İki farklı dil, iki farklı kültür, tek din: Arap Ortodoks mu, Antakyalı Rum mu?

Antakya’nın Arap dilli Ortodoksları kimi zaman "Rum" olarak kimi zaman da Arap Ortodoks olarak tanımlandılar.Dindaşlık, dil, kültür farklılığını ortadan kaldırdı gibi görünse de Anadolu’nun kadim toplumunun hangi etnik kökene ait olduğu tartışması sürüyor

İki farklı dil, iki farklı kültür, tek din. Ortak payda olan Ortodoksluk, dil ve kültür farklılığını ortadan kaldırdı, son yıllarda Antakya'nın kadim Ortodoks toplumunun hangi etnik kökene ait olduğunu tartışmaya açtı.

Romalı anlamına gelen "Rum" kelimesi Osmanlı millet sisteminde Sırp, Bulgar, Arap gibi doğu kilisesine mensup kimlikleri de içine alıyordu. Anadolu'da doğu kilisesinin kadim temsilcilerinden biri olan Arap dilli Ortodokslar ya da Arap Ortodokslar çoğunlukla Mersin, Antakya, İskenderiye dolaylarında yerleşik bir düzene sahipler.

Bugün hayatlarını ağırlıklı olarak İstanbul'da da sürdüren toplum, İstanbullu Rum toplumuna kültürel olarak da entegre olmuş durumda. 1960'lı yıllardan sonra başlayan İstanbul'a göç hikâyesinde birçok aile, Rum Ortodoks toplumuna ait okullarda, kiliselerde görev aldı. Aile içinde Arapça'yı duyan ve öğrenen çocukları bu tarih itibariyle Rum okullarında eğitim aldı.

Lozan Antlaşması kapsamında İstanbullu Rumlarla aynı statüye sahip Antakya'nın bu kadim toplumunun etnik kökenleri konusunda farklı fikirler mevcut. Bu tartışmanın yanıtı da Antakya'lı bu kadim toplumda saklı.

"İlkokula kadar Türkçe bilmezdim"

Hatay'ın Tokaçlı Köyü'nde doğan Abdulla Sert, 5 yaşında babasının işi sebebiyle ve eğitim için ailesiyle birlikte Antakya merkeze göç etti. Antakya'da Türk okulunda eğitim gören Sert, ilk olarak Türkçe eğitimini de ilkokulda aldı. Sert, "ilkokula kadar Türkçe bilmezdim" diye anlatıyor:

"Hatay Altınözü'nde iki köy var. Biri Tokaçlı, bizim köy, diğeri Sarılar. İkisinin nüfusunun tamamı Ortodoks Hıristiyan ve anadilleri de Arapçadır. Antakya'ya taşındıktan sonra mahallede ister istemez Türkçe'yi öğrendik çocuklarla oyun oynarken. Ancak okula başladığımda yine de zorlanmıştım."

Abdulla Sert, anadilleri olan Arapça'yı da sadece sözlü olarak bildiklerini, okuma yazmaları olmadığını söyledi. O dönemin şartlarında Arapça eğitim veren bir okulun olmasının zor olduğunu hatırlatan Sert, Antakya'da Arapça ve Türkçe'nin ağırlıklı konuşulması hayatı kolaylaştırdığını ekledi:

"Doğal bir zorlanma oldu elbette Türkçe'yi öğrenene kadar. Ama ondan sonra hiç düşünmedik, kimsenin aklına gelmezdi ‘bize neden Arapça öğretilmiyor' diye. Bizim avantajımız anne babamızın evde Arapça konuşmasıydı. Hepimiz evde Arapça konuşuruz ama Türkçe'yi dışarıda komşularla, arkadaşlarla konuşuruz."

Genç nesil anlıyor ama konuşamıyor

Bir kuşak öncesine kadar sözlü aktarımı devam eden Arapça'yı günümüzde genç nesil ne yazık ki konuşamıyor. Sert, yeğenlerinin de anadillerini anladıklarını fakat konuşamadıklarını dile getiriyor.

Antakyalı Rum, Arap Ortodokslar, Arap Dilli Ortodokslar… Birçok tanımlaması var ancak henüz ortak bir kanıya varılamadı. Sert, "Rum" olmadıklarını ifade ederken, bir yandan da Rum kelimesinin Osmanlı'daki geniş tanımlamasına değiniyor. Osmanlı Millet sisteminde Sırplar, Bulgarlar, Araplar gibi birçok gayrimüslim toplulukların Rum kimliğinde toplandığını resmi tarih kayıtlarında görüyoruz. Sert de, Antakyalı Rum tanımlamasının bu sebepten kaynaklandığını ifade ediyor.

Antakya'dan İstanbul'a göçen Hıristiyan toplumu, kendisine Rum toplumunun içinde yer buldu. Nüfusu gitgide azalan, kilise ve okullarını ayakta tutmaya çalışan Rum toplumu, Antakyalı dindaşlarına kapılarını açtı. Ev, iş ve eğitim hayatlarında imkanlar sağladı. Ancak bunun sonuçları da vardı. Anadilden uzaklaşan genç nesil, eğitimine Türk okullarında devam etmiyorsa yeni bir dil ile tanışıyordu: Yunanca. Elbette hiç kuşkusuz bu da kültürlenmede başı çeken faktördü.

Sert, bu sayede genç neslin bir önceki kuşaktan daha eğitimli olduğunu söylüyor. Her koşulda kendi kültürlerini devam ettirdiklerini dile getiren Sert, gençler için Yunanca öğrenmenin bir avantaj olduğunu ifade ediyor ve bunun bir evrilme olduğunu asla bir asimilasyon olmadığını dile getiriyor.

Arapça'yı geçmişteki bağlarını korumak için önemli bulduğunu söyleyen Sert, "anadilde eğitim hakkını bir dert olarak görmüyoruz" diyor. Bunun bir ihtiyaç meselesi olduğuna dikkat çeken Sert, "ihtiyaç duyan bunu dert edinir ama geriye kalan toplum sadece ‘çocuklarımız dilimizi bilmiyor' diye hayıflanır. Biz bunu sadece kültür meselesi olarak görüyoruz" diye anlatıyor.

Genç nesilde kimlik karmaşası

Olga Köşker, Hatay'ın Altınözü Tokaçlı Köyü'nden. 1997 doğumlu olan Köşker, ailesiyle birlikte 1998 yılında İstanbul'a geldi. Babası araba tamir ustası olan Köşker 1998 yılından beri Rum cemaati tarafından verilen kilise bahçesindeki bir evde oturuyor. Aynı zamanda kilisenin zangoçluğu ve bakımını da üstlenen ailesi ile birlikte yaşayan Olga Köşker'in iki de erkek kardeşi var.

Evde Arapça ve Türkçe konuşulduğunu söyleyen Köşker, anne ve babanın daha çok Arapça tercih ettiğinin altını çiziyor. Ancak kardeşleriyle birlikte Türkçe'nin daha kolaylarına geldiğini itiraf ediyor.

İlkokulu ve lise öğrenimini Rum okulunda tamamlayan Köşker, ekstra bir dil öğrenmeyi avantaj olarak görüyor. İlk öğrenmeye başladığında zorlansa da hiçbir zaman bir dezavantaj oluşturduğunu düşünmediğini ekledi:

"Çok zorlanmadım. Öğretmenlerim iyiydi ama tabii ki de sıfırdan bir dil öğrenmek kolay değil. Biz üç kardeşiz, ben Arapça konuşamıyorum ama anlıyorum. Kardeşlerim hiç konuşamıyor, hatta en küçük kardeşim anlamıyor da. Kaybolmaya yüz tutmuş durumda dil. Ben Arapça konuşmayı ve eğitim almayı çok isterdim."

Olga Köşker, etnik köken tanımlamasını ise şöyle yapıyor:

"Kendimi çok Arap olarak göremiyorum ama Rum gibi de göremiyorum. Çünkü Rumlarla aramızda dil ve kültürel farklılıklar var. Bu yüzden kendimi tanımlarken, sadece Hataylı olduğumu ve Ortodoks olduğumu söylüyorum. Ancak bir gerçek var ki tam olarak kimliğimi ben de kestiremiyorum."

Olga Köşker, toplum içinde ötekileştirmeye maruz kalmasa da bazı sosyal haklar konusunda sıkıntılar çıktığından bahsetti:

"Vize almak istediğimiz zaman vaftiz kağıtları soruluyor. Rum toplumu, genelde İstanbul'dan aldığı için kağıtlar da Yunanca oluyor. Ancak ben Antakya'da vaftiz oldum ve vaftiz kağıdım Türkçe yazıldı. Vize almaya gittiğimde vaftiz kağıdımı Yunanca'ya çevirtmem gerektiğini söylediler. Patrikhaneye gidip çevirtmek zorunda kalmıştım."

Köşker, farklılıkların olduğunu ancak bunların büyük, toplumu yoran farklılar olmadığını söylüyor.

"İki kere yabancısınız"

Hatay'ın Tokaçlı köyünden olan Domna Erkek, İstanbul'da doğdu. 1984'te maddi sebeplerden dolayı İstanbul'a gelen ailesi Yeşilköy Rum İlkokulu'nda işe başladı. Domna Erkek, babasının bu işi daha önceden İstanbul'a göç eden bir köylüsü sayesinden bulduğunu aktardı.

Kendini Rum Ortodoks olarak tanımlayan Erkek, Rum kültürüyle büyüdüğünü ve ayrıca köydeki kiliselerinde de Rum Ortodoks kilisesi ibaresinin yer aldığını ifade ediyor.

Erkek, evde Arapça konuşulduğunu ancak kendisinin çok iyi anlasa da konuşamadığını söylüyor. Bir oğlu olan Erkek, çocuğuna anadilinin aktarımını anneanne ve dedesi sayesinde sağladığını ekliyor. Anadilde eğitim almamanın kendisi için de zor olduğunu söyleyen Erkek, oğlunun aynı zorlukları yaşamaması için konuştuğu dili (Yunanca) öğrettiğini dile getiriyor.

Domna Erkek, her ne kadar koşullardan memnun olsa da azınlık içinde azınlık gibi hissettiklerini söylüyor ve "mor inek" benzetmesini kullanıyor:

"Aslında hiçbir yere ait değilsiniz. İki kere yabancısınız. Böyle hissediyorsunuz. Ne kadar o dili konuşursanız konuşun anadiliniz değil. Bazen bir espriyi anlamakta bile güçlük çekiyorsunuz. Çünkü o daha günlük kullanıma ait bir şey. Orada anlıyorsunuz ki hala bir şeyler eksik."

Hiçbir şekilde toplum içinde ötekileştirmeye maruz kalmadığını ifade eden Erkek, dili bu kadar çok iyi öğrenmesinin sebebinin "benimsetilmesi" olduğunu söylüyor.

Kültürel bir asimilasyonun olmadığını dile getiren Erkek, Arapça'yı anadil olarak inkar ettiğini söylese de kültürünü her zaman taşımayı devam ettirdiğini ifade ediyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU