5 Nisan Avukatlar Günü: Genç avukatlar anlatıyor

Independent Türkçe olarak 5 Nisan Avukatlar Günü vesilesiyle avukatlık mesleğini ve sorunlarını konuştuk

Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Ocak 1934 tarihinde ilk kez en geniş katılımla İzmir‘de gerçekleştirilen “Türkiye Avukatlar Birliği” toplantısında, katılımcı Baro Başkanları ve illerin Baro temsilcileri “Türkiye Barolarının Aynı Çatı Altında Toplanması” düşüncesini benimsemişlerdir. 1934 yılında alınan ilke kararı uyarınca tüm Baro Başkanları ve Baroların temsilcileri bu karardan yaklaşık 24 yıl sonra 5 Nisan 1958 tarihinde İzmir’de, İzmir Ticaret Odası toplantı salonunda bir araya gelerek iki günlük çalışmalar neticesinde Barolar Birliği’nin kuruluş çalışmalarını görüşmüşlerdir. Daha sonra 6 Ocak 1963 tarihinde toplanan İzmir Barosu Yönetim Kurulu 5 Nisan tarihini “Avukatlar Günü” olarak kabul edip kutlama kararı almıştır. İndependent Türkçe olarak 5 Nisan Avukatlar Günü vesilesiyle avukatlık mesleğini ve sorunlarını konuştuk,

Avukatlar günü kutlanmalı mı?

Avukat Cem Yeşil-İstanbul Barosu

“Sartre’nin çok sevdiğim bir sözü vardır. ‘‘Zenciler eziliyor denmedikçe, zencilerin ezilmesi bir anlama gelmez.’’ Bu ifadeler bana hep avukatlık mesleğinin olması gereken pratik yönünü anımsatır. Avukatlık mesleğinin özü ‘‘ötekinin ezildiğini’’ ifade edebilen, bu ifade özgürlüğünün sağlanabilmesi için gerektiğinde baskıya direnmesinden ve bedel ödemesinden gelir.

Yargı mekanizmasının Hâkimlik ve Savcılık mesleği ile birlikte üç sacayağından biri olarak gösterilen ‘‘Avukatlık’’ ne yazık ki hep topal bırakılmak istenilmiştir. Kuşkusuz bunun temel nedeni mesleğin özü gereği sisteme itiraz etmesi ve muhalif olmasıdır.

AVUKAT CEM YEŞİL.jpg
Avukat Cem Yeşil

 

Topal bırakılma eylemi kimi zaman savunmanın susturulması, mahkeme salonlarından atılmakla tehdit edilmesi, savunmasını üstlendikleri müvekkilleriyle özdeşleştirilip soruşturmalara maruz bırakılması veya tutuklanması şeklinde olmuştur. Kimi zaman ise adliyelerde alan kısıtlamasına maruz bırakılarak, mesleğini icra ederken karşı tarafın tehditlerinde yalnız bırakılma şeklinde gerçekleşmiştir.”

Avukatların sayısının günden güne arttığını söyleyen Yeşil, nitelikli bir hukuk eğitiminin de verilmediğini ifade ediyor:

“Artan mezun sayısının yanında, iş olanaklarının da gitgide daralmasıyla sürekli olarak baskı altına alınmaya çalışılan avukatlık mesleği, aynı zamanda maddi zorluklarla baş başa bırakılmıştır. Toplum nezdinde çok kazanç sağlandığı düşünülen meslekte, hatırı sayılır bir gelir sağlayan kesim buzdağının görünen kısmı olup; geçim sıkıntısı çekip, maddi zorluklarla uğraşan avukat sayısı ise günden güne artış göstermektedir. Son yıllarda avukatların yaşadığı ekonomik baskıyı görebilmek için CMK ve Adli Yardım şeklinde sürekliliği olmayan işlerle geçinmeye çalışan serbest avukat veya hukuk şirketleri, avukatlık ortaklıkları şeklinde dönüşen avukatlık mesleğindeki işçi avukat sayılarındaki orana bakılabilir. Maddi zorluklar nedeniyle intihar eden avukat sayısındaki artış ise maalesef bu durumun sonuçlarındandır.”

Avukatlık mesleğinin hem maddi hem de manevi olarak itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını söyleyen Yeşil, şöyle devam ediyor:

‘‘Çoklu Baro’’ düzenlemesi ile de taraf olan, olmayan ayrımına maruz bırakılmıştır. Çözülmesi gereken bunca mesleki sorun varken, bu sorunlar bir tarafa itilmiş ve kendi meslek örgütü içerisinde zaten çok sesliliği barındıran bir yapılanma bölünmek istenmiştir.

Maalesef yaşanılan mesleki zorluklar anlattığım sorunlarla bitmemektedir. Böyle bir zamanda avukatlık gününü hakkını vererek kutlayabilmek için bekleyen onca sorunun çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Avukatlık gününü kutlama yerine; mesleğini ifşa ederken öldürülen Av. Ersin ARSLAN’ ı, basın açıklaması yaparken katledilen Diyarbakır Baro Başkanı Av. Tahir ELÇİ’yi ve savunmasını üstlendikleri müvekkilleriyle özdeşleştirilip tutuklu tüm meslektaşlarımızı anmak en doğrusu olacaktır.”

Kadın avukat olmak dezavantajlı

Avukat Kübra Ekmen-Ankara Barosu:

“Türkiye’de kadın avukat olmak deyince, tüm diğer çalışma alanlarındaki gibi kadınların iş hayatına dezavantajlı bir noktadan başlamasını akla getiriyor maalesef. Türkiye’de kadınların yaşadığı cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık avukatlar için de geçerli. Aynı yaş aralığı-deneyim düzeyindeki erkek avukatlarla, aynı ve hatta daha fazla emeğin harcandığı bir avukatlık pratiği kadın avukatlar tarafından yürütülse dahi; aynı ekonomik standartları ve itibarı elde etmek mümkün olmuyor çoğu zaman. Erkek avukatların müvekkilleri, adliye çalışanları ve diğer yargı organlarındaki kişiler ile ilişkilenme biçimleri, kadın avukatlar için mümkün olmuyor. Müvekkillere ve müvekkil çevrelerine ulaşmak bu haliyle en başından daha zor hale geliyor.”

AVUKAT KÜBRA EKMEN.jpg
Avukat Kübra Ekmen

 

Cinsiyetin meslektaşlar arasında, yargı organları önünde ve müvekkiller açısından mesleki bilgi ve becerinin önüne geçtiğini sık sık deneyimlediklerini söyleyen Ekmen:

“Yargılama sırasında taraf avukatlarından birinin kadın, birinin erkek olduğu durumlarda; kadın avukatların sözünün sıklıkla kesilmesi, savunma biçimine müdahale edilmesi şeklinde eşitsiz yaklaşım gerçekleşiyor. Avukatlıkta giyim kuşamın önemli olduğu dile getirilse de; bu durumun kadın avukatlar açısından başka bir boyutta olduğunu söyleyebiliriz. Kimi zaman basına da yansıyan işçi avukat ilanlardan gördüğümüz üzere; kadınların giydiği etekten, elbiseden, topuklu ayakkabısına kadar detaylı içeriklerde pervasızca ilan verildiğine şahit oluyoruz. Bu çoğu zaman açıkça dile getirilmese de, işçi avukatlığı deneyimleyen hemen her kadın avukata bir şekilde hissettirilir. Çünkü bir yanıyla kadın avukatlar patronları ve müvekkilleri tarafından da vitrin olarak görülüyorlar. Ancak söz konusu mesleki güven olduğunda erkek avukatları tercih ediyorlar. Alanında özveriyle, dürüstlükle, yoğun gayretle çalışan bir kadın avukat, işini daha az gayret ve emekle yapan bir erkek avukatın gördüğü itibar ve güveni görmüyor.”

Toplumsal cinsiyete yönelik ayrımcılıkla yıllardır mücadele etmenin sonucu elde edilen kazanımlarında yadsınamaz olduğunu söyleyen Ekmen, şöyle devam ediyor:

“21. Yüzyılda tüm dünyada kadın mücadelesi büyük bir ivme kazandı. Türkiye’de de kadınlar her alanda ses çıkarmaya devam ediyorlar. Kadın avukatlar açısından da bu durum hem kendi adımıza verdiğimiz eşitlik mücadelesinde; hem de şiddete, istismara uğrayan kadınlarla dayanışmada bulunduğumuz yargılamalarda kendini gösteriyor. Fakat 19 yıldır iktidarda olan muhafazakâr sağ zihniyetin kadın ve lgbti+ düşmanı politikaları ile kadın bedeni üzerinden yapılan siyaset tüm bu ayrımcılığı, eşitsizliği körüklemekte. Böyle bir dönemde kadın avukat olarak maruz kaldığımız ayrımcılık dışında; kadına yönelik şiddetle, toplumsal cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele alanında çalışan kadın avukat olmak ve bir şeyleri dönüştürmeye çalışmak hiç de kolay olmuyor. Söz konusu kadına yönelik devlet politikaları, günden güne artarak siyasallaşan yargıya da sirayet ediyor. Siyasi iktidar toplumu dönüştürmek için hukuku araç olarak kullanıyor ve mahkemelerdeki eril yargılama pratikleri toplumsal cinsiyet ayrımcılığını yeniden üretiyor. Örgütlü kadın mücadelesinin yükseldiği böyle bir dönemde; çağ dışı yaklaşımlarla bir kadın insan hakları sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararının, yasama organı da bertaraf edilerek tek bir kişi tarafından alınması bize önümüzdeki süreçte daha ciddi mücadeleler vermemiz gerektiğini gösteriyor.”

Avukatlar günü ne ifade ediyor?

Avukat Özcan Sarıoğlu – İzmir Barosu:

“Konuya yaklaşımım, henüz bir senesini doldurmuş ve kendince bazı tecrübelere şahit olmuş genç avukat penceresinden olacaktır.

Şöyle ki; mesleğe yeni başlamış avukatlar olarak birçok sorun yaşamaktayız. Bu sorunların beslendiği bir damar staj süreci diye düşünüyorum. Neden diye soracak olursanız; mobbing, itibarsızlaştırma, ekonomik sorunlar bu süreçte baş gösteriyor. Staj sürecinde ekonomik bir birikim sağlayamayan meslektaşlar ya düşük ücretlerle bağlı olarak çalışıyor ya da “risk” alarak kendi bürosunu kuruyor. Bu ikili yol ayrımından sonra yaşadığımız sorunlar neticesinde yolun sonunda tekrar birleşiyoruz aslında.”

AVUKAT ÖZCAN SARIOĞLU.jpg
Avukat Özcan Sarıoğlu

 

Ekonomik meselenin istisnasız her genç avukatın sorunu olduğunu söyleyen Sarıoğlu, şöyle devam ediyor:

“Bir şirkette, bir hukuk bürosunda vs. bağlı olarak çalışırken düşük ücretlerle çalışılıyor. Avukatlığın özüne yaraşan şekilde serbest çalışıldığında ise az önce tırnak içinde belirttiğim “risk” alınıyor. Oysaki doğalında, avukatlık gibi değerli bir mesleğin ekonomik sorunlara yenik düşmemesi gerekirdi. Bu konuda cesaretlendirici, teşvik edici bir program veyahut bütçe bulunmuyor. Elbette yaşanılan bu durum ülkedeki ekonomik sorunlarla paralel ilerliyor. Fakat avukatlık mesleğine yönelik son yıllardaki saldırıyı değerlendirince meselenin salt ekonomik sorunlardan kaynaklı olmadığını görmemiz gerekiyor.”

Avukatlık mesleğinin baskıların hedefi haline getirildiğini belirten Sarıoğlu, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Tarihsel kökenlerinde ve dayandığı kanunlarda; insan hakları ve hukukun üstünlüğünü savunma gayesi barındıran bir meslek, otoriter yönetimler için bir “tehlike”dir.

Zira yıllardan beri süregelen hak ihlallerinin tespiti, AİHM nezdinde emsal kararların ortaya çıkması avukatların emeği sayesinde mümkün oldu. Savunmanın bu gücü dikkat çekmiş olacak ki; artık baskıların hedefi haline gelen bir meslek dalına dönüştü.

Plansız programsız şekilde özel okullar açılarak avukat sayısının çoğaltılması ve işçi avukatlığın yaygınlaştırılması bu sürecin organize edildiği mekanizma. Avukat sayısının bu şekilde arttırılması maddi açıdan büyük bir sorun olsa da bundan ziyade avukatlığın içinin boşaltılması, değersizleştirilmesi en büyük sorun diye düşünüyorum. Çünkü zamanla ekonomik sorunları aşmak mümkün olabiliyor fakat bununla ters orantılı bir durum var; avukatlık mesleğinin saygınlığı ve itibarı alaşağı edilmeye çalışılıyor.”

Hâkim anlayış yargının temel sacayaklarından olan savunmayı/avukatlığı ‘’iş takipçisi’’ konumunda göstermek istediğini söyleyen Sarıoğlu, şöyle ifade ediyor:

“Artık hukuka bağlılığın kalmadığı, AİHM Kararlarının uygulanmadığı, AYM’nin bile kapatılmasının konuşulduğu bir ortamdayız. Bu yargı sistemi içerisinde talimat verilemeyen, savunma yapan ve hak ihlallerini ortaya çıkaran avukatların hedef olmasını anlayabiliyorum.

Öğrenciyken: mevcut teori ve mevzuatın pratikle farklılık gösterdiğini az çok anlayabiliyorduk. Zira hocalarımız gelen soruları ‘’kanunda böyle fakat uygulamada farklı kararlar verilebiliyor’’ diye cevaplayabiliyordu. Yine ‘’kanunda böyle, emsal kararda böyle ama bu uygulanmıyor’’ sorularımız cevapsız kalıyordu. Fakat şaşıracağımız durumlar salt bunlardan ibaret değilmiş…

Avukatlığa yeni adım atan bir avukatın ilk gördüğü; kendisine avukat olduğu için duyulan bir saygı yok. Örnek üzerinden gitmek gerekirse; yargı organları ve kurumlar nezdinde avukatların defalarca saçma sorunlarla karşılaşması; kimi zaman dosyaya erişiminin engellenmesi, müvekkiliyle görüşmesinin engellenmesi, avukatların taraf olarak gösterilmesi… Avukatlık tüm bu engellemelere, baskılara boyun eğen, yeniden dizayn edilmiş bir meslek haline getirilmek isteniyor.

Toplumda artık kimsenin kimseye bir saygısı kalmaması, şiddetin devletin en üst düzeyindeki kişilerce bile sürekli dillendirilmesi, sorunlara karşı şiddetin olağan bir tepki haline gelmesi, bizim gibi sürekli insan içinde olan bir mesleği çok etkiliyor. En son genç meslektaşımız Ersin ARSLAN’ın katledilmesi de tüm bu sorunların bir sonucu olarak meydana gelmiştir.”

"Meslek için direnmek gerek"

Avukat Özüm Vurgun-Diyarbakır Barosu:

“Üniversitede büyük bir istekle ve emekle okuduğum bölümü bitirip sonunda ütopik bir adalet sağlayıcı olacağımı düşünerek avukatlık mesleğine başladım.

İlk cübbeyi giyip duruşmaya girdiğimde mahkeme başkanının “avukat hanım uzatmaya gerek yok” deyip müvekkile ceza vermesiyle anladım ki; meslek için direnmek lazım.

İnsan hakları alanında, cezaevi alanında veya kadın hakları alanında, işkence alanında çalışan bir avukatsanız işiniz bu ülkede çok daha zor. İki buçuk yıllık meslek hayatımda üç kez kolluk güçleri tarafından darp edildim ve birçok soruşturma açıldı hakkımda. Ama anladım ki; özgürlükleri ve adaleti aradığımız bu ülkede direnmek her alanda zorunlu ve meşru.”

AVUKAT ÖZÜM VURGUN.jpg
Avukat Özüm Vurgun

 

Bazen zorunluluktan dolayı mahkeme salonlarında olduğunu hisseden Vurgun, hâkim ve savcıların çoğu kez kendilerini dinlemediklerini söylüyor:

“Mesela iki buçuk yıllık avukatlık mesleğimde beş müvekkilime ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Ya ben hukuk fakültesindeki eğitimimi de katarak söylüyorum bunca yıl hukuku anlamamışım ya da dosyalara bakış açısı değişmiş. Ceza dosyalarında o kadar savunma vermemize rağmen üç dakika içinde kararlar açıklanıyor. Mahkeme heyeti ve savcılar biz avukatları taraf olarak benimsiyor. Aynı sıraları paylaştığımız insanlar, aynı kitapları okuduğumuz insanlar, kendilerine statü verilince okudukları kitapları ve sıra arkadaşlarını ne yazık ki unutuyorlar.”

Her ne olursa olsun, kutsal ve onurlu gördüğü mesleğini sevdiğini söyleyen Vurgun, son sözlerini şöyle bitiriyor:

“Aydınlık ve özgür bir ülke için hukuk alanında olan her insana saygı duyuyorum. Direnişimizle, savunmalarımızla, sesimizle toplumu karanlığa itmeye çalışan her gürûhu yok etmek için inatla mesleğimizin onuruna sarılarak çalışacağımızı biliyorum."

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU