Bir “yeni Osmanlıcı” alt emperyal hayalin sonuna doğru mu?

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Cumhur İttifakı, ülke içinde “beka”, “kuşatılmışlık”, “iç ve dış düşmanlar” retoriğini sürdürülebilir kılmak için, dışarıda, daha çok da güney sınırlarında, Rojava’da, Afrin’de, “Kürt koridoru kurmak istiyorlar, bu beka sorunudur, her ne olursa olsun engelleyeceğiz” tutumunu sistematik olarak pompaladı…

Bunda amacı neydi acaba?

Fırat'ın batısında kendisine açılan alanlarla yetinmiyor, harekât sahasını genişletmek istiyor, adı geçen bölgeleri işgal etmek istiyordu. Hala bundan vazgeçmiş değil, Ah! Bir fırsat bulsa!.. 

Nitekim Afrin, cihatçı gruplarla işgal edildi. El Bab ve çevresi işgal edildiği gibi alelacele kurulan Garnizoncu /Yerel Yönetim yapılanmalarıyla kontrol altında tutuluyor.  

Amaç cihatçı gruplarla işbirliği içinde kullanışlı rejimler kurarak, kalıcı olmak ve Kürt tehlikesini sınırlarımızın dışında bertaraf etmekti.

Bu çerçeve de ABD’den “PYD/YPG’den vazgeçmesi, onların rolünü kendine vermesini” talep ederken, ABD’ye karşı Rusya’yı türlü tavizlerle sonuna kadar değerlendirme politikası izledi.

Başlangıç da Suudi Arabistan ve Katar’la beraberdi. Suudi Arabistan ile ilişkileri bozulunca, Katar ilişkilerini ve olanaklarını kullandı. Ancak güncellik itibarıyla, Katar’ın hem Arap, hem Körfez ülkesi olması, üstelik Körfezin en zayıf ve korumasız bir ülke olması sonucu, bir noktada Türkiye ile ilişkilerinin sınırları vardı. Nitekim ABD’nin araya girmesi sonucu Katar’la ilişkilerin eskisi gibi olmadığı gibi olmayacağı da bir gerçeklik.

Afrin’den sonra, Mendiç’de tasarladığı adımlar atmak, bunu başarırsa kademeye koyduğu Fırat’ın doğusunu işgal etmek isteyen Cumhur İttifakı, şu sıralar duvara çarpmış olanın çaresizliğini yaşıyor gibi. ABD’nin bölgeden ayrılacağı umuduyla Tel Abyad üzerinden Rojava’ya gireceği türünden planları basında geniş bir yankı yaratmıştı. Herhangi bir ters hareketine karşı ABD’yi dengelemek için Rusya ile işbirliğine güvenen kutsal İttifak rüya ile gerçeği birbirine karıştırdığını anladı mı bilemiyoruz: Ancak ABD’nin öyle kolay çekilmeye niyeti olmadığı gibi, çekilse bile Rojava’dan elini çekmeyeceği, Rusya’nın da “hayaller” üzerinden ABD ile karşı karşıya gelmeyeceği açık hale geldi.  

Türkiye’nin Arap İslam dünyasının lideri olma heveslerini kademeli bir askeri-siyasi planla yedeğine alan Rusya, cihatçıların İblid’de toplanmasını sağlamıştı. Şu sıralar ise Suriye ile beraber onları yoğun olarak bombalıyor. Çoğu kez cihatçı-sivil halk ayırımı da yapmıyor.

Hükümete, yerel seçimlere kadar zaman tanımıştı. Anlaşılan Türkiye’nin cihatçılara sözü geçmedi ya da zamana yayarak Rusya’yı “uyutma” politikası izledi. “Hin” Putin’inki ise son derece “uyanıkça” bir uyumaydı. Sonuç olarak, Türkiye İblid’i kaybetmek üzere. İblid kaybedilince bırakalım Fırat’ın doğusunu, Fırat’ın batısını da kaybedeceği gibi sıra kaçınılmaz olarak Afrin’e gelecek...

Yerel seçim sonuçlarının dışarıya, eskiye oranla “güçlü hükümet”, “güçlü liderlik” fotoğrafı vermediği bir gerçeklik... Bu bakımdan çok uzun olmayan bir zaman diliminde, Türkiye, Suriye’den “onurlu” bir geri çekilme planı yapma durumunda olacaktır, diyebiliriz.

Bu yönde ilerleyen süreç, Erdoğan’ı iktidar konumunu güvenceye almak için kuvvetle muhtemelen çok daha bir içeriye yöneltecektir. 

Arap Baharı başlarken…

Bu nokta da zaman makarasını biraz geriye saralım... Arap Baharı esmeye başladığında, önceleri Kaddafi’yi koruma misyonuna soyunan Türkiye, ABD’den uyarı alınca çok daha zıddı tavra yönelmekte beis görmedi. Türk istihbaratı Libya Siyasal İslamcıları ile iş tutmaya başladı.

İfade ettiğimiz gibi başlangıç da Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ile beraberdi. Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın parası, Türkiye’nin siyasi gücü ve Müslüman kardeşler üzerindeki etkisiyle Sadece Libya değil, Tunus, Mısır, Suriye, Irak, kısacası bütün Ortadoğu dönüştürülecekti. Olmadı. Mısır’daki askeri darbe bu yönlü sürecin önünü kesti. Akıllı Gannuşi gidişatı riskli buldu ve kendine çok daha evrimci bir yol çizdi.

Bu arada Amerika ve Batı Avrupa emperyalistleri, dünyanın bütün Siyasi İslamcılarını Türkiye üzerinden Suriye’ye yığıyordu. Sonuçları çok kanlı oldu ancak büyük bir yıkım pahasına Esad Suriye’si direndi. Dahası yeni bir güç, yeni bir halk Rojava üzerinden, Ortadoğu’da bir çözüm gücü olarak tarih sahnesine çıkıyordu. Tarihte yok sayılan Kürt halkıydı bu!

Rojava’da direndi ve 2014’den itibaren IŞİD’in yenilgi sürecine girmesinde ve yenilmesinde esaslı pay sahibi oldu.

IŞİD’in özellikle 2012’de ABD’nin Libya Baş Konsolosu ve eşini öldürmesi ABD için ürkütücü bir uyarı olmuş, daha o zamandan itibaren - pek faş etmese de - Esad’ı devirmekten vazgeçmişti. Erdoğan ise vazgeçmemişti ve ABD ile IŞİD’e ve Esad’a karşı tutum noktasında ayrılığa düşmüş işte o aşamada ABD’nin tutum farklılığını gören Rusya, Esad destekçisi olarak Ortadoğu’da rol alma oyununa dâhil olmuştu. İran ise Esad’ı hep desteklerken Hizbullah daha açık bir tutumla Esad’ın yanında yer almaya başlamıştı.

Burada bir ara başlık açalım:

Erdoğan Çin seyahatinden dönerken gazetecilere şunları söylüyor: 
 

2012 yılında Libya’da Amerikan Konsolosluğu’na, Bingazi’de yapılan taarruz ve o sırada orada bulunan elçinin ve eşinin de öldürülmesi Amerikan dış politikasında Müslüman Kardeşler’den kopma, onlara düşman olma politikası uyguladı ve bu bizim içinde dönüm noktası oldu.


IŞİD’in bu cinayetiyle sularında, ABD’nin Ortadoğu’yu yenden şekillendirme de Müslüman Kardeşler’i değerlendirme politikasından vazgeçtiği biliyoruz. Erdoğan “kopma”yı doğrudan ABD’nin Libya Baş Konsolosluğu vakasına bağlıyor. Bu mümkün... Ancak Erdoğan başka bir şey daha söylüyor: 
 

“Bu bizim için de dönüm noktası oldu.”


Neden ki?

ABD’nin Müslüman Kardeşler’den ilişkisini koparması, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’den aldığı ve kendisini Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanlığına götüren desteği kaybettiği açık.

IŞİD’in yaptığı, Müslüman Kardeşleri, hele Erdoğan’ı neden bağlasın ki?

Bu nokta manidar…

Batıcı Sisi Mısır’ına karşı, Mursi’ye sahip çıkışı anlaşılır. Ancak ABD’nin cihadistlere karşı değişen Suriye politikasında, IŞİD karşıtı koalisyon doğrultusunda davranmayışı, Erdoğan’ın meseleyi Müslüman Kardeşlerle sınırlı tutmadığı, Suriye’den doğru Ortadoğu’daki amacına ulaşmak için genelde hemen hemen bütün İslamcı cihadistlerle ilişkiyi araçsallaştırdığını mı gösteriyor? Sultan II. Abdülhamid gibi...

Burada parantezi kapatıp konumuza dönelim...

Cihadistler İblid’de tasfiye olursa ne olur?

Sonuç olarak, IŞİD yenildi ve büyük oranda etkisizleşti.

İblid’de yoğunlaşan çoğunluğu Heyet’i, Tahrir’i Şamdan oluşan cihatçılar, Rusya ve Suriye’nin ortak hareketiyle tasfiye süreci yaşıyorlar.

Şayet tasfiye gerçekleşirse Suriye, Türkiye'nin kontrol ettiği cihatçı gurupların açıkladığı El Bab’daki varlığını kabul etmeyecek. Bunu açıkladı zaten.

Rusya’nın ve İran’ın üstü örtük desteklemesi halinde bile muhtemel Suriye operasyonunu kaçınılmaz olacak.  

Benzeri bir gelişmenin Afrin’de yaşanması çok daha kuvvetle muhtemel.

Bütün bunların anlamı, Türkiye'nin şu veya bu şekilde Suriye’den geri dönme ihtimalinin önemli oranda güçlendiğidir. Suriye’nin yeniden kuruluşunun, Suriye’nin yerleşik güçleri, Ortadoğu ve uluslararası toplumun gündemini yoğun olarak işgal edeceğidir. Sanırız Astena Süreci de bitmiş oluyor.

Durumu bu şekilde okuduğu pek muhtemel olan Öcalan’ın mektubunun bu bakımdan önemli olduğu kanısındayız: 
 

İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır.


“Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır” düşüncesi ise Türkiye ile ilişkiler ve içinde yeni bir Çözüm Süreci arayışı unsurlarını taşıması bakımından başlı başına değerlendirmeyi hak ediyor.

“Dışarıda savaş” politikalarının sınırı...

Libya’ya değinmiştik. Libya’nın doğusunu elinde tutan General Halife Hafter’in, başkent Trablus’u ele geçirmek için başlattığı saldırı sürüyor. Hafter, Türkiye ve Katar ile beraber değil, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır’ın adamı. Hafter’i, Fransa ve Rusya da destekliyor. Türkiye ve Katar’ın desteklediği Siyasal İslamcıları hedef alıyor...

3 Nisan’da Pentagon, Ankara S-400’den vazgeçinceye kadar F-35 uçaklarının operasyon el kapasitesiyle bağlantılı teslimat ve faaliyetlerini askıya aldı.

4 Nisan’da ABD Dış İşleri Bakanı Başkanı Mike Pence, “Ya NATO ya Rusya” restini çekti Türkiye’ye. Ve devamla, “NATO müttefiklerimizin birliği tehdit edecek şekilde düşmanlarımızdan silah satın alması karşısında tepkisiz kalmayız” dedi.

ABD Başkan yardımcısı Mike Pompeo, Menbiç ve Fırat’ın doğusunun Türkiye için “beka” sorunu olduğu görüşünden dolayı da Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu, “Tek taraflı askeri operasyonun yıkıcı sonuçları olacağı konusunda uyardı”. Çavuşoğlu “İfadeler gerçeği yansıtmıyor” dese de Pompeo, “Her kelimenin arkasındayım” diye ısrar etti.

“Beka” söylemini sürdürmek için “Kürt koridoru kurmak istiyorlar, bu beka sorunudur, her ne olursa olsun, engelleyeceğiz” propagandası tutmuyor artık. ABD’yi dengelemek için Rusya’dan yararlanma siyaseti de izleyen Türkiye, İdlib başta olmak üzere Fırat’ın batısında da sınırlarına geldi.

Şu soruların yanlış olduğu söylenebilir mi?  

“Fırat’ın doğusu beka sorunudur” siyasetinin karşılığı var mı?

Afrin beka sorunudur” siyasetinin karşılığı var mı?

“Orta Doğu’da bizden habersiz yaprak kımıldayamaz” siyasetinin var mı?

“Libya’da üzerinden Doğu Akdeniz’de İsrail-Rum-Yunan oyununun bozma” siyasetinin karşılığı var mı?

“Sudan lideri Ömer el Beşir’in tahsis edeceği Sevakin Adası’nda Osmanlı mirasının dirilişi” siyasetinin karşılığı var mı?

“Kuveyt’in sunacağı askeri işbirliği ile Körfez'e dönüş yapma” siyasetin karşılığı var mı?

“Somali üzerinden Afrika Boynuzunda nüfuz alanını genişletme” siyasetinin karşılığı var mı?

İktidar konumunu korumak için…

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Erdoğan iktidar konumunu güvenceye almak için kuvvetle muhtemel çok daha bir içeriye yönelecektir. Halkı “beka”, ”kuşatılmışlık” retoriğiyle kontrol altında tutmanın da sınırlarına gelmiştir.

O halde ne yapacaktır?

Ya manipülatif unsurları ciddi olarak barındırsa da nispi “yumuşak” görüntü veren siyasete geçecektir.

Emsal olsun, açlık grevleri ve ölüm oruçlarının tutuklu ve hükümlüleri bir şekilde tatmin edici bir sonuçla bitmesi bu tarz bir siyasetin tercih edilip edilmemesinin ölçüsü olacaktır.

Ya da sürgit aynı politikayı sürdürecektir.

Kanaatimiz birinci noktayı tercih edeceği; ancak her iki durumda da iktidarın özünün değişmeyeceği, şeklinin Cumhur İttifakı olacağıdır... 

(Bu son alt başlık sanırım yeni bir yazının konusu olmaya aday…)

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU