Market işçilerinin aşk hayatı...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

İnsan hızla zenginleşen, lüks araçlara binen, oldukça pahalı mekanlarda eğlenen gençleri görünce mutlu oluyor. Eğlenmek tüm gençlerin hakkı tabii.

Gerçi bir kısmı parayı nasıl değerlendireceğini bilemeyip "pudra şekeri"ne yatırım yapıyor ama olsun, biz "büyük fotoğraf"a bakalım...

İktidar çevrelerinde hızla zenginleşen ve bu zenginlikle ne yapacağını tam olarak kestiremeyen bir kesim var. Daha önce bir yazıda (Piyango isabet etmiş gaspçılar...) bu kesimin genel durumunu değerlendirmeye çalışmıştım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Vahim bir görünümleri olduğunu söylemek lazım.

Lüks ev, otomobil ve bolca fotoğraf çektirerek hava atmanın ötesine geçebilen bir "vizyon"ları yok.

Hal böyle olunca, iktidarın görüntüsü bozuluyor. Kendi etrafında hızla zenginleşip o parayla ne yapacağını bilemeyen bir topluluk yaratan her iktidarın "görüntüsü" bozulur doğal olarak.

Hele bir de o iktidar gerçek genç işsizlik oranının yüzde 50'leri aştığı bir ülkede hükümet etmekteyse...

Gelin bugün Ferrari'ye binip "pudra şekeri" alemlerinde yuvarlanan gençliğin biraz ötesine gidelim, başka bir gençlik kesimini gözlemleyelim...

Hatta onların "aşk ve eğlence hayatı"nı didikleyelim...

Ama önce nasıl geçindiklerini anlamamız gerekiyor...

Türkiye'de bir "üretim ekonomisi" olmadığı için, genç kardeşlerimiz ancak ucuz emek kapsamında ve "tüketim ekonomisi" içinde iş bulabiliyor.

Yüksek genç işsizlik oranının en tipik sonucu ise acımasız emek sömürüsü ve kölelik koşullarında çalışma...

Hele hele sendikal örgütlülüğün fiilen olmadığı, olanın da sendika ağaları tarafından kontrol edildiği bir ülkeden söz ediyorsak...

"Tüketim ekonomisi" deyince akla pek çok yer gelebilir: Mağazalar, kafe ve restoranlar, fast-food ve market zincirleri...

Özellikle pandemi döneminde bunların içinden bir tanesi fazlaca öne çıktı: Market zincirleri...

Kafe ve restoranların, fast-food zincirlerinin kapandığı ya da ancak paket servis yapabildiği Kovid-19 günlerinde halk dışarıda daha az vakit geçirmeye ve kontrollü bir biçimde market alışverişleri yapmaya başladı.

Geçen yılın ilk altı ayında hisseleri Borsa İstanbul'da işlem gören dört büyük market zincirinin cirosu, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 32 artış göstererek 53,5 milyar liralık büyüklüğe ulaşmıştı.

Bu hesabın içinde ucuz market zincirlerinin en yaygın olanı yok.

Yılın ikinci yarısında ciro artışı daha da hızlandı. O dört şirketten en fazla ciro yapanının tek başına 2020 cirosu 55,5 milyar liraya ulaştı.

Zincirlerdeki market sayıları da giderek arttı. Elbette çalışanların sayısı da...

Bakın, sektörde milyarlar havada uçuşuyor, net kârlar arttıkça artıyor fakat çalışanların durumu iyileşeceğine daha da kötüleşiyor.

Market zincirlerinde işçiler tam anlamıyla kölelik koşullarına mahkum ediliyor.

Geçen yıl, pandemi patlak verdiğinde ve ilk hafta sonu yasakları başladığında, işçiler izinlerini sokağa çıkma yasaklarında kullanmış sayılıyordu.

Yetmiyor, haftada sadece bir gün izin hakları olan market işçileri, iki günlük sokağa çıkma yasaklarında bir gün de "borçlandırılıyordu"!

"Normalleşme" zamanlarında o borçlandırılan izin günleri, işçilere haftada yedi gün çalışma olarak geri döndü!

Maaş mı? Asgari ücret!

Geçtiğimiz hafta bu zincir marketlerden birinde çalışma saati düzenlemesi yapıldı. Düzenlemeye göre mesai saati 07.30'da başlayacak ve 20.00'de bitecek.

Hafta sonları ise yüksek ve çok yüksek riskli illerde marketler 10.00 ile 17.00 arasında açık olacak. (Yüksek risklilerde cumartesi günleri hafta içinin aynısı.)

Hafta sonu az mesai yapılan illerde, işçilerin haftalık izin günleri hafta içine denk getirilmeyecek.

Bu, günlük 12,5 saat mesai anlamına geliyor. Haftada altı gün. İzin günü de zaten sokağa çıkma yasağına denk geliyor.

Yani demem o ki, market zincirlerinde çalışan binlerce genç insan, her gün alışveriş yaptığımız o marketlere diri diri gömülüyor. Canları çıkarılıyor.

Biliyorum, siz de görüyorsunuz onları, yorgunluktan bezmiş, hayattan tek bir beklentileri olmayan suratlarıyla aldığınız ürünlerin barkodlarını okutuyor, rafları dizmeye çalışıyor ve sizin bitmek bilmez soru(n)larınızla uğraşmaya çalışıyorlar.

Ne var ki, kendi sorunlarını hiçbir yerde dile getiremiyorlar.

Hani o, "En ucuz ürünleri biz satıyoruz" diye birbiriyle rekabet halindeki üç zincir var ya, onlarda sendikanın "s"sini telaffuz etseniz kapının önüne konuyorsunuz.

Diğerleri de maşallah sendika ağalarıyla al gülüm ver gülüm bir ilişki kurmuş, geçinip gidiyorlar.

Ne diyorduk? "Aşk ve eğlence hayatı", değil mi?

Takdir edersiniz ki, günde 12,5 saat, haftada altı gün çalışan ve izin günlerini sokağa çıkma yasağında geçiren asgari ücretli genç insanların posası çıkmış hayatlarında "aşk" müstesna bir yer kaplamaktadır!

Eğlenceleri ise, sokağa çıkamadıkları izin günlerinde marketten ucuza aldıkları hormonlu çileklerin üzerine yine ucuz pudra şekerlerinden serpiştirerek yemek olsa gerektir.

Aşık olma ve eğlenme hakkı elinden alınmış ve bu cendereden kurtulmaya dair tek umudu olmayan bir gençliğe sahip ülkelerin istikbali ne de parlaktır!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU