey yapmasalar Volkan ile Karaçete var. Bunlar 1950'lerden önce oluşan teşkilatlardır. İlk örgütlenme 1930'lardadır. Bunlar yok sayılıyor" dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

Ansızın bir mektup ile devreye Türkiye'den gelen bir müfettiş sahneye giriyor. Rauf Raif Denktaş da dizideki sahnede buna 'Sürpriz' diye karşılık veriyor. O birkaç saniye içerisinde anlatılıyor tüm bunlar. Gidiyor üç kişi, 50 kişiyi öldürüyor. O müfettiş bir köyü kurtarıyor, ardından başka bir köyü kurtarıyor. Benim aklıma şunu demek geldi: İşte bunlar Kurtlar Vadisi'nde yaşananlar.
 

 

"Türkiyesiz biz burada nefes bile alamayız, bunu kimse tartışmıyor" 

Eğmez, "En önemlisi başlangıç tarihi itibarıyla dizi öyle bir şekilde başlatıldı ki hatalıydı. 'EOKA terör örgütü insanlarımızı katletti mi?' Evet, katletti. Bu konuda hiçbir şüphe yoktur, tarihimizde zaten bunlar yaşandı. Ama bu şekilde yaşanmadı" diye konuştu.
 


Olay başladığı zaman Türk Mukavemet Teşkilatı'nın (TMT) direnişçileri olduğunu ve bu mücahitlerin dizide hiç işlenmediğine işaret eden Eğmez, son olarak şunları söyledi:

TMT'den önce Volkan vardı, Karaçete vardı. Bunlar Kıbrıslı Türklerin kendiliğinden oluşturulan yeraltı direniş örgütleriydi. TMT, tüm bu örgütleri kendi çatısı altında toparladı ve düzenli bir mukavemet ordusu yaratıldı. Bu da Türkiye'nin desteğiyle tabi ki. Türkiyesiz biz burada nefes bile alamayız, bunu kimse tartışmıyor.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU