Dersim’in son 100 yılının ağıtlarla yorumu: Alevilik en eski İbrahimi inançtır

Metin ve Kemal Kahraman kardeşlerin desteklediği Maviş Güneşer'in "Dersim Politik Ağıtları" isimli çalışması kısa süre önce yayınladı

Metin ve Kemal Kahraman kardeşler ile müzisyen Maviş Güneşer, uzun yıllardır Dersim ve Zazaca (Kırmancki) kültürünün önemli isimleri. Halk kültürüne dair araştırmaları, UNESCO’nun tehlike altındaki diller listesinde ilk sıralarda yer alan Zazaca için adeta bir hayat öpücüğü niteliğinde.

Kahraman kardeşlerin desteklediği Maviş Güneşer'in son çalışması “Ax De Vaji-Dersim Politik Ağıtları” geçtiğimiz haftalarda Lizge Müzik Yapım tarafından yayınlandı. Almanya’da yaşayan Maviş Güneşer ve Kemal Kahraman ile hem albümü hem de Dersim-Kızılbaş-Zaza kültürünü konuşmak üzere İçerenköy’deki Roza Dersim Mutfağı’nda buluştuk.

İlk sözü Kemal Kahraman alıyor ve 25 yıllık sözlü kültür derlemelerinden bahsediyor:
 

Dersim sözlü hafızasını gerek bizzat taşıyıcılarıyla gerekse de yorumlayarak görünür kılmak önemliydi. 25 yılı aşkın zamandır Dersim bölgesiyle ilgili sözlü kültür derleme çalışmaları yapıyoruz. Çalışmalar olgunlaştıkça, yıllar öncesinden belli işler koymuştuk önümüze. Bunların bir kısmını yaptık. 95’te “Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor” diye tamamen dokümanter bir çalışmayla başlamıştık. Daha sonra “Çevere Hazari” adlı Dersim dini literatürünü ortaya koyan bir çalışmamız oldu. Sonra “Şahmaran” çalışması geldi, “Dersim Ağıtları” da bu silsilenin bir halkasıydı.


Sözün burasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın döneminde epey ses getiren “Dersim özrü”nün çalışmaların hızlandırıcısı olduğunu, hatta o özürden sonra yayınevlerinde Dersim rafları oluştuğunu belirtiyor. Ancak Kemal Kahraman’ın Dersim tarih yazıcılığına dair önemli eleştirileri var:
 

Genelde bütün bu tarih yazıcılığı, resmi kaynaklara dayandırılarak yapılıyor. Hâlbuki sözlü hafızanın kendine ait kaynak olma özelliği vardır ve ağıtlar bunların en önemlisidir. Ağıtlar sadece acıyı söylemez. Sözlü hafızanın kayıt düşme imkânlarıdır. Yazılı belgeler ise meşruiyetini, resmiyetin sınırları içinde görür.




Ağıtlar ile Dersim’in son 100 yılını anlamanın mümkün olduğunu dile getiren müzisyen Kemal Kahraman’ı, albümde ağıtları seslendiren Maviş Güneşer de şu sözlerle destekliyor:
 

“Bu anlamda Türkiye aydını, modernist bir aydındır. Geçmişe, geleneğe dair her şey kötü olarak görür. Aslında bu Kemalizm’in, Türkiye’nin kurucu ideolojisinin aydınlarımızda yer ettiğinin ispatıdır. Örneğin, albüme aldığımız bir ağıttan 1. Dünya Savaşı’nda Dersim’in tavrı neydi, bunu anlamak mümkün. Çanakkale Ağıtı, seferberlik sonucunda götürülmüş Dersimlinin ağıtıdır. Ve zorla askere götürülmüş biri olarak, hiç tanımadığı, kendini ait hissetmediği bir memlekette savaş olgusu içinde yaşadıklarını anlatıyor. Diyor ki, “Biz bu kadar çarpıştık ama ne hayrımız ne hizmetimiz padişah tarafından kabul görmedi”. Ben bütün ağıtlarda şunu gördüm: Dersimli o zaman da var olan sisteme ait olmadığının, dışlandığının çok farkında.

 

mavis-kemal kahraman.jpg
Maviş Güneşer ve Kemal Kahraman / Fotoğraf: Independent Türkçe


Maviş Güneşer’den sözü yine Kemal Kahraman alıyor ve şöyle sürdürüyor:
 

 Ağıtlar üzerinden okuduğumuz Dersim tarihinde biz bugünkü akademinin ulaştığı tezlerden bambaşka şeylere ulaştık. Dersim araştırmacıları, Dersimlilerin Çanakkale ağıtı yakmasını “Biz de Çanakkale’de şehit olduk, ama devlet bize bunu yaptı” diye yorumluyor. Bunlardan biri olan Prof. Dr. Şükrü Aslan, “Dersimli de vergi veriyordu, askere gidiyordu ama katliama maruz kaldı” diyor. Bizce bu yanlış bir tarih okuması. Çünkü Dersimli Çanakkale için ağıt yakarken “kahramanlık” hikâyesi yazmıyor, “bizim burada ne işimiz var” diyor. Ama albümümüzde yer alan “Xelil Bey Ağıtı” farklıdır. Çünkü 1916’da Rusların Pülümür’ü işgaline karşı, Dersimli aşiretlerin kendi topraklarını savunmasını anlatır ve o yüzden bir kahramanlık manzumesidir.


Kemal Kahraman’a göre, Dersim tarihin en derin zamanlarından beri merkezi hegemonyanın hedefinde olan bir yer. Bunun Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne devrolmuş ender siyasi miraslardan biri olduğunu söylüyor:
 

Alevilerin Selçuklulardaki durumunu anlamanız için, Babailer Direnişi’ne bakmanız gerekir. Baktığınızda görüyorsunuz ki, döneminde yaygın Alevi sosyal örgütlenmesi var ve her türlü etnik gruba uzanıyor. Mesela o dönemlerde Diyarbakır bir Alevi kentiydi, Malatya bir Alevi kentiydi ve Babailerin direnişi tam 100 yıl sürdü.


Osmanlı döneminde de Alevi direnişlerinin olduğunu hatırlatıyor Kahraman ve Şeyh Bedreddin, Baba İshak direnişlerini örnek olarak veriyor:
 

Bu isyanların hepsi, merkeze rağmen bütün kurumlarıyla var olan Alevi sosyal sisteminin, merkezin dayatmalarına direnişidir. Çünkü Alevilikte, devleti bütün kurumlarıyla gereksizleştiren bir sosyal sistem vardır.


Maviş Güneşer ise, bu teze şu düşüncelerle katkıda bulunuyor:
 

Yani Dersim, Alevilerin en küçülmüş, en son coğrafyasıydı. Yüzyıllar önce bütün Anadolu Aleviyken, Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslamiyet sonrası küçülüp Dersim’e kadar sıkıştı.


Kemal Kahraman, bugün de değişen bir şey olmadığı görüşünde. Son bin yıllık Anadolu tarihinin, Alevilerin geri çekilmeler tarihi olduğunu savunuyor:
 

Son bin yıl, hegemonyaya karşı hep alan korumak üzerine yazılan bir geri çekilmeler tarihidir. Bu yüzden, bence Dersim 38, bir Kürt-Zaza etnik soykırımı değildir. Eğer Zaza öldürecekse niye Palu’ya, Kürt öldürecekse niye Diyarbakır’a, Hakkâri’ye vurmadı? Alevi vuracaksa niye Toroslara, Çorum’a vurmadı? Dersim’e vurdu çünkü Alevilik Dersim’de hala bir sosyal sistem olarak yaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde Pülümür, Hozat, Pertek, Çemişgezek gibi ilçelerde karakollarıyla, vergi sistemiyle artık devlet vardı. Ancak devlet henüz iç Dersim’e girememişti.


1938 Dersim Katliamı’nın, Dersim sözlü kültürüne de büyük darbe vurduğunu söyleyen Kemal Kahraman sözlerini şöyle sürdürüyor: 
 

Önceki zamanlarla bugün arasındaki halka koptu, bağlanamadı. Öyle bir kırım ve asimilasyon süreci yaşanmasaydı, belki daha fazla masal, daha fazla türkü, daha fazla literatürden bahsedebilirdik. Bakın son 30 yılda mezar taşı kültürümüz dahi değişti. 1960’lara kadar mezar taşlarımız koçbaşı şeklindeydi. Şimdi resmi ideoloji bu koçbaşlarını Akkoyunlu-Karakoyunlu diye yorumluyor. Bu tamamen yalan. 

 

kemal kahraman 2.jpg
Kemal Kahraman / Fotoğraf: Independent Türkçe


Yaptıkları halk kültürü çalışmalarında, Alevi toplumunda son yıllarda sıkça gündeme gelen “Alevilik İslam içi mi, İslam dışı mı” tartışmasına dair çok sayıda veriyle karşılaştıklarını anlatan Kahraman, bunun çok yersiz ve politik bir kompleks olduğuna inanıyor ve İslam’ın Sünni inancıyla özdeş görülmesinin bu yanlış tartışmayı başlattığını düşünüyor:
 

İslamiyet, Sünnilikle özdeş bir inanç değildir. Bana göre, İslam Aleviliğin içindedir. Muhammed’i Aleviliğin söylediği gibi görmezseniz anlayamazsınız. Bütün Ortodoks İslam tarihi Muhammed’i şu anneden doğmuş, bu babadan doğmuş tarihsel bir kişilik olarak görür. Keza Ali’yi, Hasan’ı, Hüseyin’i, Ana Fatma’yı, Salmanı Farisi’yi de. Ama hiçbir kaynak bize, Muhammed’in adının neden Muhammed olduğunu anlatmaz. Hâlbuki Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin, Salmanı Farisi, Ana Fatma, üçler, beşler, yediler, on ikiler, on dörtler, on yedi kemerbestler, kırklar, 28 mürsel peygamberler, 366 evliya, 124 bin peygamber hepsi tarihsel İslam’dan çok daha önce dinler tarihinde var olan kavramlardır.


Aleviliğin İslam’a dair yorumlarının halk kültürünü beslediğini, Dersim tarihinde çok ciddi bir dini literatür bulunduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürüyor:
 

Muhammed tarihsel bir kişilik olmazdan önce bir sıfattır, Ali bir sıfattır, Ana Fatma bir sıfattır.
 


İslam’dan uzak durma çabalarının yanlışlığına dair görüşlerini şöyle sürdürüyor Kahraman:
 

Bu tartışmayı yapanlar, "Dünyada 1 milyar Müslüman var, 3-5 milyonluk Alevi toplumu olarak bu Sünni İslam’ın temsilcilerine kendi İslam’ımızı nasıl anlatacağız’" diye düşünüyorlar. "Öyleyse İslam’ı komple atalım" diyorlar. Hâlbuki İslam kavramı tarihsel İslam’dan önce vardı. İslam’ın kökü selamdır, İslam’ı atarsanız, Salman’ı atmanız lazım. Salmanın kökü teslimdir. Yani hakka, hakikate teslim olmaktır. İslam kelimesinin dini manadaki, kök kullanımı teslimden gelir. Hak yolunu yürümektir, ehli hak olmaktır. Mesela Salmanı Farisi özelinde konuşacak olursak, bütün İslam literatürü Farisliğini, İranlı olmak diye yorumlar. Farisi kelimesinin, Fars ile bir ilgisi yoktur. Farisi kelimesinin kökü faraştır ve faraş süpürgeci demektir. Bizim cemlerimizde "süpürgeci salman, kör olsun mervan" diye gülbankımız vardır. Cemde süpürge, hak yolunu yürüyenlerin şerleri def etme, hayırları getirme enstrümanıdır. Bu anlamda Salmanı Farisi bir kişi değil bir kavramdır, hem salmanlığıyla hem farisliğiyle.


Muhammed Peygamber’in Dersim inancında güneşle bir olduğunu anlatan Kemal Kahraman, buna dair şu ritüelleri örnek olarak veriyor:
 

Dersim’de insanlar güneş doğarken ve batarken karşısına geçerler, "Ey Muhammed sen iyi ki doğdun" diye güneşe hitap ederler. İşte Muhammed o anlamda tarihsel Muhammed gelmezden önce de, güneşin bir sıfatı olarak vardır. Bu yüzden Aleviler "Ali aydır, gün Muhammed, okurum 90 bin ayet, balık suda suya hasret, çarkı döner göl içinde" der. Bu deyiş, Ali ve Muhammed’e övgü değildir, astrolojik kavramlardır. Biz 12 imamlardan söz ettiğimizde, bir yılın 12 ayından söz etmiş oluyoruz. 366 evliyadan söz ettiğimizde bir yılın 365 gün 6 saatinden söz etmiş oluyoruz. 28 mürsel peygamberden söz ettiğimizde bir ayın görünen yüzünden (ay 28 gün görünür, iki gün gayıptır) söz ediyoruz.

 
Aleviliğin animist (canlandırmacı) ve panteist (tüm tanrıcı) diye tarif edilemeyeceğini, bunun Sünniliği esas İslam olarak gören yanlış anlayıştan kaynaklandığını savunan Kahraman, Alevi büyüklerinin “En has Müslüman biziz” söyleminin doğru olduğuna inandığını söylüyor: 
 

Dedelerimizin bu söylemi, derin bir İslam hafızasını söylemenin, onu hatırlatmanın ısrarıdır. Bana göre Alevilik en eski İbrahimi inançtır. Yahudilikten de, Hıristiyanlıktan da, İslamiyet’ten de eskidir. Ve teolojisiyle, ibadet takvimiyle, uygulamalarıyla mükemmel bir mana sistemidir.


Tam burada Aleviliğin hala kendisini koruyan ve nesilden nesile aktarılan teolojisine dair de bilgiler veriyor ve bu teolojinin Şamanizm ile Zerdüşt inancıyla hiçbir ilgisinin olmadığını belirtiyor:
 

Aleviye göre Hak vardır ve Hak birdir. Alevi inancı, Hak-Muhammed-Ali üçlemesinde şunu anlatmak ister. Muhammed görünen-zahiri âlemin sultanıdır, güneştir. Ali, görünmeyen âlemlerin şahıdır. O yüzden "Ali bizim şahımız, Muhammed padişahımız" deriz. İkisinin birliğinin de adı da Hak’tır.


Alevi âlimi Seyit Süleyman Şahin’in bu konuda önemli bir kaynak olduğunu belirterek ondan alıntı yapıyor sohbetin bu noktasında Kemal Kahraman:
 

Seyit Süleyman Şahin diyor ki, Muhammed görünen âlemin sultanıdır. O "nebiyullah"tır. Yani peygamberlik mührü ondadır, gelmiş geçmiş bütün peygamberler Muhammed’in kendi zamanlarındaki tecellileridir, yani her peygamber Muhammed’dir. Aleviliğe göre bu âleme insan sıfatıyla gelmiş herkes, eğer kendindeki makamı mahmudanını bulursa, insan-ı kâmil olur. Ali ise görünmeyen âlemlerin şahıdır, sıfatı "veliyullah"tır. Yani gelmiş geçmiş bütün veliler, velayet sahipleri Ali’nin kendi zamanlarındaki tecellileridir. Velayet sır taşımaktır, sırra vakıf olmaktır. İkisinin birliği hak birliğidir. Yani 1+1=1’dir. Ve Hak’kın sıfatı ise ‘azimetullah’tır.

 

kemal kahraman - 1.jpg
Kemal Kahraman / Fotoğraf: Independent Türkçe


Buradaki "bir" kavramının Ortodoks inançlar tarafından yanlış okunduğunu dile getiren Kahraman, Aleviliğin ‘Hak birdir’ kavramıyla, diğer inançların "Allah birdir" kavramlarının aynı olmadığını söylüyor. Sonuçta iki tarafın da tek bir yaratıcıdan bahsettiğini ama o yaratıcıyı farklı yorumladığını anlatıyor:
 

Çünkü bir nedir, sorusuna verilen cevap farklıdır. Sünni’ye göre ‘bir’, oluşlarımızın dışında göremeyeceğimiz, bilemeyeceğimiz bir kavramdır. Bu anlamda Sünnilik de dâhil Ortodoks inançlar bilinemezcidir yani agnostiktir. Ama Aleviliğe göre, görünen ve görünmeyen âlemlerin birliğinin adı Hak’tır. Yani Hak, çokluktur.

 
Alevi âlimi Seyit Süleyman Şahin’in ‘yaradan-yaratılan’ ayrımı yapmanın ikicilik olduğunu söylediğini aktaran Kahraman, yine kendisi için önemli bir kaynak olan Şahin’den şu alıntıyı yapıyor:
 

Seyit Süleyman Şahin der ki, Allah 18 bin âlemi yarattı Âdem için, Âdem’i yarattı kendi için. Sen 18 bin âlemi kendinde toplayan bir mikrokozmozsun. Ve kendini bu anlamda bildiğinde hakkı bilmiş olursun.


Kemal Kahraman ve Maviş Güneşer çiftiyle, Alevi teolojisinden Dersim tarihine, Dersim sözlü kültür geleneğinden bugüne yapığımız sohbetin sonlarına doğru yeniden resmi tarih yazıcılığına geliyor söz. Şunları söylüyorlar:
 

25 senedir kendi kültür coğrafyamızın içine girdik, anlamaya çalışıyoruz, hep öğreniyoruz. Anladık ki kurulan sistem, bizi bu toprakların hafızasından uzaklaştırmak için var. Bütün var oluşu, bizi kendi tarif ettiği ideolojik hafızayla yeniden şekillendirmek ve aslında annemiz-babamız-dedemizden bize aktarılan kültürel hafızayı da yok etmek üzerine kurulu. Bu 25 yılda kanaat getirdik ki, yazıya dayalı tarih yazıcılığı insanlık için bir manipülasyonlar tarihidir. Buna Sümerler de dâhildir. Çünkü yazı her dönemde hegemonyanın elindeki bir enstrümandı. Ve sadece hegemonyanın söylediklerini dile getirdi, onu kaydetti. Örneğin, Alevi literatürünün sadece Türkçe olduğu iddiası da böyle bir manipülasyondur. ‘72 dil bizdedir’ diyen bir toplum tek dilli olabilir mi?


Metin-Kemal Kahraman ve Maviş Güneşer; Dersim ve Alevi kültürüne dair toprağın derinliklerinden masal, türkü, hikâye çıkarmaya ve bizi bu saklı hazinelerle buluşturmaya devam edecek.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU