Alev Alatlı: Kültürel iktidarın sahibi popülizmdir. Popüler dogma ise meydanı "kifayetsiz muhterislere" açıyor

Independent Türkçe'ye konuşan yazar Alev Alatlı, Türkiye'ye özgü olmadığını söylediği "popülist dogma"nın ehil kişileri sıradanlaştırarak meydanı kifayetsiz muhterislere bıraktığını söylüyor

Alev Alatlı

Independent Türkçe’nin ilgi gören “AK Parti ‘kültür iktidarını’ neden kuramadı” başlıklı röportaj serisi sona erse de yankıları sürüyor. 

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu Üyesi de olan yazar Alev Alatlı kültür üzerinde bir iktidar kurulamayacağı görüşünde.

“Kültür”ün boşlukta tekevvün etmeyeceğini ve insanların üzerine dilenilen seciyenin çizilebileceği boş sayfalar olmadığına değinen Alatlı, “Binlerce yılın inançları, değer yargıları, doğru/yanlış cetvelleri, yaşam biçimleri, sanatları, mimarileri, müzikleri vb. ile yoğrulan “kültür”e iktidar olunmaz” diyor.

İktidar olmanın şartı popülizmden geçiyor

Siyasi iktidarların olsa olsa mevcut kültürlerin cismanileşmiş halleri olduğunu belirten Alatlı, iktidar olmanın şartının ise “hele ki demokrasilerde” ucundan, kıyısından da olsa popülizm olduğunu ifade ediyor:

“AK Parti ‘kültür iktidarını’ neden kuramadı” başlıklı bir röportaj serisi yaptık” diyorsunuz. Kolay gelsin ama az önce de söylediğim gibi AK Parti ya da değil, demokrasilerde siyasi partiler kültürel iktidar olamazlar. Olsa olsa dünya görüşlerini kendininkilere benzettiklerinin yollarını açar, şu ya da bu biçimde teşvik ederler. CHP veya “sol” siyasetin revaçta olduğu dönemlerde, TRT’nin, TDK’nin, TTK’nin edebiyat ödüllerinin aynı jüriler tarafından aynı arkadaşlara verildiğini hatırlayın. İşin tabiatı böyledir.

Alatlı, “devlet ateizmi” de ilan edilse, milyonların katledilmesine razı da olunsa bir “Sovyet insanı” yaratılamadığını ifade ederek, “Bir süre beş yıl, on yıl, elli yıl iktidarda kalıyorsunuz, sonra bir de bakmışsınız insanlar asıllarına rücu etmişler. Diyeceğim, toplumun konjoktürel heva ve heveslerini iyi okuyan, icraatı dünya koşullarına da pek ters düşmüyorsa, iktidara geliyor” diyor.

21.yüzyılın düşünce ve duygu biçiminin, zeitgeist, postmodern çıkışlı olduğunu anlatan Alatlı bu biçimin “Bir düşüncenin diğerinden daha doğru olamayacağı” söylemi üzerine kurulu olduğunu belirtiyor.  

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"Kültürel iktidarın sahibi popülistlerdir: Hiç kimse"

Ancak günümüze gelindiğinde, insanlık ve dünyanın bütünü üzerinde düşünen, nereye gittiği ve/veya gitmesi gerektiği hakkında fikir beyan eden tutarlı ideolojileri olan köklü siyasi partilerin yerlerini, Trump örneğinde olduğu gibi, “seçmenlerin saklı tutkularını, güvensizliklerini, korkularını sezen ve istismar eden” popülist partilere bıraktıklarının altını çizen Alatlı, Popülistlerin şiarının “nabza göre şerbet vermek” olduğunu söyleyerek şöyle devam ediyor:  

Ne var bunda da diyebilirsiniz, demokrasinin bir tarifi de ‘en çok sayıda insana en yüksek düzeyde mutluluk’ sağlamak değil midir? Öyledir. Nitekim Saddam Hüseyin’in Avrupa’daki ender müdafilerinden Avusturya Özgürlük Partisi ile Müslüman denince tüyleri diken diken olan Avusturya Halk Partisi koalisyon kurabilmiştir.

Söz konusu “kültürel iktidarın” sahibinin de popülizm olduğunu söyleyen Alatlı şu şerhi düşüyor: “Yani hiç kimse.”

“Popülizm”in harbi Türkçesi, “halkçılık”;  Avusturyalı Karl Lueger’inki gibi sağcı halkçılık da olsa,  Rus Narodniki hareketinin solcu halkçılığı da olsa, popülist söylem var olan düzenin sıradan insanları mağdur ettiği düşüncesi üzerinden gelişiyor. Her ikisi de, düzen muhalifi argümanlardan besleniyor, düzenin kendilerine hak ettikleri yaşamı sağlamadığından yakınan kitlelerin desteği ile güçleniyor. Yine her ikisi de toplumu “kurulu düzen”e muhalefet ettikleri yanılgısına sürüklüyor. 

Türkiye’deki muhalefet partilerini anımsatan bir yanı var demez misiniz? Ekonominin dikişleri patlıyor, Akşener’den meselâ Merkez Bankasına ilişkin bir eleştiri duydunuz mu? Diğer bir deyişle esasa taalluk eden meselelerin üstlerini örtülüyor. Cemil Meriç olsa, obskürantizm derdi, “bilmesinlercilik.” Bir diğer ortak noktaları, soy, kalite, zekâ, beceri, tecrübe, liyakat veya servet sahibi olan seçkinler’in topluma daha faydalı olacaklarını, kitleleri daha iyiye yönlendireceklerini savunan elitizm ideolojisine karşı olmaları.

Popülizmin “halk”ın değerlerini, inançlarını, yargı ve önyargılarını olduğu gibi verili bir durum olarak kabul ettiğini, belirli bir ideal, bir ülkü veya felsefe doğrultusunda değiştirmeye, iyileştirmeye yeltenmediğini söyleyen Alatlı, aynı zamanda “Halk”ı rahatsız eden oluşumlara “halk”ın yadırgamayacağı popüler çözümler üretmekte yoğunlaştığını ya da en azından yoğunlaştığı izlemini verdiğini belirtti. 

"Sonsuza dek süren iktidar yoktur"

Popülizmin aynı zamanda “halk için, halkla omuz omuza çalıştığı” algısını yaratmaya çabaladığını da ifade eden Alatlı, “Bu söylediklerimi becerebilen bir kadro kurabilirseniz, ne alâ. Demokrasi, özgürlük, insan hakları kavramlarının “sübyancılık”ı dahi mazur gösterebilecek şekilde esnetilebildiklerini gözden kaçırmayın" diyerek  2018 itibariyle dokuz AB ülkesinde “IPCE” olarak tanınan “Uluslararası Sübyancılık ve Çocuk Serbestleşmesi Federasyonu’nun şemsiyesi altında faaliyet gösteren pedofili destekçisi 34 sivil toplum kuruluşu olduğuna değiniyor. 

Sonsuza dek süren bir iktidarın elbette olmadığını, insanların ağır da olsa değiştiklerini söyleyen Alatlı, “Bir de bizimki gibi genç nüfusunuz varsa, Menderes şöyle dursun, 12 Eylül’ü bile hatırlamıyorsa, 2001 krizinde doğan askerlik çağına gelmişse" diyerek “Popülist dogmanın şiar olduğu 21. Yüzyılda popülist kalmak kolay değil” diyor.

 

Alev Alatlı (2) AA.jpg
Alev Alatlı


"Popülist dogma, rol model olması gereken ehil dehaları sıradanlaştırıyor"

Peki, “popülist dogma” ne demek?

“Popülist dogma”nın, 21. yüzyılda Avro-Amerikan toplumunu etkisi altına aldığı gözlemlenen “anti-elitist” ideolojinin çıktısı olarak tanımlandığını ifade eden Alatlı bu durumun  İletişim teknolojisinin ihya ettiği medya ve sosyal medya vasıtasıyla dünyanın geri kalanına sirayet ettiği kaydedildiğini belirtiyor. 

“Elit”den kastın, toplumun üretim araçlarını elinde tutan varsıl kesimi ya da Türkiye özelindeki “Beyaz Türkler” yakıştırmasının ima ettiği ayrıcalıklar manzumesinin ötesinde bir şey olduğuna değinen Alatlı, belirli bir alanda titiz çalışma yürüten, zahmetli bir konuda uzun soluklu liyakat sergileyen, tıp, hukuk, siyaset gibi özellikli alanlara adanmış, derin eğitimleri, disiplinleri, başarıları veya erdemleri ile öne çıkmış kişiliklerin kastedildiğini söylüyor. 

“Anti-elitism”in de bu kesimi hedef aldığına işaret eden Alatlı şöyle devam ediyor:

“Emek, adanmışlık, süreklilik sonucu ulaşılan kazanımları küçültüyor, genç kuşaklara rol modeli olması beklenen ehil dehaları sıradanlaştırıyor, meydanı ‘kifayetsiz muhteris’ dediğimiz kişiliklere açıyor.  ‘Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çiziktiririm’ ya da ‘Itrî de kimmiş, uykumu getiriyor’ ya da ‘Halil İnalcık da kimmiş, Osmanlı tarihini bilsem ne yazar’ şeklindeki ruh hali yaygınlaşıyor. Farmakolojiden fiziğe, felsefeden matematiğe hemen her alanda akademisyenleri, eğitimcileri, düşünce insanlarını baskı altına alıyor, şevklerini kırıyor. Örnekleri bizden verdiğime bakmayın,  “anti-elitism” asla Türkiye’ye özgü değil, tersine “hoca” bizde halen dahi saygınlık söyleyen bir kavramdır. Bize özgü değil ama milleniyum salgını.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AK Parti olarak sosyal ve kültürel iktidarda sıkıntılarımız var” sözlerini hangi bağlamda ve hangi şartlar altında söylediğini bilmediğini söyleyen Alatlı, “Halkımızı aşırı tüketimden ala koyamıyoruz, tasarrufları arttırmaya ikna edemiyoruz” anlamında söylediyse bir türlü, “Devleti baba gibi görmekten, her şeyi devletten beklemekten vazgeçiremiyoruz” demek istediyse, başka türlü yorumlamak lâzım” diyor.

"En büyük sorunumuz birbirimizle açık konuşamamak"

Ama doğal sıkıntılar olmasa şaşırmak hatta korkmak lâzımdı” diye de ekleyen Alatlı şöyle devam ediyor:

“Hem kendilerinin demecinin, hem de sorgulayan basının daha açık olması lâzım.  Rusların ‘Ezop dili’ dedikleri bir kavramları vardır, “Ben söyleyeyim, sen anla” manasında. Bu ülkedeki en büyük sorunumuzun birbirimizle açık konuşmamak olduğuna inanlardanım.”


 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU