BÖLÜM VII: AK Parti kültür iktidarını neden kuramadı? Yönetmen Mesut Uçakan: Bizim arazilerimiz kurak kaldı

“Milli Sinema Akımı”nın öncülerinden Mesut Uçakan: Siyaset emir-komuta ister, haklıdır da. Ama kültür-sanat öyle değil. Cumhurbaşkanı’ndan göz hareketi bekleyenler karakter zaafı içerisinde"

Yönetmen Mesut Uçakan

Mesut Uçakan, “Milli Sinema Akımı”nın öncülerinden biri. Bir neslin İslamcıları onu Ölümsüz Karanfiller, Reis Bey, Lanet, Rahmet ve Gazap, Zeynepler Ölmesin gibi filmlerle hatırlıyor. 

Atıf Hoca-Kelebekler Sonsuza Uçar filminde Cumhuriyet’in ilk yıllarında Şapka Devrimi’ne muhalefet ettiği için asılarak idam edilen İskilipli Atıf Hoca’yı; Halit Akçatepe, Haluk Kurtoğlu ve Nilüfer Aydan gibi usta oyuncuların oynadığı Yalnız Değilsiniz’de ise tesettüre girdiği için başta ailesi olmak üzere çevresinden tecrit edilen, hatta akıl hastanesine kapatılmak istenen genç bir kızın yaşadıklarını anlattı. 

Uçakan’ın çektiği 22 film var.

“Dindar sinemacı” denildiğinde Yücel Çakmaklı’yla birlikte akıllara gelen yönetmenlerden biri o. 

Taksim-Talimhane’deki ofisinde ziyaret ettiğim Uçakan, sekreteri o gün rahatsız olduğu için çayı kendisi doldurup getirdi. “Soranlara Mesut Hoca’nın elinden çay da içtim derim” sözlerim üzerine Necip Fazıl Kısakürek’i genç bir sinemacı adayı olarak ilk defa ziyaret ettiğinde usta şairin eşinin kendilerine çay ikram etmesini hatırladı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Cumhurbaşkanıyla ne konuştu?

Uçakan, “16 yıllık Ak Parti döneminde, dindarlar neden kültürel iktidarın da sahibi olmadı” soruma Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la 2015 yılında yaptığı görüşmede konuşulanları anlatarak cevap vermeye başladı:

"Sayın Cumhurbaşkanımız benimle beraber 8-9 kültür sanat adamını külliyeye özel olarak davet etmişti. Orada özellikle ben konuşmamda bizim kültür planında eksikliğimize, yetersizliğimize dikkat çekmiştim. Bilhassa milli değerlere, milli kültüre sahip kadroların nasıl eritildiğini, ötelendiğini, horlandığını, dışlandığını anlatmaya çalıştım. Bu yakınışımız 40 küsur yıldır böyle. Ve ilginçtir bu Ak Parti iktidarındaki mevcut fotoğrafta da böyle. Buna dikkat çekmiştim. Daha sonra Sayın Erdoğan bunu defalarca dile getirdi. Bunda benim payım var mı bilmiyorum ama onun farkında olan biriydi. Bu sıkıntıları yıllarca o da çekmişti.” 

Batılı kültür hegemonya kurdu

Uçakan’a göre Türkiye’de koca bir milletin bin küsur yıllık medeniyeti dışlanıp çağdaş batı kültürüyle entegre edilmeye çalışıldı. Bunun en çarpıcı örnekleri ise sinemada kendini gösterdi: 

“Özellikle bizim kültürümüze bütün rengini veren İslam topyekün toplum planından kaldırıp atılmaya çalışıldı. Böylece Batı kültürünün bütün dinamikleri, algı ve söylem biçimleri, yaşam tarzları; hukukta da siyasette de ticarette de kültürde de kendini göstermeye başladı ve yeni bir Batılı tip şekillendi. Bu da artık azımsanmayacak düzeyde. Bilhassa sinemada ciddi manada batılı kültür hegemonyası vardı. Bu hegemonya hala sürüyor.”

Bir iktidarın sadece siyasette iktidar olmak için işbaşına gelemeyeceğini savunan Uçakan, iktidarların güçlü olması için kültürel anlamda da iktidarda olması gerektiğini öne sürüyor.

“AK Parti gençliği 40 yıl öncesinin kahramanlarını yiyor”

“Şunu kabul ediyorum; siyasi dönüşümü sağlamak için bir takım kanun değişiklikleri size mesafe kat ettirir. Sizi bir yere getirir. Fakat kültürel iktidarda dönüşmek o kadar kolay değil. Kültürel iktidar demek önce insan, sonra eser demektir. Bu da hemen oluşan bir şey değil." 

Ak Parti’nin şu andaki gençliği hala 40 yıl öncesinin kahramanlarını yiyip bitiriyor. Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç… O dönemlere baktığımız zaman gerçek bir dava adamı şuuru vardı. Gençliği anafor gibi bir araya getirdi ve nihayet iktidara kadar yürüdü. Ama ondan sonra o idealist gençlik, bir takım rantların, para, makam, şöhret gibi imkanların ortaya çıkmasına paralel olarak kendini siyasete verdi. Ama siyaset emir komuta ister. Haklıdır da. Ufak bir çatlak büyük parçalanmalara yol açabilir. Askerdeki gibi... Ama kültür-sanat öyle değil. Kültür-sanat fikrin özgürce ifade edilmesini gerekli kılar. Ama bizim camianın, yetişen beyinleri, kendini siyasete ram ettiği zaman dondu. Ne oldu; 40 yıl aramızdan kahramanlar çıkmadı. Hala eskileri yiyip bitiriyoruz.”

İdeallerini koruyanlar keklik gibi ortada kaldı

Uçakan, bunun sorumluluğunu sadece siyasete yüklemenin doğru olmadığı görüşünde. Ona göre asıl sorun “iktidarla tanışan” nesilde:

“Dava şuuru içinde, bütün dünyayı kurtarma azmindeki neslin o imkanlar karşısına çıktığı vakit nasıl meydandan çil yavrusu gibi kaçtıkları meselesi yani. Gerçekten ağır bir imtihan oldu. İdealizmini koruyanlar ise keklik gibi etrafa bakıp yapayalnız kaldı. Entelektüel planda baktığımızda da böyleleri çok. Onların hallerinden belli oluyor zaten. Yani bilinen ifadeyle söylersek; eski mücahitler müteahhit oldu.” 
 


Uçakan, iktidarın belediyecilik hizmetlerindeki yatırımı kültür-sanata harcamadığı eleştirisinde bulunuyor. “Bunca zaman içerisinde köprüye, yola madde planında harcadığımız yatırımı kültüre harcamadık. Hakikat sancısı çeken, ruhumuzu yaşatan kültür-sanat adamlarına sahip çıkamadık” diyen Uçakan kültür-sanatçılara da “sitemli”:

“Erdoğan’ın göz hareketiyle mücadelesini şekillendirenler karakter zaafı içinde”

“AK Parti’den veya Sayın Erdoğan’dan birkaç göz hareketi bekleyerek kendi kültür sanat mücadelesine şekil vermeye çalışanlar karakter zaafı içerisindedir. AK Parti’nin dava şuuru varsa, onun da dava şuurunu benimsemiş kültür adamları varsa gerektiğinde onun kavgasını verecek insanlar olur. Ama kültür-sanat adamı, körü körüne parti ne derse, emir komuta zinciri içinde onu uygulayan bir tip değildir. Gerektiğinde onu eleştirendir, karşı koyabilendir, doğru yönlendirebilendir… Bu zaaf iktidarın zaafı değil bence. Bizim kültür sanat adamı dediğimiz insanların zaafı."

 “Parti, imkan demektir. Kültür-sanat ve haliyle sinema, olduğu gibi bu imkanlara dayalı bir sanat. Bu işler kültür-sanat adamlarının kendi güçlerini aşabilir. İktidar, onlara destek için fonlar oluşturup onlara destek sağlamalı. Bunun sancısını iktidar ciddi manada çekiyor. Yapım destekleri var ama yeterli düzeyde değil. Kültür adamı, diyelim 5 milyona mal olan filmini kendi parasıyla yapmış olsa bile sektörün acımasız tarafları var. Recep İvedik çekmeden para kazanamıyorsunuz. O kıskaca mahkum olmak istemezseniz paranız gidiyor ve gücünüz eriyor. Kaliteli, ciddi, seviyeli fikir ve estetik eserlerin finans desteğine ihtiyaç var.”

Eşitlik bakımından olsa bile bu arazi sulanmalıydı

Uçakan bunları söylerken "Sadece ikitdarın kendi düşüncesini taşıyan kültür adamlarının desteklenmesi gerektiğini ifade etmiyorum. Böyle yorumlanmasını istemem" diye de ekledi. Birçok ülkenin kendi sinemasını, kendi edebiyatını ve kendi resmini korumak için bu tür destekler verdiğini belirten Uçakan şunları söyledi:

“Şu ana kadar egemen kültür dediğimiz Batı zihniyeti her yönden kültür-sanatı yedi bitirdi. Kendi arazilerini suladılar ve oradan kaliteli, önemli kültür adamları çıktı. Ama bizim araziler yeteri kadar sulanmadı. Çoğu kurak duruyor. Bizim arazinin de eşit derecede sulanması lazım. Hangi festivale giderseniz gidin, olduğu gibi milli bakış açısından uzak tiplerle karşılaşıyorsunuz. İktidarın – bu sol bir iktidar bile olsa- eşitlik bakımından dahi bu araziyi daha fazla sulaması lazım. Kaldı ki arazinin mahrumiyetini bağrında hisseden bir iktidar söz konusu ama sulanmıyor. Bunu bir eleştiri olarak söylemek zorundayım. İktidara "belediyecilik" mantığıyla bakıldı. Son dönemde bunun önemini anlayarak Erdoğan’ın ısrarla bir kültür sanat atılımı çabası içinde olması gayreti bundan dolayı.”

Dindarlar kompleksten kurtulmalı

“Sadece bu araziyi sulamaktan söz etmiyoruz. İktidar bütün düşüncelere saygılı olmak, onları desteklemek konumunda.  Ama bu tek yönlü olmasın. Bizi rencide eden bir yaklaşım daha var. Bizim neslimizin yüz yıllardan gelen genel bir kompleksidir. Batılı kafaların oluşturduğu ürünlere ve sanatçılara daha büyük bir saygıyla bakmak, kendi adamlarımızı adamdan saymamak gibi bir tavrımız var. Bu kompleks hala sürüyor. Bunu da aşmak gerekiyor.”

Uçakan’ın Talimhane’deki ofisinden ayrılarak İstiklal Caddesi’nde, ağırlıklı olarak sol ve ulusalcı yazarların kitaplarının satıldığı bir kitapçıya gittim. Amacım Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın son yazdığı ve o günlerde yeni çıkan Metastaz isimli kitabı almaktı. Kitabı raflarda bulamayınca görevliye kitabın gelip gelmediğini sordum. “Geldi, bitti bile” cevabını verdi. Kitapçının üçüncü katında Yusuf Akçura’nın artık eskimeye yüz tutmuş “Tarih-i Siyasi” kitabı duruyordu. Kitabın ilk sayfalarında şunlar yazılıydı:

“Biz Türkler, evvelce kısmen dahil olduğumuz ve son zamanlarda iyice girmeğe kat’iyetle azmettiğimiz Avrupa medeniyetinin hayata, tarihe nazarını benimsemek yolundayız. Lakin şimdiye kadar yaptığımız gibi, yalnız muayyen bir Avrupa milletinin ve yalnız bir meslek-i siyasi ve ictimainin (siyasi ve sosyal doktrinin) nokta-i nazarından cihan vekayi-ine bakmak bizim için doğru olmaz.”


SONUÇ

Ben parayı sol elleri ile tutanların destanımsı, mucizemsi hikayeleri ile büyümüş bir arkadaşınızım” diyen dindar fikir ve düşünce adamı Fethi Gemuhluoğlu vefat ettikten sonra şair Cahit Zarifoğlu günlüğüne şu notları düşer:

“Fethi Ağabey gitti. Hepimize bir kalbimiz bulunduğunu, gözü yaşlı olmak gerektiğini anlatarak gitti. İki üç saat süren sohbetlerinden sonra, bizi gafletimizin derinliklerinden çıkarıp, kalbimizin ve omuzlarımızın üzerine koyduğu sorumluluğumuzun tahammül edilmez ağırlığı ve hüznü içerisinde evlerimize dağılırdık. Bir mahalleye imam olmuşsak, kısa süre sonra o mahallenin bakkalı, manavı terazi hakkını korumaya başlıyor muydu, başlamıyor muydu? Bir yere memur olmuşsak, o memuriyetin ehli miydik, değil miydik? (…) Girdikleri her yerde, ahlâksızlığı, çürümeyi, yabancılaştırmayı, kalp katılığını zapt altına alabilecek insanları, bu şahsiyet noktasına getirebilecek yegâne unsur olan İslâm’ın, bizden uzak, yaşamadığımız, kabuğun altındaki o büyüleyici parıltılarını birbiri ardına önümüze boşaltıyor, içimizin bilmediğimiz o kederli açlığını ayaklandırıyor, birkaç gün çöllere düşmüş gibi yalnızlık çekiyorduk.”

Bu çalışmayı hazırlarken konuştuğum onlarca ismin hemen hemen hepsinin üzerinde ittifak ettiği hususlardan biri şu:

AK Parti’nin iktidar olduğu ilk 15 yıl hükümetin ajandasında “İslam skolastiğinden” kurtulma çağrısında bulunan ve milletini olduğu gibi anlayan ve seven münevverlerin olması gerektiğini söyleyen Nurettin Topçu da, Mehmet Akif Ersoy da Cemil Meriç de, İsmet Özel de gerektiği şekilde olmadı.

Hükümet yapmayınca, yapacak kültür-sanat adamları da hükümetin nimetlerinden mahrum kalma pahasına insiyatif almayı reddedince olanlar oldu.

İslamcı genç entelektüellerin “ağabeyi” Gemuhluoğlu’nun vefatından sonra hissedilen bir “yalnızlık” duygusu kaldı geriye.

Hükümete yakın sivil toplum örgütlerinin yaptığı çalışmalar da bu konuda hükümete etkin desteği veremeyince bizzat Cumhurbaşkanı, muhafazakarların kültür çalışmaları konusunda bir özeleştiri yaptı: “Hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.”

Cevabını aradığımız soru şuydu: “AK Parti kültürel iktidarı kurmada neden başarılı olamadı?

Ancak bu sorunun ruhu, kamuoyunda tanınan ve kitapları çok satan bir edebiyatçının şu sözleriyle değişti: “İktidardayız hadi o zaman güzel bir roman yazalım diye bir şey olabilir mi?

Tanzimat, I. Dünya Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı, tek partili yıllar ve en sonunda darbeler geçirmiş ülkede kültürel iktidarı kurmak uzun bir süreç işiydi.

Popüler olanı belirleyen medya düzeni ve hükümetin bu medyayı kullanma yöntemi de bunda bir etkendi.

En sonunda şu kanaate varıldı ki, ömrü seçimlerle belirlenen hükümetler kültürel iktidarı belirleyemiyor… Sadece bir zemin üzerinden alan açabiliyor.

Hükümet, mütedeyyin kültür sanat insanları arasında “Neden iyi romanlar yazdırmadınız, iyi şairler çıkartmadınız, iyi filmler çektirmediniz” değil “zemin kuramadınız” diye eleştiriliyor.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU