Hakikatten beslenen bir yönetmen; Semih Kaplanoğlu

Mehmet Erduğan, Independent Türkçe için yönetmen, yazar, yapımcı Semih Kaplanoğlu'nu ve filmografisini yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

En sevdiğim, son derece samimi bulduğum ve çalışmalarını ilgiyle takip ettiğim yönetmenlerden biri olan Semih Kaplanoğlu'nun adını Kariyerine 21. Yüzyılda Başlamış En İyi Yerli Yönetmenler listesine yazdırmış olması bir tesadüf değil.

Nihayetinde karşımızda yıllardır film çeken, sinema estetiğine kafa yoran; her detayını ve karesini dikkatlice planlayan ve ne çektiğini de gerçekten bilen tutarlı bir yönetmen var.

Televizyonda başladığı kariyerini "Herkes Kendi Evinde" filmiyle sinemaya adım atarak sürdüren ve sinemasında sözdense anlama ve görsel dilin anlatımcılığına öncelik tanıyan Kaplanoğlu, Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ile nihayetlenen Yusuf üçlemesi ile kendi sinema dilini ortaya koyarak ne kadar tutarlı bir yönetmen olduğunu da tüm dünyaya göstermiştir.
 

 

Yönetmen, yazar ve yapımcı olarak hayatını sürdüren Semih Kaplanoğlu, 4 Nisan 1963 tarihinde İzmir'de doğdu.

Söylediğine göre bebekken ancak yazlık sinemaya götürdüklerinde uyuyabilen Kaplanoğlu'nun hayatındaki ilk anılarının içinde sinema ve filmler hep var oldu.

Çocukluğunu geçirdiği İzmir Karşıyaka'da televizyon çıktıktan birkaç sene sonrasına kadar yazları haftanın her günü sinema gösterimleri yapan sinema sayesinde çok küçük yaşlardan itibaren çok sayıda film izleme imkânı oldu.

Bunda, Yeni Dalga'nın ilk dönemlerine denk gelen yıllarda Paris'te yaşayan ve sokaklarda çekilen filmleri görünce onları yakından takip eden babasının sinemaya olan merakının da etkisi elbette çok büyüktü.

Bu yüzden babasıyla birlikte İzmir'de Fransız Kültür Derneği'ne çok sık giden Kaplanoğlu, bu sayede dünya sinemasıyla da erken yaşlarda tanıştı ve 12-13 yaşından sonra da Fransız Kültür'de perşembe ve cuma akşamları ikişer filmden dört film seyrettiği günleri oldu.

O dönemler şehirlerinde bir de Alman Kültür açılıp onlar da filmlerini Fransız Kültür'de göstermeye başlayınca Semih Kaplanoğlu da haftada üç gün film izlemeye başladı; o zamanlar özellikle Fassbinder ve Bresson gibi yönetmenlerin filmlerini yoğun olarak takip ediyor ve onları izlemekten çok zevk alıyordu.

Böylelikle sinema ile dolu geçen çocukluk yıllarının da etkisiyle Kaplanoğlu sonunda üniversitede sinema okumaya karar verdi.
 


Bu arada sinema onun için hep böyle ana bir damar gibi yapmak istediği bir iş olarak hep vardı ve babasıyla beraber evdeki 8 mm kamerayla küçük filmler yapmaya çalışıyordu ama resim, heykel ve yazıyla da çok yoğun bir şekilde ilgileniyordu; sergileri geziyordu, çağdaş plastik sanatlarla ilgili yazılar, naif diye nitelediği senaryolar ve şiirler yazıyordu ama bunları hep sinemayı beslemek adına yapıyordu.

TRT kameramanı bir tanıdığından temin ettiği parça filmlerle gerçekleştirdiği mezuniyet tezi MOBAPP'ı (Meşru Olmayan Bir Aşkın Parçalanmış Portreleri) ile 1984 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü'nden mezun olduktan sonra kariyerine Saatchi&Saatchi ve Young&Rubicam reklam şirketlerinde reklam yazarı olarak başladı.
 


Süha Arın'ın yönettiği ödüllü Eski Evler-Eski Ustalar ve Mimar Sinan belgesellerinde kamera asistanı olarak çalıştı.

Sinemaya adım atmadan önce Show TV ve Inter Star kanalları için Şehnaz Tango adlı televizyon dizisinin 52 bölümünün senaryosunu yazıp yönetti ve 1996-2000 yılları arasında Radikal gazetesinde Karşılaşmalar adlı köşesinde yazılar yazdı.

Radikal'in kültür-sanat sayfalarında haftalık olarak yayımlanan ve dili, anlatımı ve duygusuyla dikkat çeken deneme türündeki bu köşe yazıları daha sonra bir kitap olarak basıldı.

Ayrıca bu dönemde yazdığı şiirler ve makaleler Tan, Oluşum, Varlık, Argos, Gergedan, Gösteri, Cumhuriyet ve Sanat Dünyamız gibi dergilerde yayımlandı.
 


Semih Kaplanoğlu, 1999 Haziran ayında, Abdi İpekçi'nin yeğeni olan gazeteci, senarist ve yazar Leyla İpekçi ile evlendi.

"Herkes Kendi Evinde" adlı ilk uzun metrajlı filmiyle sinemaya adım atan Semih Kaplanoğlu, bu ilk filmini çekmeye başlamadan önce hayatında pek çok şeyi değiştirme kararı aldı; Radikal'de yazmayı, şiir yazmayı, dergilere yazdığı sanat eleştirilerini, reklam yönetmenliğini ve hatta sigara içmek gibi birçok şeyi bir anda bıraktı.

Kendini tümüyle sinemaya vererek bunun getireceği tüm ekonomik zorluklara katlanmayı göze almıştı.
 


Sinema dünyasında bağımsız kalabilmek elbette onun için öyle pek kolay olmadı; kendi filmlerinin yapımcılığını ve her zaman yanında olan eşi Leyla İpekçi ile sürdürdüğü ortak yaşantılarındaki sorumlulukları üstlenebilmek için maddi olanakları yine hep sinemanın içinde bulmaya çalıştı.

Bu süre içinde ilk filmiyle aldığı birçok ödülün yanı sıra yurt içi ve yurt dışında birçok uluslararası festivale katıldı.
 


İkinci uzun metrajlı filmi olan "Meleğin Düşüşü" de yine eleştirmenler ve izleyiciler tarafından ilgiyle karşılandı.

"Yusuf Üçlemesi" ile gittikçe olgunlaşan sinema dilini "Buğday" ile zirveye taşıdı ve akabinde "Bağlılık Üçlemesi" için kolları sıvadı.


Yüzümüzü hakikate çevirmemizi sağlayan bir usta yönetmen

Günümüz dünyasındaki değişimleri anlamak, görebilmek, tanımak, hissetmek için birtakım sosyolojik analizlerin dışında; romanla, sinemayla, edebiyatla ya da diğer sanatlarla o konuya yönelmek gerektiğini savunan Semih Kaplanoğlu, bu yöndeki çalışmalarıyla yüzümüzü hakikate çevirmemizi sağlayan usta bir yönetmendir.
 


Türk sinemasının daha çok mistik yönünü temsil eden Kaplanoğlu bireyin toplum ve tabiat ile olan ilişkisini ele aldığı sinemasında çoğunlukla kökü bu topraklarda olan düşüncelerinin izlerini takip eder, filmlerinde dini-tasavvufi referanslar bulunur ve günümüz üzerine söylemlerini tefekküre yönlendiren bir düşünce süzgecinden geçirir.
 


Sinemanın manevi ve ilahi anlamda bir yükselme yaratabileceğini düşünen Kaplanoğlu bunun için de akan görüntülerin tıpkı meditasyon yapan ve tefekkür eden insanların yaşadığı deneyimler gibi sakinleşmesi ve yavaşlaması gerektiğini savunur.

Bu yüzden Semih Kaplanoğlu'nun filmleri yolunu kaybedenlerin ruhunu arama ve hakikate ulaşma yolculuğu olarak da görülebilir.

Kendi sinemasını bir durum sineması olarak tanımlayan Semih Kaplanoğlu, filmlerinde hikâye anlatmak yerine çerçevenin içindekini atarak, azaltarak, çerçevenin dışına çıkarak seyircisine görünmeyeni hissettirmeye çalıştığı için çekim aşamasına çok daha önem veren biridir.

Çünkü onun sinemasındaki metafiziksel boyut senaryo, yazı ve sözle anlatılacak şeylerden ibaret değildir.
 


Duyguların aksiyon ve diyalogla değil, gözle ve vücut diliyle anlatılması gerektiğini düşünen Kaplanoğlu oyuncularından bir role bürünmelerini hiç istemez, aksine sadece kendi olmalarını bekler; güven ve mesafelik Semih Kaplanoğlu'nun setinin anahtar kelimeleridir.

Işığın yapay hale gelmemesi, oyuncu ve anlatım konusunda minimal olması, filmlerinde müzik kullanmaması onun sinemasının başlıca özellikleridir.
 


Sinemanın etkisi

Oyuncularla çekim aşamasında yaşadığı süreci, kurguyu ve miksajı da önemseyen Kaplanoğlu çoğu zaman filmi montajlarken yeniden yazıyor ve onu bir kez daha baştan çekiyor.

Sinemanın tamamen manevi bir yönü olduğunu ve maneviyatın olmadığı bir sinemanın da faydasız ilim gibi bir şey olduğunu düşünen, dolayısıyla film yapmayı tamamen metafizik ve felsefi bir eylem olarak gören Semih Kaplanoğlu sinemanın hammaddesinin zaman olduğuna inanıyor ve yalın, konuşmayan görsel ve işitsel ayrıntılarla biçimlendirilmiş filmlerini her solukta geçmekte olan zamanı hatırlatmaya çalışan bir ifade yolu olarak kullanıyor.
 


Semih Kaplanoğlu, Türk sinemasında onu ilk etkileyen kişilerin Metin Erksan ve Ömer Lütfi Akad olduğunu söylüyor ve onların hem sinema görüşünden hem kişiliğinden hem de filmlerinden oldukça etkilendiğini belirtiyor.

Bu etkilerin ne kadar kalıcı olduğuna dair bir şey söylemekte zorlansa da Kuyu (1968), Vesikalı Yârim (1968), Gelin (1973), Düğün (1973) ve Diyet (1974) adlı filmleri hala çok önemli buluyor.
 


Aynı zamanda Yılmaz Güney'in ilk filmlerini de oldukça önemseyen Kaplanoğlu, Umut (1970) adlı filmin üzerinde yeni bir yapımın bir daha gelmediğini düşünüyor.

Daha yakın zamanlardan ise Ömer Kavur, Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz'un sinemasını önemsediğini ve özellikle Nuri Bilge Ceylan'dan bir filmin yapımı konusunda insanı cesaretlendiren çok şey öğrendiğini söyleyen Kaplanoğlu ilk filminden sonra da onlarla aralarında yakın bir ilişki ve dostluk oluştuğunu belirtiyor.
 


Tartışmaların odağında

Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Emir Kusturica'yı protesto için filmini festivalden çekmesi, Adana Film Festivali'nin ödül töreninde Meltem Cumbul ile yaşadığı tokalaşma krizi, Sinan Çetin ile yaşadığı polemiği, Buğday filminin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan galası ve Bağlılık Aslı adlı filmin 92'nci Akademi Ödülleri'nde Türkiye'nin Yabancı Dilde Oscar adayı olarak seçilme süreciyle de gündem olan Semih Kaplanoğlu bu süreçlerde de hep tartışmaların odağında oldu.
 


Kaplanoğlu'nun ev hali

Dünyayı sarsan koronavirüs salgını nedeniyle evlere kapandığımız şu günlerde Kaplan Film'in ofisine gitmediği zamanların çoğunu eşi Leyla İpekçi'yle evlerinde geçiren Semih Kaplanoğlu aslında evvelden beri evde yaşamayı seven biri.

Yani kimimiz için artık evde sıkışmışlık haline dönüşen bu durum onun için yeni bir şey değil çünkü uzun yıllardır evlerini aynı zamanda bir ofis olarak da kullandıkları ve çalışma masalarının bir ucunda eşi bir ucunda kendisi beraber çalışarak ürettikleri için bu durumu şu anda öyle çok yadırgamıyor.
 


İnsanın kendi iç muhasebesini yapması ve bu dünyada yaptıklarını düşünmesi açısından şu günlerin faydalı olduğunu düşünen Kaplanoğlu bu süreci anlamaya çalışırken sağlığına dikkat etmeye gayret ediyor ve evdeki hareketsizlik halini de yine yürüyüş yaparak ve bisiklet sürerek telafi ediyor.

Bu süre içinde Bağlılık üçlemesinin ikinci halkasını tamamlayan ve önünde hayata geçirmeyi planladığı birçok proje olduğunu söyleyen Kaplanoğlu, şu sıralar vaktinin çoğunu yeni bir senaryo üzerinde çalışarak geçiriyor ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur" adlı romanının adaptasyonuyla uğraştığını müjdeliyor.
 


Görüntünün, oyunculuğun, anlatımının yetersizliği halinde dolgu maddesi olarak kullanıldığı için müziğin sinemaya aykırı olduğunu düşünse de şahsen sosyal medya hikayelerinden severek takip ettiğim müzik listeleri ile de müziği ne kadar çok sevdiğini bize gösteriyor.


Filmografisi

Yakın zamanda gerçekleştirdiği bir çevrim içi söyleşide; "Toplum, kültür, medeniyet olarak insanlığa vereceğimiz, bugün örtülü kalmış ve konuşulmayan değerlerimizi tekrar ortaya sürecek, insanlık için onları insanlığa armağan edecek ütopyalar, düşünceler üretmemiz lazım" diyen Kaplanoğlu'nun bu motivasyonla üretmeye çabaladığı filmlerini aşağıda sizin için özetlemeye çalıştım.
 

 

Herkes Kendi Evinde

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Tolga Çevik, Erol Keskin, Anna Bielska, Yalçın Akçay, Şükran Güngör, Devrim Parscan, Cüneyt Türel, Özgür Onan, Eylem Yıldız, Özlem Çınar, Yiğit Özşener / Süre: 110 dakika
 

 

Vakti zamanında herkesin beğeniyle izlediği televizyon ekranlarının düzeyli diyebileceğimiz dizilerinden Şehnaz Tango'nun yaratıcısı Semih Kaplanoğlu'nun çekimlerini 2000 yılında İstanbul ile İzmir'in Alaçatı ve Çeşme ilçelerinde gerçekleştirdiği Herkes Kendi Evinde adlı bu ilk uzun metrajlı filmi; ailesinin trajik ölümünün ardından normal hayatına dönemeyen Selim adındaki genç bir adamın trajik hikayesini anlatıyor ve artık geride bıraktığımız yüzyılın son günlerinde, köklerini ve geleceğini arayan üç karakterin çaresiz yolculuklarını ele alıyor.

Anne ve babasının ölümünün ardından tarifi imkânsız bir acıyla baş etmek zorunda kalan Selim, yaşadığı yere o kadar yabancılaşır ki büyüdüğü topraklardan çıkıp Amerika'ya yerleşmek onun için bir kurtuluş olarak görünür.

Uzun süre yas tutan Selim nihayetinde Türkiye ile olan tüm bağlarını koparmak için Amerika'ya yerleşmeye karar verir ve yeşil kart çekilişine katılır; mucizevi bir şekilde de bu çekilişi kazanır.

Eline geçen bu fırsatı değerlendirip bir an önce ülkesinden gitmek isteyen Selim'in önündeki tek engel; ihtiyacı olan paradır ve oraya yerleşmek için gerekli parayı sağlamak amacıyla ailesinden kendisine miras kalan zeytinliği satışa çıkarır.

Bu sırada Selim'in 58 yıldır Rusya'da yaşadığı için hiç görmediği amcası Nasuhi Türkiye'ye geri döner ve Selim'den kendisini çocukluğunun geçtiği zeytinliğe götürmesini ister.

Yıllar önce ayrıldığı topraklara geri dönerek hayatının son yıllarını memleketinde geçirmek isteyen Nasuhi yolda gelirken rastladığı tacize uğramış bir Rus kızını da beraberinde getirmiştir.

Olga adlı bu genç kız da uzun yıllardır görmediği gemi kaptanı babasının Sidney'de olduğunu öğrenince ona ulaşmak için kendini yollara vurmuştur.

Böylelikle farklı yönlere giderken yolları Ege'nin küçük bir sahil kasabasında kesişen üçlü, zeytin bahçesine vardıklarında verdikleri kararlar yüzünden bir anlaşmazlığa düşünce bunun sonuçlarıyla da yüzleşmek onlar için kaçınılmaz olur.

Filmde; gemici babasını aramak için İstanbul'a gelen genç Rus kızını Paris'te yaşayan, Polonya kökenli Anna Bielska, uluslararası bir şirketin pazarlama bölümünde çalışan ve Amerika'ya göç etme hazırlıkları içinde bulunan genç adamı ise Tolga Çevik oynuyor.

Uzun yıllar uzakta yaşayıp çocukluğunun geçtiği eve ve kasabaya dönüp ömrünün geri kalan yıllarını orada geçirmek isteyen amcaya ise Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden biri olan Erol Keskin hayat veriyor.

Filmin görüntü yönetmenliğini üstlenen Hayk Kirakosyan güçlü görüntüleri ile, sanat yönetmenliğini üstlenen Çağla Ormanlar ise çevre düzeni ve kostüm planlamalarıyla filmin sinematografisine büyük katkı sağladıkları görünüyor.

Geçmişe ve toprağına dönüş isteği ile metropolde yaşayan genç neslin psikolojisi üzerinden küreselleşmenin bireylerin üzerindeki etkilerini ve çatışmalarını irdeleyen, insanın özünü bulma ve aidiyet duyma çabasını sorgulayan filmin gitmek-kalmak ikilemini çok iyi anlatan senaryosu, 1999 yılında Fransa'nın Montpelier şehrinde yapılan Akdeniz Filmleri Festivali'nin senaryo yarışmasında 80 proje içerisinde ilk 10'a girmişti.

Mekân seçimleri, özenle oluşturulmuş olay örgüsü, kurgusu ve yalın anlatımıyla dikkatleri üzerine çeken Semih Kaplanoğlu, 20. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Film Ödülü'nün yanı sıra En İyi Erkek Oyuncu (Erol Keskin) ve Jüri Özel (En İyi Görüntü Yönetmeni) ödüllerini de alarak ne kadar iyi bir yönetmen olduğunu daha ilk filmiyle tescillemişti.

Film daha sonra Ankara Film Festivali ile Singapur Uluslararası Film Festivali'nde toplam sekiz ödül daha aldı, 2001-2002 yıllarında birçok önemli uluslararası festivale katılarak dünya sinema piyasasında Türk sinemasının adını duyuran filmlerden biri oldu.

 

Meleğin Düşüşü

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Tülin Özen, Budak Akalın, Musa Karagöz, Engin Doğan, Yeşim Ceren Bozoğlu, Özlem Turhal, Funda Cansever, Mine Demiriz, Can Kolukısa, Ercüment Taşdemir, Ayten Özdemir / Süre: 90 dakika
Semih Kaplanoğlu'nun 2004 yapımı olan ve kadının toplumdaki yerini sorgulayan Meleğin Düşüşü adlı bu ikinci uzun metrajlı filmi; seyircisini rahatsız edecek bir konuyu odağına alarak üstü kapatılan, duymazdan ya da görmezden gelinen taciz, istismar ve ensesti hikayesinde işliyor.

 

 

Filmin baş karakteri Zeynep, bir otelde temizlik görevlisi olarak çalışıyor ve babasıyla birlikte yaşıyor.

İşten geldikten sonra ev işleriyle uğraştığından dolayı ne kendisine ne de kendisini seven çocuğa vakit ayıramıyor.

Geceleri, babasının uygunsuz davranışları ile cehenneme döndüğü için hayattan kopmuş bir vaziyette yaşayan Zeynep ürkektir, içine kapanıktır ve derdini anlatabilecek kimsesi de yoktur; bu yüzden camilerde dua okuyor, batıl inançlara sığınıyor ama diğer taraftan gazete kuponlarıyla da kendisine bir çeyiz düzmeye çalışıyor çünkü yaşamında artık farklı bir şeylerin olmasını da istiyor.

İçine girdiği bu kısır döngüden kurtulmak için bir çıkış yolu arayan Zeynep'in iletişim kurabildiği tek kişi ise otelde çalışan ve ona ilgi duyan Mustafa'dır.

Kadınlığını giydiği kıyafetlerle gizleme eğiliminde olmasına rağmen Mustafa, Zeynep'e aşıktır.

Zeynep kendisinden yaşça küçük olan Mustafa'ya karşı pek bir şey hissetmese de onun bu ilgisine de kayıtsız değildir çünkü içinde yaşadığı bu cehennemden bir şekilde kurtulması için Mustafa'nın kendisi için tek çıkış yolu olduğunu düşünmektedir.

Filmin iç içe geçen hikayesinde birbiriyle yolları kesişen ikinci hikayedeki delikanlı ise karısını kaybetmiş bir ses teknisyenidir; şehrin başka bir yerinde genç bir ses teknisyeni olan Selçuk, eşinin ölümünün ardından suçluluk duygusuyla boğuşuyordur.

Zeynep de Selçuk da en yakınlarından yedikleri darbeler yüzünden oldukça mutsuzlardır ancak Selçuk'un karısının kıyafetlerinin bulunduğu bir bavul, Zeynep'in kaderini umulmadık bir şekilde değiştirecektir.

Kaderle boğuşmak, suç işlemek, suçluluk duymak ve bunlarla yalnız başına savaşabilmek üzerine ele aldığı hikayesiyle dikkat çekerek minimalist sinemanın Türkiye'deki en iyi örneklerinden olan, uzun sekanslarla desteklenmiş bu öykünün sessiz ve sade anlatımı, mekanların, seslerin, ışığın ve görüntünün bu yapıya uygun bir şekilde kullanımıyla karanlık ve melankolik bir atmosferin egemen olduğu Meleğin Düşüşü hem anlatması hem de ekrana aktarılması zor duyguları resmetme gayretindedir.

Oyuncu seçiminin yanı sıra teknik detayların içerikle örtüşecek şekilde planlandığı; set kurmak yerine mümkün olduğunca gerçek mekanlarda çalışmanın tercih edildiği, çok az yapay ışık kullanıldığı, pek çok dış mekân çekiminde gerçeklik duygusunu pekiştirmek için gizli kamera tekniğinin uygulandığı film sonuç olarak gerçek hayatta karşılaşılacak bir gerçeklik hissiyle hikayesini anlatmayı başarmıştır.

 

Yumurta

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Nejat İşler, Saadet Işıl Aksoy, Ufuk Bayraktar, Gülçin Santırcıoğlu, Kaan Karabacak, Cengiz Bozkurt, Tülin Özen, Semra Kaplanoğlu / Süre: 97 dakika
 

 

Gerçek zamanda çektiği tek planlı uzun sekansları, yalın doğa görüntüleri ve tercih ettiği oyuncularda aradığı sadelik ile kendine ait sinema dilini oluşturmayı başaran Semih Kaplanoğlu'nun Anadolu kırsalında değişen sosyal ve ekonomik hayatları kadrajına aldığı bir üçlemenin ilk filmi için 2007 yılında yönetmen koltuğuna oturarak çekimlerini İzmir'in Tire ilçesinde gerçekleştirdiği Yumurta adlı bu film; kadınlarla iletişimi zayıf bir şair olan Yusuf'un hikâyesini anlatıyor.

Kaplanoğlu film boyunca ait olma hissinden tutun da durağan kasaba hayatına ve karşılığı olmayan aşklara varana kadar birçok şeyi yine kendi bakış açısıyla seyircisine aktarıyor ve insanlar arasındaki yabancılaşma, çaresizlik ve aşk duygularını konu aldığı bu filmde mekanlar üzerinden olaylara şiirsel bir bakış atıyor.

Bir kimlik bunalımında olan Yusuf on beş yıl önce yaşadığı kasabayı terk edip İstanbul'a gelmiş ve büyük şehir ile kasaba arasındaki çatışmanın çapraz ateşinde kalmıştır, üstelik yazdığı şiir kitabını da kendi dışında kimse umursamamıştır.

İstanbul'da yaşadığı hayatı, içinde büyüdüğü eve sırtını dönerek kuran ve tüm hayal kırıklıklarıyla şehirdeki yaşamını sahafçılık yaparak sürdüren Yusuf, bir gün ansızın kasabadan gelen bir haber sonucu ölen annesini defnetmek için yıllardır uğramadığı kasabadaki çocukluk evine geri döner.

Ancak kasabada aradığından daha fazlasını bulur; bakımsızlıktan harap düşmüş bu evde onu genç bir kız beklemektedir.

Doğduğu bu yer ile barışık olmayan Yusuf beş yıldır annesi ile yaşayan bu uzak akrabadan da haliyle habersizdir; üniversite sınavlarına hazırlanan ve kendince yaşadığı bu evi çeviren Ayla, Yusuf'a dair pek çok şey bilirken, Yusuf onun hakkında hiçbir şey bilmemektedir.

Bu arada Yusuf, cenaze işlerini hemen halledip dönmeyi planlarken, önceden kaçıp uzaklaştığı geleneklerin peşini bırakmaması taşrada geçireceği süreyi uzatıp durmaktadır.

Yusuf, ardında bıraktığı kasabadan ve geçmişinden bir an önce kaçmak isterken Ayla'nın Yusuf'tan bir isteği vardır; Zehra'nın ölmeden önce adadığı adağı oğlu Yusuf yerine getirmelidir.

Yusuf, taşra hayatının durağan ritmi, eski sevgili, dostlar ve içini kaplayan suçluluk duygusu yüzünden bu isteğe karşı koyamaz, gördüğü rüyalar ve yaşanan aksiliklerin huzursuzluğuyla da adağı yerine getirmeye karar verir.

Böylelikle Ayla ile Yusuf, üç-dört saat uzaklıktaki bir yatır türbesinde yapılacak kurban kesimi için yola çıkarlar.

Yusuf'un kendi iç dünyasına yaptığı bir yolculuğa dönüşen bu sürecin sonunda Yusuf'un Ayla'ya bakışı da değişir.

Kurbanlığın seçileceği sürünün bulunamaması yüzünden geceyi bir krater gölünün kenarındaki otelde geçirirler ve katılmak zorunda kaldıkları düğündeki atmosferin de etkisiyle birbirlerine yakınlaşırlar.

Bu süre içinde Yusuf önce İstanbul'a dönüşünü erteleyerek kendini kadere bırakır, sonra adağı yerine getirip kurban keserek bir adım daha atar ve nihayetinde reddettiği, kaçtığı her şeyi usul usul kabullenmeye başlar.

Kural tanımazlığını ve her kalıba girebilme yeteneğini sevdiği için Nejat İşler'e bu rolü verdiğini belirten Semih Kaplanoğlu'nun otobiyografik öğeler taşıdığını söylediği bu filmde anne rolünü de Kaplanoğlu'nun kendi annesi oynamıştır.

Semih Kaplanoğlu'nun Balıkesir-İzmir arasındaki bir tren yolculuğu yaparken tanıştığı taşralı bir şair ile yolculuk esnasında yaptığı sohbetten esinlenerek senaryosunu yazdığı bu film başlarda genç yaşlarda taşradan büyük şehire gitmek isteyen Şair Yusuf'un hikayesi olarak düşünülmüşse de daha sonra şairin çocukluğu ve ilerleyen yaşlarının anlatıldığı bir üçleme şeklini almıştır.

Aynı zamanda kendisi de bir şair olan Semih Kaplanoğlu taşralı bir şairin iç dünyasını sorguladığı bu üçleme ile Cannes, Venedik ve Berlin gibi dünyanın en önemli film festivallerinde gösterilerek ve yarışarak yerelden küresele uzanan bir sinemacı olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.

 

Süt

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Melih Selçuk, Başak Köklükaya, Rıza Akın, Saadet Işıl Aksoy, Alev Uçarer, Şerif Erol, Orçun Köksal, Sahra Özdağ, Semra Kaplanoğlu, Tülin Özen, Tansu Biçer, Burcu Aksoy / Süre: 102 dakika
 

 

Semih Kaplanoğlu'nun Anadolu kırsalında değişen sosyal ve ekonomik hayatları kadrajına aldığı meşhur üçlemesinin ikinci halkası olan, metaforlarla dolu akıldan çıkmayacak sahneleri ve akıl karıştıran bir son ile oldukça tartışılan Süt adlı bu film; taşrada büyüyen ama hep daha fazlasını hayal eden bir gencin dünyasını ölçülü bir şekilde anlatıyor.

Yusuf, büyüdüğü kasabadaki çoğunluğun yaşam tarzıyla yoğrulmuş sıradan bir gençtir, üniversiteyi kazanamadığı için annesiyle Tire'de süt ürünleri satarak yaşamını sürdürmektedir.

Ayrıca, arkadaşlarının arasına çok katılmayan, edebiyata ve sanata müptela derecesinde düşkün, estetik zevk düzeyi gelişmiş, duyarlı, içine kapanık, sessiz, sakin ve sanatkâr bir kişiliği olan Yusuf şiirler yazmaktadır ve şiirlerini adı bilinmeyen dergilere göndermektedir.

Onun tek arzusu yazdığı şiirlerin dergilerde yayımlanması ve geniş okuyucu kitlelerine ulaşıp onlar tarafından anlaşılarak, artık tanınır bir şair haline gelmek ve hak ettiği değere kavuşmaktır.

Yusuf'un bu hayalperestliği ise ondan evin erkeği, reisi olmasını bekleyen annesini huzursuz etmektedir.

Naif biri olmasına karşın erkekliğini ispat etmek için asker olmayı oldukça önemseyen Yusuf, askerlik muayenesine gittiğinde hastalığı nedeniyle askerlik yapamayacağını öğrenir.

Bununla da kalmaz, Yusuf bir gün annesinin kasabadaki istasyon şefi ile gizli bir ilişki yaşadığını keşfedince ne yapacağını şaşırır ve bu durumu kabul edememesine rağmen kararsızlıkları nedeniyle bir tepki de gösteremez.

Yeniyetmelik çağlarına özgü bir isyan ve öfkeye yenik düşmeye meyilli olan Yusuf için hayat, annesi ile arasına giren istasyon şefini öğrendikten sonra daha da zorlaşmaya başlar; uzaklaşmak isterken üniversiteyi kazanamayışı, hastalığı yüzünden askerliğe alınmayışı, daha küçük yaşlarından itibaren toplumun dışında kalışı ve annesinin başka biriyle evlenmeye karar vermesi karşısında yapabileceği pek de fazla bir şey yoktur.

Nihayetinde hayal ettiğinin çok dışında bir hayatın içinde kendini bulan Yusuf'un yaşadığı erkek egemen toplumda, omuzlarında baskısını hissedeceği bir yüzleşme hali yaşamı boyunca onun peşinden gelecektir.

 

Bal

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen, Bora Altaş, Alev Uçarer, Ayşe Altay, Özkan Akçay, Selami Gökçe, Kamil Yılmaz / Süre: 103 dakika
 

 

Semih Kaplanoğlu'nun meşhur Yusuf Üçlemesi'nin son halkası olan ve çekimleri Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinde gerçekleşen Bal; ilk iki filminde olgunluk ve gençlik dönemlerini izlediğimiz Yusuf'un bu defa çocukluğuna dönerek, yedi yaşındaki Yusuf'un iç dünyasını Karadeniz'in büyüleyen atmosferinde seyircisine aktarıyor ve Yusuf'un anne-babası, okulda öğretmeni ve arkadaşları ile olan ilişkisini anlatıyor.

Yusuf'un annesi çay tarlasında çalışırken babası Yakup ürkütücü bir ormanın derinliklerinde, yüksek ağaçların üzerine kurulmuş el yapımı kovanlarda üretilen karakovan balcılığıyla hayatını kazanmaktadır, Yusuf ise henüz yeni okula başlamıştır.

Yusuf bir gece gördüğü bir rüyasını babasına anlatır; bu rüya ise ikisi arasında sonsuza dek kalacak bir sırdır.

Bir gün Yusuf'un babası yine ormanın derinliklerine dalar, ancak bir daha geri gelmeyişi Yusuf'u içine kapanık bir insana dönüştürür.

Yusuf sınıfın önünde öğretmenin verdiği okuma metnini okurken aniden kekelemeye başlar ve arkadaşlarının alay konusu olur.

Gün geçtikçe insanlardan daha da uzaklaşan bir çocuk olan Yusuf, bir gün ormanın derinliklerine dalıp babasını aramaya çıkar.

Babasıyla sık sık gittiği bu orman, Yusuf için gizemli bir yerdir...

Yaşam ve ölüm arasındaki manevi bir dengeyi yakaladığı gibi, bir çocuğun hayatı algılama biçimini de ustalıkla aktaran bu film 60. Berlinale: Berlin Uluslararası Film Festivali'nde festivalin en prestijli ödülü olan Altın Ayı Ödülü'nü alarak, Metin Erksan'ın Susuz Yaz (1963) filminden sonra bunu başaran ilk Türk filmi olmuştur.

 

Buğday

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Jean-Marc Barr, Cristina Flutur, Ermin Bravo, Grigoriy Dobrygin, Lubna Azabal, Mila Böhning, Hal Yamanouchi, Jarreth J. Merz, Nike Maria Vassil, Rainer Steffen, Hoji Fortuna, Garrett Thierry, Brett Storm, LaTrallo Presley, Mehmet Yılmaz Ak / Süre: 128 dakika
 

 

Şehirden kırsala doğru ilerleyen, bilim araştırmalarından derinlikli felsefi düşünceye doğru evirilen hikayesi ile zamanı ve koordinatı bilinmeyen, tek dil olarak İngilizce'nin konuşulduğu belirsiz bir şimdiki zamanda geçen ve çekimleri Türkiye, Amerika ve Almanya'da gerçekleşen Buğday adlı bu film özetle; saf tohumun peşinde hem ölü topraklara hem de kendi içlerine doğru yürüyen iki kişinin yolculuğunu anlatıyor.

Bu gelecek distopyasına ait evrende ani bir iklim değişimi meydana gelmiş ve yeryüzündeki yaşamı yok oluşa doğru sürüklemiştir; yakın bir gelecekte dünyada gerçekleşen bu beklenmedik iklim değişikliği büyük bir kıtlığı da beraberinde getirmiştir.

Ayrıca güvenli seçkin şehirler, manyetik olarak kalkan duvarlarla göçmenlerin istilasına karşı korunmaktadır.

Sınırların yeniden kurulduğu bu yeni dünyada, manyetik kalkanlarla korunan şehirlerde ayrıcalıklı zenginler yaşarken, zor durumdaki göçmen halk, buralara kabul edilmek için Ölü Topraklar adı verilen kurak bölgelerde, kamplarda açlık ve salgın hastalıklarla mücadele etmeye başlamıştır.

Bununla beraber, küresel şirketlerin artık dünyayı yöneterek tarımsal ekimi kontrol altına aldığı bu yeni dünya düzenindeki bir diğer sorun ise genetiğiyle oynanmış tohumların sürdürülebilirliği konusunda yaşanan kaostur.

Görünür bir neden olmadan tüm plantasyonları etkileyecek şekilde ortaya çıkan kriz sonucu genetik profesörü Erol Erin, salgının nedenlerini araştırmak üzere hazırlık yapmaya başlar.

Bu araştırma, daha önce aynı şirket tarafından istihdam edilen ve genetik üzerine bir teori yazan bir başka genetikçi olan Cemil Akman'ı da izlemeyi hedeflemektedir fakat onu bulmak için Profesör Erol'un Ölü Topraklar adı verilen yasak bölgeye gitmesi gerekmektedir.

Böylesi bir ortamda şehirdeki rahat hayatını, parlak kariyerini ve bildiği her şeyi terk eden bilim insanı Cemil Akman ile kendisine verilmiş bir amaca göre hareket eden tohum genetiği uzmanı Profesör Doktor Erol Erin, bahsi geçen bu Ölü Topraklar'da karşılaşırlar.

Erol Erin ve Cemil Akman'ın bu süreç içindeki gerçek yolculuğu elbette bu ikilinin buluşmalarından sonra başlar.

Hiçbir zaman mükemmel bir tohum yapılamayacağını iddia ederek parlak kariyerini bırakan ve şehri terk edip modern hayata sırtını dönen Genetikçi Cemil Akman ile tohum genetiği uzmanı Profesör Erol Erin'in yollarının kesişmesiyle birlikte girdikleri içsel yolculuk ise benliğin, kibrin ve nihilizmin çöllerinde, hırsın ve açgözlülüğün bataklığında ilerler.

Savaşlar ve iklimsel felaketler, mültecilere karşı inşa edilen ölümcül sınırlar, GDO'lu tohumlarda yaşanan kaos ve insanın bütün bu sorunlarla baş edebilmesinin arayışıyla gidilen yollar kıtlığın, salgın hastalıkların, toprakları zehirlenmiş bölgelerin, terk edilmiş çocukların, genetik ayrımcılığa uğramış toplulukların duraklarından geçer.

Günümüzde tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüsle birlikte tecrübe ettiğimiz şeyleri önceden tespit etmesiyle de dikkat çeken film sorunu tespit edip buna yönelik bir çözüm yolu sunması ve insanın kendini bulma yolculuğunun önemini vurgulamasıyla da önemini ortaya koyuyor.

Senaryosunu eşi Leyla İpekçi ile beraber yazan Semih Kaplanoğlu bu filminde, doğunun mistik tavrından yola çıkarak Vahdet-i Vücûd felsefesi çerçevesinde vermeye çalıştığı mesajını Kuran-ı Kerim'deki Ashabı Kehf ile Musa ve Hızır kıssası üzerinden bir alegori kurarak anlatıyor.

 

Bağlılık Aslı

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Oyuncular: Kübra Kip, Ece Yüksel, Umut Kurt, Almina Kavcı, Merve Şeyma Zengin, Jale Arıkan, Osman Alkaş / Süre: 135 dakika
 

 

Bir kez daha bir üçleme için kolları sıvayan Semih Kaplanoğlu'nun hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği söz konusu üçlemenin ilk çalışması olan Bağlılık Aslı; çocuk sahibi olduktan sonra işe dönebilmek için bebek bakıcısı arayan Aslı ile bulduğu bakıcı Gülnihal'in hikâyesini anlatıyor.

Bebeğini dünyaya getirmek için izine ayrılan zengin, modern, beyaz yakalı genç bir kadın olan Aslı, doğumun üzerinden geçen birkaç ayın ardından yeniden işe başlamak için neredeyse gün sayar.

Hemen işe başlamak için bebek bakıcısı arayan ama bakıcı seçiminde belirli kriterleri göz önünde bulundurduğu için istediği kişiyi bulmakta zorlanan Aslı, uzun araştırmalar sonrası kendisi gibi bir bebeği olan ve maddi yönde ihtiyaçları olan Gülnihal'i bakıcı olarak işe alır.

Gülnihal, Aslı'nın bebeğine bakmaya başlar, fakat bu süreç içerisinde Gülnihal'in bebekle yakınlaşması ve yaşananlar, Aslı'nın bilinçli olarak göz ardı ettiği birçok gerçeğin yüzüne tokat gibi çarpmasına yol açar.

Bazı sinema çevreleri Semih Kaplanoğlu'nun kadını eve mahkûm etmek isteyen zihniyete hizmet ettiğini belirterek bu filmi oldukça sert bir şekilde eleştirdiyse de ben şahsen bu filmin ebeveyn olmanın, ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerinin, kardeşler arası bağın, toplumsal bağların ve bireyin ülkesiyle olan bağın sağlıklı olmasının önemini çok yalın bir dille ortaya koyduğu fikrine katılıyorum.

Toplumda görebileceğimiz herhangi bir kadının annesi ile olan ilişkisinin kendi çekirdek ailesine, eşine ve çocuğuna yansımasını da ele alan filmde çocuğuyla kapitalist sistemin zorunlulukları ölçüsünde ilgilenebilen kadınlarının yaşadığı derin çelişkilere dair göndermelerin de oldukça yerinde olduğunu düşünüyorum.

Bu anlamda, filmde; kapitalizmin ezdiği ailelerin modern yaşam labirentinde kaybolan cinsiyet değerlerinin yeniden düşünülmesine yönelik bir çağrı, insanın modern yaşamın içinde kayboluşuna dur diyebilmesi için neler yapabileceğine dair ince nüanslar var.

Modern dünyada bir kadın ve anne olmanın, içinden çıkılması zor durumlar yaratırken bu çıkmazların ilişkilere nasıl yansıdığı temasını oldukça etkileyici bir şekilde ele alan film 92. Akademi Ödülleri'nde Yabancı Dilde Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisinde Oscar adayı olarak Türkiye'yi temsil etmesi için seçilmesiyle de oldukça tartışmalar yaratmıştı.

 

Kronolojik olarak diğer çalışmaları

  • Mobapp (1984)
  • Asansör (1993)
  • Şehnaz Tango (1994)
  • Venice 70: Future Reloaded (2013)


Ödüller

  • 2001 Ankara Uluslararası Film Festivali: En İyi Film, En İyi Senaryo (Herkes Kendi Evinde)
  • 2001 Uluslararası İstanbul Film Festivali: En İyi Türk Filmi (Herkes Kendi Evinde)
  • 2002 Singapur Uluslararası Film Festivali: En İyi Yönetmen (Herkes Kendi Evinde)
  • 2004 41. Antalya Altın Portakal Film Festivali: 2. Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Ses Tasarımı, En İyi Laboratuvar (Meleğin Düşüşü)
  • 2005 12. Barcelona Alternatif Film Festivali: En İyi Film (Meleğin Düşüşü)
  • 2005 16. Uluslararası Ankara Film Festivali: Jüri Özel Ödülü, Umut Vadeden Kadın Oyuncu (Meleğin Düşüşü)
  • 2005 24. Uluslararası İstanbul Film Festivali: FIPRESCI, En İyi Görüntü Yönetmeni (Meleğin Düşüşü)
  • 2005 27. Nantes 3 Kıta Film Festivali: En İyi Film Altın Balon Ödülü (Meleğin Düşüşü)
  • 2006 11. Kerala Uluslararası Film Festivali: En İyi Film Altın Karga Sülünü Ödülü (Meleğin Düşüşü)
  • 2006 11. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali: En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Meleğin Düşüşü)
  • 2007 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali: En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Kostüm (Yumurta)
  • 2007 13. Saraybosna Uluslararası Film Festivali: En İyi Kadın Oyuncu (Yumurta)
  • 2007 Bangkok Dünya Film Festivali: En İyi Yönetmen (Yumurta)
  • 2007 İspanya Sevilla Film Festivali: Eurimages Ödülü (Yumurta)
  • 2007 Lisbon & Estoril Film Festivali: En İyi Film (Yumurta)
  • 2007 Şili Valdivia Uluslararası Film Festivali: En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Yumurta)
  • 2008 9. Seul Uluslararası Film Festivali: En İyi Film Altın Lale Ödülü (Yumurta)
  • 2008 13. Nürnberg Türkiye-Alman Film Festivali: En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Yumurta)
  • 2008 14. Medfilm Festivali: Eurimages İtalya Ödülü (Yumurta)
  • 2008 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali: En İyi Film Altın Lale Ödülü, Radikal Gazetesi Halk Ödülü (Yumurta)
  • 2008 40. SİYAD Ödülleri: En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Kurgu (Yumurta)
  • 2008 Antalya Eurasia Uluslararası Film Festivali: NETPAC En İyi Asya Filmi Ödülü (Yumurta)
  • 2008 Digiturk Genç Yetenek Ödülü: Saadet Işıl Aksoy (Yumurta)
  • 2008 Güney Kore Seul Uluslararası Film Festivali: En İyi Film (Yumurta)
  • 2008 İran Fajr Film Festivali: Crystal Simorgh En İyi Yönetmen, Teknik ve Artistik Başarı (Yumurta)
  • 2008 İtalya Ravenna Mosaico d'Europa Film Festivali: En İyi Film (Yumurta)
  • 2008 Kemal Sunal Kültür ve Sanat Festivali: En İyi Yönetmen (Yumurta)
  • 2008 Portekiz Estoril European Film Festivali: İkinci Film Ödülü (Yumurta)
  • 2008 Romanya Anonimul Film Festivali: En İyi Görüntü (Yumurta)
  • 2009 3. Granada Cines del Sur Film Festivali: En İyi Erkek Oyuncu (Süt)
  • 2009 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali: FIPRESCI, Radikal Halk Jürisi Ödülü (Süt)
  • 2010 6. Erzurum Dadaş Film Festivali: En İyi Yönetmen (Bal)
  • 2010 16. Londra Türk Filmleri Festivali: Golden Wings Dijital Dağıtım Ödülü (Bal)
  • 2010 17. Adana Altın Koza Film Festivali: En İyi Film, SİYAD En İyi Film, Jüri Özel Ödülü (Bal)
  • 2010 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali: Jüri Özel Ödülü, Radikal Halk Ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni (Bal)
  • 2010 APSA Asya Pasifik Ekran Ödülleri: UNESCO Ödülü (Bal)
  • 2010 60. Uluslararası Berlin Film Festivali: En İyi Film Altın Ayı Ödülü, Jüri Özel Ödülü (Bal)
  • 2010 Fransa Chatenay-Malabry Paysages de Cinéastes Festivali: En İyi Film (Bal)
  • 2010 Hollanda World Cinema Amsterdam: NTR Yayın Ödülü (Bal)
  • 2010 İran Hamedan Çocuk Filmleri Festivali: Altın Kelebek Ödülü (Bal)
  • 2010 Polonya World Cinema Ale Kino Festivali: Halk Ödülü (Bal)
  • 2011 13. ABD RiverRun Uluslararası Film Festivali: En İyi Film, En İyi Görüntü (Bal)
  • 2017 24. Uluslararası Adana Film Festivali: FİLM-YÖN En İyi Yönetmen Ödülü (Buğday)
  • 2017 Malatya Uluslararası Film Festivali: SİYAD En İyi Film (Buğday)
  • 2017 Tokyo Uluslararası Film Festivali: En İyi Film (Buğday)
  • 2019 7. Boğaziçi Film Festivali: En İyi Yönetmen (Bağlılık Aslı)

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU